Mülteci sorununun bu kadar büyümesinin sebebi nedir?
Birinci ana sebebi; Afganistan, Irak, Bangladeş, Suriye, Libya, Mısır, Sudan ve Somali yani Ortadoğu ve Orta Afrika’daki durum... Özellikle İslâm coğrafyalarındaki savaşlar, yoksulluklar ve insanların kötü muameleye maruz kalması, rejimler. İnsanların ülkelerinden kaçmasının en büyük sebepleri bu. Ve bu insanlar Müslüman coğrafyalardan göç ediyorlar, bu da ayrı bir trajedi. İnsanlar Batı ülkelerini tercih ediyorlar. Tabiî ki savaşlar en önemli faktör. Özellikle BM verilerine göre 2013-2014 yılı arasında 14 milyon insan evlerini terk ediyor. Bu hem iç, hem de dış göç, çok büyük bir rakam. Özellikle son 20 yılın araştırmasında şu an dünyada 59 milyon insan evlerini terk etmiş durumda. Fakat en büyük göç özellikle Suriye’den yaşanıyor. 2010-2014 arasında zirve yapıyor. Bu göçler yaşanırken son bir yıl içerisinde 260 bin insan Akdeniz üzerinden Avrupa’ya gitmeye çalışırken çok büyük badireler atlatıyor. Bu 260 bin insanın 3500’ü denizde boğularak hayatını kaybediyor. Ortada büyük bir trajedi var. Bu trajedi II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük trajedi. Burada ana sebep ülkelerdeki savaşlar, çatışmalar, yoksulluk ve rejim.
Mülteciler Türkiye’yi neden tercih etmiyor?
Türkiye’de ekonomik ve sosyal şartlar o kadar da ideal değil. Özellikle 2,5-3 yıl içerisinde gayriresmi 3 milyon sığınmacı var. Sığınmacıların çoğu Iraklı, Suriyeli, Afganistanlı insanlar. Birçok sorunlar yaşıyorlar. İş bulamamaları, istihdam alanlarının yeterli olmaması, düşük ücretler kazanmaları, sigortasız çalıştırma faktörleri vesâire... Aslında Ortadoğu ve Asya ülkelerinden gelen sığınmacılar için standartlar çok da iyi değil. Tabii Türkiye’nin kendi işsizlik sıkıntısı da var. Dolayısıyla sığınmacılar da Avrupa’yı, özellikle de Almanya’yı tercih ediyorlar. Almanya’daki istihdam alanları, yaşam standartları çok oturmuş durumda. Avrupa Birliği’ne yeni üye olmuş ülkeler, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan gibi ülkeler de sığınmacılardan korkuyor. Bahsettiğimiz Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomileri çok iyi değil, ancak kendi yağı ile kavrulabiliyorlar ve AB’nin yardımlarıyla zar zor düzen kurmaya çalışıyorlar. Macar Başbakanın “Göçmen Müslümanlar, Hıristiyanlığı tehdit edecektir” ifadesinden anlayacağımız gibi mültecilerden çekiniyorlar.
Avrupa’nın büyük devletlerinin tutumunu nasıl karşılıyorsunuz?
Burada iki yüzlü bir yaklaşım var. Son 10 yıl, özelliklede son 4 yılda mülteci sıkıntısı var. Birçoğu Suriye’den Türkiye’ye geldi. 2 milyon kadar Lübnan ve yine 2 milyon kadar da Ürdün’e gittiler. Nereden baksan Ürdün’ün, Lübnan’ın yarısı kadar mülteci nüfusu var. Avrupa bunları görmezden geldi, fakat ne zamanki bir yıl içerisinde Akdeniz’de 3.500 insanın boğulması, kadın ve çocukların ölmesi, son birkaç hafta içerisinde de 70 tane Suriyeli göçmen boğularak hayatını kaybetti. Öte yandan da Bodrum’da Aylan bebeğin kıyıya vuran cesedi, hem Türkiye kamuoyunu hem de Avrupa kamuoyunu ayağa kaldırdı. Sonra da bir timsah gözyaşı hikayesi ve günah çıkartma... Bunlardan ziyade vicdan sahibi, duyarlı insanların tren garlarındaki mültecilere, çiçek, ekmek, yorgan, yastık vesâir yardımları ve dünya kamuoyunun ayağa kalkması neticesinde hâdiseler BM’nin gündemine geldi. Sonra Almanya “800 bin kişi alırım” dedi, hatta Merkel sonra bu rakamı 1 milyona çıkarttı. Bu çare mi diye soracak olursanız, tabiî ki değil. Avrupa iki yüzlü davranmaya devam ediyor, özellikle Birleşmiş Milletler... BM sadece sorunları erteliyor, istatistiksel veriler açıklayan bir kurummuş gibi davranıyor. Oysa senin yüzlerce gelişmiş ve gelişmekte olan üye ülkelerin var. Göçmenlerin uluslararası sözleşme ve kanunlar çerçevesinde göç hakkı var, o açıdan BM bu ülkelere yaptırım uygulayabilir. 
Batı’ya bir de şunu sormak lâzım herhalde, bu göçlerin müsebbibi kim acaba?
İnsanlar eskiden kendilerini sömürenlerin topraklarına göç ediyor. Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu’da cetvellerle sınırlar çizen ve Ortadoğu ile Afrika’nın yeraltı zenginliklerini, petrolünü, enerjilerini sömüren Batı dünyası, bugün sömürdüğü insanların torunlarının Batı’ya doğru yürümesiyle karşı karşıya. Bu karşılaşmanın çok mühim bir şey olmasıyla beraber, ortada başka bir trajedi daha var. Batı dünyası yüzyıllardır kendisine doğru göç eden insanların, alın terini, emeğini, enerjisini, toprağını, havasını ve suyunu sömürdü. İkinci trajedimiz ise bu insanlar maalesef bizim göçmenlerimiz olması. Belirttiğim gibi, bu insanlar İslâm coğrafyasında yaşanan hâdiselerden, bizim kendi yoksulluğumuzdan, adaletsizliğimizden ve zalim rejimlerimizden kaçıyor. Evet, Batı yıllardır sömürdü, iç savaş ve yoksulluk verdi; altını çizerek söylemek gerekiyor ki göç eden insanların Batı’daki zenginlikte kendine ait hakları var. Sonuçta insanlar oraya dilenmeye gitmiyor. Bu gidiş doğru bir şey aslında. Bir şey daha var; o da İslâm coğrafyasında özellikle Körfez ülkelerinde çok büyük zenginlikler, çok büyük krallıklar var. Bu zenginliklere rağmen insanların Batı’ya gitmesinin, İslâm İşbirliği Teşkilatı ve Arap Birliği tarafından oturulup etraflıca düşünülmesi gerekiyor. Aynı şeyi BM için de söyleyebiliriz. Ortada çok büyük trajedi ve adaletsizlik var.
Peki bu trajedi nasıl çözülebilir?
Bu göçü önlemenin tek yolu şu; İslâm coğrafyasında adaleti tesis edip, onu korumak... Eğer adaletli ve vicdanlı bir sistem kuramazsak, bu göçler devam edecektir. İç savaşlar, yolsuzluklar ve adaletli paylaşımlı sistemi kuramadığımız müddetçe insanlarımız bizleri terk edecektir. İnsanların bu coğrafyaları terk etmesinin tek sebebi savaşlar değildir. Yani Batı’ya göç yeni bir hâdise değil. Mesela 20 yıldır Batı’ya yoğun bir göç var. İslâm coğrafyasında rejimlerin paylaşımcı gelir dağılımı ve ideoloji problemleri var. Ekonomik ve sosyal alanda çok radikal fikirler lazım. 
Sizce hangi fikir İslâm coğrafyasını birleştirecek bir zeminin teşekkül ettirilmesini sağlayacak? 
Burada ümmetçi anlayışın gelişmesi gerekiyor. Özellikle İslâm Birliği dediğimiz şey, yürek birliği, fikir birliğinin yakalanmasıdır. Ortak fikir ve ortak akılla, ortak hedeflere doğru çabalama kabiliyetini geliştirirsek ancak o zaman problemimizi çözebiliriz. Mesela Batı’da yüzyıllar önce meşhur otuz yıl savaşları vardı. Protestanlar, Katolikler, Ortodokslar birbirlerini kestiler. Çok büyük savaşlar geçirdi Batılılar kendi arasında. Şimdi de Müslümanların kendi aralarındaki etnik ve mezhep savaşları körükleniyor.
Batı bu tecrübeyi yaşadı ve İslâm coğrafyasında bugün yaşananları bu tecrübeye dayanarak mı tezgâhladı acaba?
Evet. Dediğiniz gibi onlar bir tecrübe yaşadılar ve birbirlerini kesip doğramayı bıraktılar. Bir sistem kurdular ve adına da demokrasi dediler. Ekonomik, siyasi ve sosyal bir sistem inşa ettiler. Sonra İslâm dünyasına açılmaya, uğraşmaya başladılar. Buradan alınacak birçok dersimiz var. Bu göçleri durduramamamızın temel sebebi idealde ve fikirde birlik olamamamız. Ancak ümmetçi düşündüğümüz takdirde bu şeylerin altından kalkabiliriz. Genelde İslâm coğrafyasında etnik milliyetçilikler ve mezhep savaşları, Türkiye özelinde ise kurumsal milliyetçilikler ve cemaat milliyetçilikleri Müslümanların gücünü ve kuvvetini zayıflattı. Tabiî ki güç, birlik ve enerji olmayınca ne fikir üretebilirsiniz, ne düşünce yönetebilir, ne de ortaya bir proje koyabilirsiniz. Temel problem budur.
Teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.  
Baran Dergisi 454. Sayı