İki hafta önce Milletvekili Hüseyin Aygün, Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun avukatı Ali Rıza Yaman ile birlikte TBMM'de bir basın toplantısı gerçekleştirdi.

Hüseyin Aygün konuşmasında; "28 Şubat'la hesaplaşmanın yolunun o dönemin doğurduğu mağduriyetleri gidermekten geçtiğini" ve "Eğer DGM'ler hukuksuz mahkemelerse, 1990'lı yıllarda mağdur olmuş bütün kişilerin sorunlarına çözüm bulunması gerekir. Mirzabeyoğlu da bunlardan biridir. Yıllardır tecritte tutulmaktadır. Hükümet bir taraftan 28 Şubat'la, darbelerle hesaplaştığını iddia ediyor, diğer yandan tecrit, işkence ve çeşitli mağduriyetlerin sürmesi karşısında ses çıkarmıyor. Mirzabeyoğlu Davası, 28 Şubat'la hesaplaşma konusunda Hükümetin samimiyetsizliği hakkında bilgi vermektedir" diye konuştu. Bu konuşmanın ardından, Kumandan'ın avukatı Ali Rıza Yaman'a sözü devretti. Ali Rıza Yaman konuşmasında, özellikle 2000 senesinden beri Salih Mirzabeyoğlu'na uygulanan "TELEGRAM" işkencesiyle alâkalı bilgiler paylaştı.

Bu konuşmanın gerçekleştiği dakikalarda, yine CHP Milletvekili Veli Ağbaba'da bir süredir yaptığı çalışmanın bir parçası olarak, Bolu F-Tipi cezaevini ziyaret etmekteydi. Ağbaba'nın asıl çalışma konusu, F-tipi cezaevlerinde tecrit edilmiş mahkûmların sağlık durumları ve cezaevlerinin fizikî şartlarıyla alâkalıydı. Bolu-F Tipi cezaevine gerçekleştirdiği ziyarette de, yaklaşık 1,5 saat süreyle Kumandan Salih Mirzabeyoğlu ile görüştü.

Gerek TBMM'de Hüseyin Aygün ile Kumandan'ın avukatı Ali Rıza Yaman'ın basın toplantısı, gerek bu basın toplantısında bahsedilen TELEGRAM işkencesi, gerekse Veli Ağbaba'nın cezaevi ziyareti şiddetli haber değeri taşıyor olmasına rağmen basın tarafından görmezden gelindi. Ta ki geçtiğimiz Perşembe günü, "Basına Telegram Ambargosunu Kim Koyuyor?" manşetiyle çıkan Baran Dergisinin 279. sayısına kadar.

Baran Dergisi'nin yayınlandığı gün, apar topar hazırlandığı her hâlinden belli olan bir haber CNNTürk haber portalına "Bir Başka Hapishane Manzarası" başlığı altında düştü.

Bu haberin konusu; cezaevlerindeki mahkûmların sağlık durumlarını ve fizikî koşullarını inceleyen Veli Ağbaba'nın notlarıydı. Bu notlar, aslında mahkûmların sadece sağlık durumlarını denetlemek için ziyaretlerde bulunan bir vekilin notlarından ibaretti. TELEGRAM bahsiyle alâkalı alışık olduğumuz dezenformasyona, bu kez bir Milletvekilinin kendi zaviyesinden iyi niyetli çalışması âlet edilmek istendi. Fizikî gözlemler sulandırılarak dezenformasyon malzemesi hâline getirildi.  TELEGRAM'dan bahsedilmeksizin hazırlanan haberde, TELEGRAM belirtileri ruhî bir rahatsızlığın belirtileriymiş gibi okuyucuya satılarak, bahis sulandırılmaya çalışıldı. Yani basın teşhis koydu(!)

Asla unutulmamalı ki Telegramcıların amacı da budur zaten. Birincisi TELEGRAM'ı yok sayarak 24 saat süren sözlü ve fizikî işkenceyi gizlemek. İkincisi ise bu işkence vasıtasıyla psikolojik sorunlar olduğu intibaını ve algısını oluşturarak Kumandan'ın şahsiyetini, fikriyatını ve eserlerini değersizleştirmeye çalışmaktır. Halbuki Kumandan Salih Mirzabeyoğlu 7/24 bu işkenceye muhatab olduğu hâlde, içinde bu işkencenin ne olduğunu anlattığı TELEGRAM eseri de dahil olmak üzere birbirinden kıymetli yirmiye yakın esere imzasını atmıştır. Son eseri olan "Ölüm Odası B-Yedi" hâlen dergimizde haftalık olarak tefrika edilmektedir.

Devam edelim, bu haber, hızla özellikle internet ortamında faaliyet gösteren haber sitelerinde yayınlanmaya başladı. Birkaç gazete de bilerek veya bilmeyerek bu "dezenformasyona" çanak tutar vaziyette yayınlar hazırladı.

Ardından, dergimizin yayına hazırlandığı pazartesi günü, CNNTürk'ün haber kanalında yayınlanan 5N1K adlı programa Veli Ağbaba konuk edildi.

Veli Ağbaba, cezaevlerindeki manzarayı kendi zaviyesinden anlatmaya çalışmasına rağmen, programın yapımcısı olan Cüneyt Özdemir bahsi cıvıklaştırmakla meşgul oldu ve dezenformasyona devam edildi. Burada önemli olan mesele ise; hemen Veli Ağbaba'dan önce, aynı programda işlenen Facebook konusuyla alâkalı, iki bilirkişinin programda hazır bulunması ve yaklaşık yarım saat Facebook'tan bahsedilmesine mukabil, Telegram iddiasının alelade bir durum olarak gösterilmeye çalışılması. Haberciliğe dikiz!..

Anlaşılan o ki, Telegramcı köpeklerde korku dağları sarmış vaziyette. Dergimizin çıktığı gün başlayan dezenformasyon hâlen devam ediyor. Bunu daha önce de yaptılar, yapacaklar da. Düşman düşmanlığının icab ettirdiğini yerine getiriyor. Devletin bütün organları ise bu konuyla alâkalı olarak üç maymunu oynamaya devam ediyor.

Hatırlarsınız, İhsan Güven'in TELEGRAMCI olması hasebiyle öldürüldüğü iddiasıyla, gönüldaşlarımıza, anayasal düzeni silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs ettikleri iddiasıyla müebbet hapis cezası verildi. Bu davanın ne savcısı, ne hâkimi demedi ki, "bu TELEGRAM da neyin nesidir, İhsan Güven bu meselenin neresindedir?" Onun yerine, İhsan Güven denen sapık, anayasal düzenin temsilcisi hâline geldi. Bu ülkenin anasal düzenini temsil etme liyakati TELEGRAMCI KÖPEKLERE mi tesis edilmiştir, bu sebeble mi devletin bütün organları suskundur?

TELEGRAM işkencesi bugün bütün dünyada faş olmuş bir işkencedir. Bu meseleyi sulandırmaya çalışanlar da, bön bön üç maymunu oynayanlar da bunu çok iyi bilmektedir. Bu konuyla alâkalı yazılmış pek çok akademik makaleye ve teze ulaşmak mümkündür. Bizim memleketin intihâlci profesörleri, biraz da bu kaynaklardan intihâl yapsalar da, şu mesele artık gün yüzüne çıksa değil mi?

TELEGRAM işkencesi 12 senedir kesintisiz olarak devam ediyor. Hukuka evvelâ bizatihi kendisi riayet etmesi gereken devletin sessizliği mânidardır. Biz diyoruz ki; bu işkence bitinceye dek, bu ülkenin Cumhurbaşkanı'ndan Başbakanı'na, Genelkurmay Başkanı'ndan Anayasa Mahkemesi Başkanı'na, Hâkim'inden Emniyet görevlisine, Cezaevi Müdürü'nden hademesine kadar herkes suçludur ve zan altındadır.