Fıkıhta bir ölçü vardır; “Muzaf suya bir zerre kadar necaset değerse, necis olur.” Görüldüğü üzere son derece açık ve net. Peki, necasetin ete kemiğe bürünmüş hâli olan Yahudi, müsbet bir işe karıştığında ne olur?..
Suriye’deki vaziyet malûm. Artık iş o hâle geldi ki, ev adresini bilmeyenler, Suriye’nin kuzeyindeki köyleri bile sayacak hâle geldiler. İran ve Rusya’nın Esed rejimine desteği, Amerika ile İran arasında yapılan anlaşma, Amerika’yla Rusya’nın el altından işbirliği, Rusya, Avrupa ve Amerika’nın PYD’ye desteği ve tüm bu unsurların ortaklaşa bir şekilde hedef tahtasına yerleştirdikleri bölgedeki ve bölge dışındaki Ehl-i Sünnet Vel Cemaat...
***
Türkiye ve Suudî Arabistan, hiçbir şekil ve ad altında kendi menfaatiyle örtüşmeyen ve istikbâllerini de tehdit eden bu şartlar karşısında gözlerini karartmış vaziyetteler.
Rusya, İran, Esed, Amerika, Avrupa ve PYD’nin artık açığa vurmuş ittifakı, tabiî bir şekilde hem Suudî Arabistan, hem Türkiye ve hem de bütün bir İslâm Âlemi için tehdit teşkil ediyor.
İran’ın Suriye’de açıktan giriştiği operasyonlar hem Türkiye, hem de Suudî Arabistan açısından kabul edilebilir değil.
PYD’nin Rusya, Amerika ve Avrupa tarafından desteklenmesi Türkiye açısından kabul edilebilir değil.
Esed’in Rusya ve İran tarafından desteklenmesi Türkiye ve Suudî Arabistan tarafından kabul edilebilir değil.
Neticesi her ne olursa olsun, Türkiye ve Suudî Arabistan’ı direkt olarak etkileyecek olan Suriye’de, barışın tesis edilmesi hakkında düzenlenen milletlerarası toplantılarda, Türkiye ve Suudî Arabistan’a yeteri kadar söz hakkı tanımayıp, milletlerarası güçlerin kendi menfaatleri doğrultusunda yaptıkları planları dayatmaları kabul edilebilir değil. Hâl böyle olunca Türkiye, Suudî Arabistan ve Suudî Arabistan’ın destekçisi olan devletler bir araya gelerek yeni bir güç hâlinde ortaya çıkıyor. Şartlar, böylesi bir birlikteliği zorlarken; Avrupa, Rusya ve Amerika açısından yepyeni bir manzara da ufukta belirmiş oluyor; Müslümanları topyekûn karşınıza alacak cesaretiniz var mı?
***
İkinci Dünya Savaşı neslinin son dinozorları da tükenirken, Batı’nın, İslâm âlemiyle topyekûn karşı karşıya gelmekten kendisini alıkoyacak, buna göre strateji belirleyecek stratejistleri yok; fakat Batı’nın bölgedeki menfaatleri ile kendi menfaati ortak olan bir millet var ki, Üstad Necib Fazıl’ın kaleminden bir kez daha hatırlayalım:
- ...”Türk Millî Kurtuluş hareketi Yunanlıya karşı zafere ulaşır ulaşmaz, Türk’ü ve onun şahsında İslâm’ı yok etme azmindeki Batı ülkelerinin üzerimize saldırmasını önlemek ve göstermelik istiklâlimizi sağlamak şartını İslâm’dan ayrılmamıza ve mukaddesatımızı feda etmemize bağlayan ve bunda muvaffak olan, yine o…
Nihayet her yerde, plânını gerçekleştiren, bu arada Türkiye’de dilediği fuhuş, ahlâksızlık ve iktisadî çöküş iklimini tutturan, gizli imparatorluğunun maketi minik İsrail devletini kuran, onunla İslâm âlemi ve petrol dünyasının en nazik noktasına kazığını kakan, arı kovanı hummasiyle çalışan, çabuk seferber olmakta dünyada birinci orduyu meydana getiren, çevresinde kendisinden en aşağı 10 misli büyük Arap âlemini iflâsa uğratan, hep o…
Şu anda kolları karnının altında saklı bir ahtapot gibi, bir koliyle Suriye, öbür koliyle Irak, daha öbür kollarıyle de Kuveyt, Hicaz, Mısır ve Libya istikametlerini kollayan, bu rolünün tahakkukuna zemin hazırlamak için bir dünya felâketine muhtaç bulunan, bunun için de Rus-Amerikan rekabetini kızıştıran ve türeme-üreme yatağı emperiyalizmayı besleyen, kısacası topyekûn medeniyetleri eritme yolunda büyücü kazanını durmadan karıştıran, yalnız o…
Şimdi, buraya dikkat! Amerika ile İran arasında zihniyet açısından hiçbir sıkıntı olmamasına rağmen senelerce sanki bir kriz varmış gibi lanse edilen ve geçtiğimiz günlerde yapılan anlaşmayla tatlıya(!) bağlanan gerilimi hatırlarsınız. Dergimizde de bu bahsi işlemiştik. Yine bu bahsi işlerken, yapılan anlaşma karşısında ortalığı velveleye veren İsrail’in, varlık şartının İran ile ortak olduğundan ve bu şartında Ehl-i Sünnet Vel Cemaat’in güçlenmemesinden geçtiğini de ifâde etmiştik. Şimdi gün geldi, yapılan anlaşmanın ve İsrail’in bu anlaşma karşısında neden kıyametler kopardığı ortaya çıktı.
İsrail, Suriye meselesinde el altından, hatta son zamanlarda açıktan, Amerika ve Avrupa tarafından desteklenen İran ve Rusya karşısında Müslümanların bir araya gelme ihtimaline karşı, ileride Müslümanlardan yana tavır koymak suretiyle, tarihî kıymeti olan birlikteliği tahrip etmek üzere böylesi bir tezgâhı kurmuş. Söz konusu habere göre:
İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon, Suriye’deki duruma ilişkin ülkesinin bazı Sünni Arap ülkeleri ile stratejik ilişki geliştirmeye hazır olduğunu belirtti.
 
İsrail devlet radyosunda yer alan açıklamasına göre Yaalon, Almanya’nın Münih kentinde hafta sonu düzenlenen “Münih Uluslararası Güvenlik Konferansı”nda, Suriye’de çatışmaların durmasına ilişkin varılan anlaşmanın uygulanması konusunda karamsar olduğunu ifade etti.
Yaalon, İsrail’in Suriye krizine “müdahil olmama” siyaseti izlediğini ancak, “İsrail’in egemenliği” de dâhil, hiçbir tarafın aşmasına izin vermeyecekleri kırmızıçizgilerinin olduğunu kaydetti.
Açıklamasında, “Suriye’deki duruma ilişkin bazı Sünni Arap ülkeleriyle ortak strateji geliştirmeye hazırız” ifadelerini kullanan Yaalon, hâlihazırda doğrudan iletişim imkânı olmamasına rağmen İsrail’in, bazı Körfez ve kuzey Afrika ülkeleriyle ortak çıkarları olduğuna işaret etti.
***
Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın izlediği siyasetten beri belki de ilk defa İslâm Âlemi’nin birlikte hareket etmesine bir fırsat doğmuşken, tam Amerika, Avrupa ve Rusya’nın da böylesi bir birliktelik karşısında durabilecek iktisadî, siyasî ve psikolojik gücü de yokken, oradan Yahudi çıkıyor ve son derece meşru bir birlikteliği belki de sırf ismini karıştırmak suretiyle gayr-ı meşru hâle koymak üzere hazırlanıyor. Birlikteliği meydana getiren başta Türkiye ve Suudî Arabistan, İsrail’in bu açıklamasını daha peşinen reddedip meşruiyete halel gelmesine manî olacakları yerde, türlü tereddütler ve çekinceler içinde sessiz kalmak suretiyle, Yahudi’nin hareket alanını genişletiyorlar.
Bakınız, bundan 227 sayı evvel yayımlanan 13 Ekim 2011 tarihli Baran Dergisi’nde, haftalık olarak tefrika edilen Ölüm Odası B-Yedi’nin 74. bölümünde, Arab Baharı’nı değerlendiren İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu, şu ihtarda bulunmuştu:
- “BİR İKAZ: Yahudi Devleti’nin FİLİSTİN üzerindeki hukuk tanımazlığı ve Filistinliler üzerinde zulmünü son bir senedir taşkın bir şekilde kınarken, TUNUS’tan MISIR’a ve SURİYE’ye AKDENİZ Ülkeleri’nde olanları topluca gözden uzak tutmamak ve “Merkez kim?” sorusu içinde İSRAİL’i gözden kaçırmamak lâzım. Uyutuluyor olmayalım. Hareket olan yerde bereket vardır – ama MÜSLÜMANLAR’ın o berekete lâyık olmaları lâzım ki, iş bir zulümden şikâyet ederken başka bir sağlam boyunduruğa girmek olmasın.
***
Peki, şimdi ne yapmalı? Türkiye, Suudî Arabistan, Katar ve diğer İslâm ülkeleri, İsrail’in adeta sızma girişiminde bulunduğu bu birliği korumak adına, hiç vakit kaybetmeden İsrail’i dışlaması gerekmektedir. Birliğe almayın dahi demiyoruz, dikkat ettiyseniz, Yahudi’nin beyanını reddedin diyoruz. Niçin mi? Gelelim şimdi en başta vermiş olduğumuz fıkıh ölçüsüne; “muzaf suya bir zerre kadar necaset değerse, necis olur.”
Doğru ile yanlış, haklı ile haksız, meşru ile gayr-ı meşrunun kıldan ince kılıçtan keskin bir çizgi ile birbirinden ayrıldığı şu ahir zamanda, eğer ki benzer kaygıları, yani Müslümanların izzet bulması ve şereflenmesi kaygısını taşıyorsak, bugün Suriye özelinde ve dünya genelinde Müslümanların gözünün önünden ayırmaması gereken düşman Amerika, Rusya ve Avrupa değil, sinsi sinsi her türlü birliğe sızan, tahrip ve bozgunculuk işinde tarihte eşi benzeri olmayan Yahudidir.
***
Yahudi’nin bu birlikten def edilmesi ve vicdanlardaki meşruiyette bir soru işareti kalmamasının ardından, bu birliğin karşısına kim çıkarsa çıksın, Suriye’deki mazlumların ahı bile birliği muzaffer kılmaya yeter de artar bile. Korkmayın…

Baran Dergisi 475. Sayı