Eşya kendisine bakıldığında sadece iptidai şekilde gördüğümüz değildir. Onu şekillendiren, üzerinden kendisini tüttürecek bir mânâsı-felsefî arkaplanı vardır. Roland Barthes’in dildeki her kelimenin ideolojik bir karşılığı veya tedaisi olduğunu söylemesini buna benzetebiliriz. Özellikle Rönesans-Reform hareketleri sonrası oluşan ideolojilerin arttığı bir çağda, her dünya görüşü kendi imzasını eşyasının üzerine atmıştır veya ideolojisinin muradına uygun eşyayı üretmek istemiştir. Yine her şey bir ideolojinin sınırlandırması veya tasnifine girmiştir. Hatta bu ideolojiler eşya üzerinden insanlığa kendi düşüncelerinin propagandasını yapmayı da bilmiştir.
Her çağda eşya, insanlar tarafından çeşitli yollarla üretilmektedir ve zamanın şartlarına göre üretilmeye de devam edecektir. Rönesans-Reform hareketleriyle kendini yenileyebilen, çağının ihtiyaçlarına göre bir dünya görüşü üretebilenler, hemen arkasından eşyayı da üretip ona hâkim olacaklardır; tıpkı yaşadığımız ikiyüzyıllık dönemde olduğu gibi. Batı, Rönesans-Reform hareketleriyle yenilediği kültür zemininde aksiyona geçerek eşyayı üretebilmiş ve dünyaya hâkim olabilmiştir. Fakat insanın fıtratına yabancı, Mutlak Fikir’den bağımsız, mekanik bir dünya görüşü oluşturduğu için ilerleyen zamanlarda kurdukları düşünce sistematikleri iflas etmiştir.
Bu söylediklerimize mukabil biz eşya üzerinden iz sürüp bundan hareketle o eşyayı üretenlerin dünya görüşünün bir topoğrafyasını çıkarabiliriz. Aynı şekilde eşyadaki değişimlerden onu üretenlerin dünya görüşündeki değişimi, akabinde de o dünya görüşü müntesiblerinin sosyal, siyasî, psikolojik, vb. saikleri hakkında bilgi sahibi olabiliriz. Nitekim İbda Mimarı’nın Telegram’dan hareketle yaptığı çıkarımlar buna güzel bir örnektir.
Evet, bugün Batı, kâinatı izaha çalışan derin fikir sahasında çuvallamış durumdadır. Dünyaya kendi hâkim olduğu için de, tüm insanlığı peşinden uçuruma doğru sürüklemektedir. Artık Batının ileri gelenleri vaziyetin farkına varmış, Kapitalizmin iflâs ettiğini ve yeni bir sisteme geçilmesi gerektiğini yüksek perdeden ifade etmeye başlamışlardır. Aslında kapitalizm özelinde ifade edilen sistemin topyekün iflâsıdır. Bu iflâsın önüne geçip yeni bir dünya görüşü oluşturmak için de kimileri İbda Mimarı’nın “Sefine” isimli eserinde ifade ettiği şu yola başvurmaktadır:
“Mistisizm” genellemesiyle “din” veya “mitoloji” verilerinden seçmelerle bunları “kablî-peşin fikir” olarak kullanan ve aslında sadece –fizik mevzuunda onun takibi hâlinde- tahlil’de kalan bir takım fikir heveskârları, bu iş için, yâni -güyâ- yeni bir dünya görüşü için, holografi ve “kuantum fiziği” tabanlı bir görüş teklif ediyorlar. (Sefine, S. Mirzabeyoğlu, sh.53)
İflâs etmiş mevcut dünya görüşlerine nisbetle ruha ve ruhçuluğa bir nebze yaklaşabilmiş dünya görüşleri daha iyi görünebilir. Fakat Mutlak Fikir’den mahrum tüm dünya görüşleri bir yerden sonra iflas etmeye mahkûmdur. Zaten kuantumdan hareketle kurulabilecek dünya görüşlerinin de yine İbda Mimarı’ndan öğrendiğimiz üzere gidebileceği en ileri nokta, ruhçuluğun tersinden ifadesi halinde işi “hiç”liğe götüren Hinduizm, Budizm benzeri görüşlerdir.
Asıl meselemize dönecek olursak; bugün bilim dünyasında şok etkisi gösteren kuantum bilgisayarlar, Batı’nın kuantumdan hareketle kurulmaya çalışılan dünya görüşlerinin etkisi altına yavaşça girmeye başladığının habercisidirler. Başta dedik ya eşya kendisini üretenin dünya görüşünün imzasını taşır ve onun dünya görüşüne istinaden üretilir diye... Kuantum bilgisayarlar da bunun bir örneği. Peki nedir kuantum bilgisayarlar? Neden kuantum bilgisayar denmiştir? Kısaca bir değinelim.
Kullandığımız birçok elektronik alet, “0-1” düzeneğinde çalışırlar. Örneğin bilgisayarınızda A tuşuna bastınız. Bu A tuşunun kendine özel sayıda 0 ve 1’lerden oluşan bitleri vardır. İşlemci bu 0 ve 1’lerden  oluşan bit dizisini algılar ve ekran kartına ekranda A harfini göstermesi için komut verir. Neredeyse tüm işlemler bu şekilde gerçekleşir. Fakat burada şöyle bir kural vardır: Bir bit ya 0 olur ya da 1. Kuantum bilgisayarlarda ise bir bit hem 0 hem de 1 değerini alabilmektedir. Burada kuantum fiziğindeki süperpozisyon ve üstüste binme özelliğinden esinlenilmiştir. Bunun yanında kuantum bilgisayarlar paralel işlem yapabilmektedir. Kullandığımız bilgisayarlar işlemleri sırasıyla yaparken kuantum bilgisayarlar bu işlemleri aynı anda yapabiliyor. Bu özelliklerinden hareketle de bize klasik bilgisayarların yapamayacağı büyüklükteki birçok işlemi yapabilme olanağı sunabilmektedirler. Şunu da belirtelim: Bu bilgisayarları Google firması üretip başarılı bir şekilde çalıştırdığını duyurdu. Henüz bilim adamları bakıp test etmediler fakat Google bu konuda tatmin edici deliller sundu. Daha fazla malumatfuruşluk yapmadan meseleyi bağlarsak: Bugün Batı, kendine kuantum merkezli yeni bir dünya görüşü oluşturmaya başladığını kuantum bilgisayarlar vesilesiyle ispatlıyor gibidir. Aynı zamanda burada bizim için şöyle bir ders de vardır kanımca: Batı elde ettiği bir veriyi veya verimi eşya ve hadiseye hâkim kılma konusunda son derece mahir. Biz daha inandığımızla yaşadığımız arasında bir uyumun olması gerektiğinden bile habersizken, Batı elde ettiğini eşya ve hadiseye hâkim kılabilmektedir. Yazımızı İbda Mimarı’ndan bir iktibasla noktalayalım -vurgular bize ait-:
“İçimizde öyle bir doyma ve kanma duygusu var ki, onu doyuran ve kandıran şeye hakikat diyoruz. Halbuki hakikat, bizim duyduğumuzdan mücerret ve müstakil olmak gerek. İşte bu mücerret ve müstakil anayol, yine içimizde, fakat saklanmış olması lâzım… His sultan, akıl vezir… Haddini bilmek şartıyla!”
Üstadım’ın bu ifâdelerini hatırlatmamın sebebi, kuantum bilmecesiyle ilgili olarak “tek bir kurulu dünya görüşünün desteğiyle fiziğin otoritesinden yardım istendiği günler geride kalmıştır!” diyen fizikçiye nisbetle bizim, “FİZİĞİN OTORİTESİNDEN YARDIM İSTEMEK ŞÖYLE DURSUN, BİZZAT FİZİĞİ DÜNYA GÖRÜŞÜMÜZÜN YARDIMINA MUHTAÇ VE ONUN OTORİTESİNE TESLİM” zaruretinde görmemizdendir. (Sefine, S. Mirzabeyoğlu, sh. 81)

Baran Dergisi 486. Sayı