Dünya genelinde süregelen olağanüstülük önceki hafta da devam etti. Türkiye, Brezilya derken ardından Mısır patlayıverdi… Ancak Mısır’ın durumu diğerlerinden farklı bir mecrada seyretti. Dünyaya yutturulan “Demokrasi Masalı” Batılıların ve Ortadoğu'da gücünü dikta rejimlerinden alan diktatörlerin desteği ile yıkıldı. Örneği pek az görülmüş şekilde canlı yayında darbe yapıldı ve aynı canlılıkta bir kaç ağaç için demokrasi havarisi kesilen Batı sus pus olup darbecilerin, “cunta”nın halkına ve seçilmiş hükümetine karşı açtığı savaşı ve katliamı, seyretmeye başladı. Bu hadise, zihinlerde var olan “ikiyüzlü batı” algısını pekiştirmekle kalmadı, aynı zamanda Batı uygarlığının kapitalizm-sosyalizm-faşizm-liberalizm-demokrasi gibi bütün türevleri ile miadını doldurduğunu gösterdi. İngiliz Independent gazetesinin deneyimli Ortadoğu muhabiri Robert Fisk bu çöküşü şu şekilde özeltledi: “Dünya tarihinde ilk kez bir darbe, darbe değil. Ordu yönetimi ele geçiriyor, demokratik bir şekilde seçilmiş devlet başkanını görevden alıp tutukluyor, anayasayı askıya alıyor, olağan şüphelileri gözaltına alıyor, televizyon kanallarını kapatıyor ve zırhını başkent sokaklarına yığıyor. Ama kutsanmış Barack Obama’nın iki dudağı arasından darbe kelimesi çıkmıyor, çıkamıyor. Umutsuz Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon da böylesine saldırgan bir kelimeyi dillendirmeye cüret etmiyor. Bu, Obama olan biteni bilmiyor olduğundan değil.” Fisk, Mursi’nin demokratik seçimlerle iktidara geldiğini, bugün ülkelerini yöneten bazı Batılı liderlere kıyasla daha fazla oy aldığını, popülerliği düşse dahi bunun bir darbe gerekçesi olamayacağını belirtti. Robert Fisk yazısında, "Bu, 'Avrupa orduları, Avrupalı Başbakanlar, kamuoyu yoklamalarında yüzde 50’nın altına düştüklerinde iktidara el koymaları gerekir’ anlamına mı geliyor?"

Bu handikapa Başbakan Erdoğan da dikkat çekti; “Hani Batı demokrasiden yanaydı ? Hani Batı demokrasinin ülkelerde uygulanabilir hale gelmesinin mücadelesi veriyordu? İşte bu bir samimiyet testidir ve Batı bu samimiyet testinde de yine, tekrar sınıfta kalmıştır. Demokratik darbe olmaz. Yaşam ile ölüm ne kadar birbirinin zıttıysa, 'yaşayan ölü' kavramı ne kadar anlamsız ve saçmaysa, 'demokratik darbe', 'iyi darbe', 'olumlu darbe' kavramı da o kadar anlamsızdır, o kadar saçmadır.”

Küçük bir dipnot; Mısır'da yapılan darbe sonrası Mursi’nin yerine Cumhurbaşkanı olarak 1400 yıl sonra ilk kez bir Hıristiyan, Adli Mansur getirildi. Cumhurbaşkanı atamasının ardından Selefi cephesinde bağlılarını bile şok eden bir gelişme yaşandı. Mısır siyasetinde ciddi bir etkisi olan Selefi Nur Partisi, ülkeyi 30 yıl demir yumrukla yöneten Diktatör Mubarek’in izlerini yansıtan Mısır Ordusu’nun askeri darbe kararını ayakta alkışladı. Mısır’daki askeri darbeyi meşrulaştıran tutumuyla ön plana çıkan Selefi kesimin temsilcisi Nur Partisi, Mursi’nin devrilmesi ve askeri yönetimin Mısır’da ülke yönetimini eline geçirmesiyle sonuçlanan anti-demokratik süreçte önemli rol oynadı.

Mısır’da darbe öncesi siyasi tabloda, meclisteki sandalyelerin yüzde 25’ine sahip olduğu gözlenen Nur Partisi, İhvan-ı Müslimin’in birinci parti olarak çıktığı genel seçimlerde yüzde 27,8 oy alarak Mısır Meclisi'nde 111 sandalye kazanmıştı.

Tabii selefi akran yalnız değil. Benzer bir haberde Türkiye’den, arkadan vurmaya alışkın zevattan. Bunlar 28 Şubat'ta da böyleydi, şimdi de değişen bir şey yok: “İslam coğrafyasında mütedeyyin insanlar, yönetime talip olacaklarsa dini referans almamalıdırlar. Din, siyasete vasıta yapılınca her şeyden evvel dinin özü zarar görüyor. Dine karşı bir saygısızlık oluyor. Ayrıca kendisini samimi Müslüman olarak gören, kabul eden geniş kitleler kendilerini dışlanmış hissediyorlar. (..) Mütedeyyin insanlar için zemin; demokrasi, hukukun üstünlüğü, paylaşma ve evrensel insani değerlerdir. Ancak böyle bir zeminde, kimseyi ürkütmeden, endişeye sevk etmeden, güven sorunu çıkarmadan bir yönetim sergileyebilirler… (Hüseyin Gülerce, 05.07 Zaman)

Diğer çıbanbaşlarını (Perinçek, Kılıçdaroğlu.H.Baş vb) saymaya gerek yok sanırım.

Ve son dipnot; İşgal altındaki Gazze'ye ulaşmak için, İsrail rotasını tercih etmeyen Erdoğan, Filistin topraklarına, Mısır üzerinden, Refah Kapısı'nı kullanarak geçecekti. Ancak el Sisi'nin komutasındaki Mısır Ordusu'nun darbesi, Erdoğan'ın Gazze gezisini de ertelemiş oldu.

Yemen’den Brezilya’ya, Türkiye’den Mısır’a, Afganistan’dan Afrika’ya ne zaman nerede patlayacağı meçhul kitle kalkışmaları sıradan şeyler değil. Muhtemelen, ehli tarafından yüzyılın diyalektiği diye ilan edilen “Kendinden Zuhur Diyalektiği’nin tıkır tıkır işleyişine şahit olacağız. Hatırlatalım ve ekleyelim: Mısır kendi istikbalini tayin edecek “Mutlak Fikir Nizamı”na doğru ilerliyor. Bu ilerleyiş zincirin halkaları gibi bütün Ortadoğu’yu saracak ve dünün “Arap Baharı” diye başlayan doğum süreci aslına rücû edip devasa bir İslâm İnkılâbı zuhuruna kapı aralayacaktır. Büyük Doğu Mimarının işaret edişiyle; “İstikbalin büyük hareketleri, artık, parça ve ucuz ihtilâl sınırını aşş ve hem içeriye, hem dışarıya doğru, kıt'a ihtilâl ve inkılâbı çapına ulaşştır.” NFK, İhtilal s.339)

Bütün bunlar karşısında “Mü’min Tavrı” ne olmalı? Malum sebeplerden hangi neticeler çıkarılmalı? Ve dünya genelinde gerçekleştirilecek büyük İslâm inkılâbı için hangi hakikatler devşirilmeli, hangi pratikler gösterilmeli veya istifade edilmeli? Mevzuumuzu Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Milli Gazete deki röportajından bir pasajla genişletelim. Kendisi de iki yıla yakındır cezaevinde tutulan Gazeteci Şükrü Sak soruyor; “Bu “Arab Baharı” denilen hadiseleri, herkes bir ucundan bir tarafa çekiyor?” O cevap veriyor;“Bir şeyler oluyor. Olup biteni -olup bittikten sonra- siyasî istismar -kendi lehine- ayrı mesele, hadisenin çok farklı bir arka plânı var; sanırsın dünya sancılanıyor… Doğum sancısı mı, ölüm sancısı mı; düğüm bu. Yanlış hatırlamıyorsam Amerikan Dışişleri Bakanıydı; “Gerçekçi olalım, ne olup bittiğini biz de anlamıyoruz, neticenin nereye varacağını bilmiyoruz” gibi laflar ediyordu. Hadise ortada ama, “niyetler başka başka” olmasından hareketle, Zamanın Maksatlılığı’ndan -bizim için- onunla irtibatlı, ona rabt olmuş bir şuurla sezmeye çalışmak lâzım; Zamanın maksatlılığına rabt olmuş bir şuurla değerlendirmek… Bu da ideolocya demek, sistem demek… Bunun gerektirdiği bir oluş çabası ve duruş yoksa, 'dünya yıkılsa sana ne' gibi bir yere varır. Orda öyle olur, burda böyle olur… Sen “nesin?” nerdesin ve kimsin, “hastanın” karşısında doktor -doktor keyfiyeti ile- çözüm reçete sunan bir yerde mi, hastayı seyreden meraklı kalabalığın içinde mi, durduğun yer neresi…” (Milli Gazete, 24.06.13)

Yazımız Kumandan’ın istikametini çizdiği noktada muhasebe ve muhakeme gayesi gütmektedir.

Batının on yıllardır yürüttüğü “Ilıman İslam Projesi” başa alınarak ilk olarak şu söylenebilir; Batı ve Siyonizm bu projeden vazgeçti. Çünkü şu veya bu şekilde iktidarına vesile oldukları yahut dikta rejimlerin büsbütün yıkılma endişesi ile kısmen önünü açtıkları Müslümanların çok güçlü ve dinamik olarak kendilerini tehdit etmeye ve topraklarının tam bağımsızlığı için mücadele etmeye başladıklarını gördüler. “Evdeki hesap çarşıya uymadı” atasözünden mülhem geri adım atmaya, eski işbirlikçileriyle yakınlaşmaya başladılar. Bunu yaparken de “genel kaos ve masumiyet edebiyatı” düzleminde propaganda ve eylem geliştirdiler. İçte ve dışta bu yönde yıllar önceden hazırlanan örgütler, gruplar, yapılar mevcuttu zaten. Öylede oldu. Sermaye, medya ve özenle kurgulanmış politik bir dil desteği ile harekete geçtiler. Ama hiçbir şey geçmişteki gibi kolay değildi artık. Çünkü Batı ekonomik ve siyasi olarak zayıflamışken İslam coğrafyası hem zenginleşmekte hem de siyasî olarak artık ne istediğini ve neyi istemediğini bilecek çapta gelişmekteydi. Nereden nereye! Dünya sancılanıyor ve Büyük Doğu Mimarının ifadesiyle “Dünya büyük bir inkılâp bekliyor.”

Mısır’da gerçekleştirilen hukuk dışı yollarla iktidarı ele geçirme girişimine, yani komitacılığa ülkemiz yabancı değil. 1870’li yıllardan beridir Anadolu insanı bu komitacıların, cuntacıların zulmü, işkencesi, sömürüsü ile kıvranıp durmaktadır. II.Abdulhamid’i tahttan indiren kafa ile Mısır’da Mursi’yi iktidar koltuğundan indirmek isteyen kafa aynı kafadır. Şahısların hataları ve kusurları bir tarafa bugün Siyonizm’in, Batının, Vahhabî Suudi Hükümetinin ve Şii İran’ın Mısır’ın meşru hükümetine karşı tavır alması bile şer cephesinde oluşan ittifakın bize neyi ihtar ettiğini ve nelere hazırlıklı olmamız gerektiğini göstermektedir.

Gezi olaylarıyla ilgili Bakan Atalay’ın bir açıklaması oldu, "bu olaylarda Yahudi Diasporasının çok güçlü faaliyeti söz konusu" diye. Başbakan yine “faiz lobileri” diyerek belli güç odaklarına dikkat çekmişti. Öte taraftan kendi milletine, vatandaşına kurşun sıkmayı, şarap içip başörtülü kadınlara saldırmayı “devrim” zanneden yağmacı- parsacı grupların mason – rotary kulüpleri tarafından örgütlü bir şekilde nasıl koordine edildiği vs. basına yansımıştı… AKP iktidarı darbecilerle cidden mücadele etmek istiyorsa önce bu bataklıkları kurutmalı, kubur faresi gibi öteye beriye kök salmış bu mason ve rotary kulüplerini lağvetmeli ve bütün faaliyetlerin yasadışı ilan etmelidir. Çünkü bunlardır darbeleri örgütleyen, hazırlayan, tabana yayan. Mısır’da da durum farklı değil. Uluslar arası güç odakları ile birlikte içte organize olmuş küçük birlikler kitleleri harekete geçirmekte ve darbe için uygun zemin oluşturmaktadırlar. Mevcut iktidarın alması gereken tedbir bu iken ihmali noktasında bedeli ağır olur.

Mısır örneğinde olduğu gibi Anadolu Müslümanların "sokak pratiği"ne, uzun süre mücadele etme ruh ve ahlakına, kendilerine karşı gerçekleştirilecek saldırılara karşı koyabilme güç ve yeteneğine oldukça fazla ihtiyacı var… Bilhassa medya ve Tv’ler kapatılmak istendiğinde onun kapanmasını engelleyecek ve alternatif yayın kanalları üretecek, mensupları arasında çok hızlı ve seri iletişim ağı kurabilecek, toplu gösteriler organize edebilecek ve çeşitli tepki araçlarını kolayca sağlayabilecek bir ideolojik eğitimden geçirilmesi lazım… Yoksa sokak pratikleri çok iyi olan gruplar “şu bu sebeplerle evinden, işyerinden çıkmaması sağlanmış” Müslümanları rahatlıkla avlar ve üçyüz-beşyüz kişi milyonlarca insan üzerinde rahatlıkla hâkimiyet kurabilir.

Mısır’da Tahrir meydanına çıkan Mısır’lı laik batıcıların büyük çoğunluğunu Kıptiler ve laik/solcu gruplar oluşturuyordu. Türkiye’de benzer bir yapı her an mümkündür. Kardeşlik edebiyatı üzerinden (ki biz buna can u gönülden inanıyor ve öyle kabul ediyoruz) tedbirsiz ve ehliyetsiz hareket etmek ölümcül sonuçlar doğurabilir: Sırplar silahlanırken evlerinde oturup gazete okuyan ve onlar bizim komşumuz deyip tehlikeyi göremeyen, tedbirini alamayan Boşnakların hali malum. Yüz binlerce ölü, bir o kadar kadın ve çocuğa tecavüz ve milyarlarca lira değerindeki mülkün yağmalanması…

Tahrir’de Mursi karşıtı yapılan gösterilerde göstericiler tarafından 97 kadına toplu tecavüzler gerçekleştirilmesi, laik batıcı rejim mensuplarının fırsat bulunca nasıl kan dondurucu vahşete imza attıklarını göstermeleri bakımından mühimdir. Ülkemizde bunun örneklerini camilere ve namaza giden cemaate saldırmak, başörtülü kadınları taciz etmek falan şeklinde gördük. Gecikmişte olsa İhvan’ın Mursi’yi tutuklayanlara karşı yüzbinleri sokağa ve direnişe davet eden eylemler düzenlemesi, El-Ezher Âlimlerinin kefenlerini alıp “can pahası kan pahası” eylemleri desteklemesi, Sina vb yerlerde farklı silahlı grupların sivil halka ateş yağdıran ordu, polis ve rejim yanlısı çetelere saldırıda bulunması, darbecilerin afallamasına, korkmasına ve tedirgin olmasına sebeb oldu. Bu her zaman böyledir; Zalime boyun eğdikçe zulüm artar, direndikçe hem zulüm azalır hem de zalim yerlere serilir.

Rejimin korucuları milleti içeride tutmak için türlü psikolojik savaş-operasyon yöntemlerine başvururlar. Provokasyona gelmemek, gösterilerle bir şey elde edilemeyeceği, sokağa çıkanların terörist olduğu, Müslümana sokağa çıkmanın yakışmadığı vs. gibi. Bunlarla ikna edemedikleri için de sokakta çeşitli yollara başvurur; önce lojistik imkânlarını daraltır, yalnızlaştırır, uzun bir süre gergin olmalarını sağlayıp sağlıklı karar almalarına engel olur, bölmeye ve grup grup ayırmaya çalışır, grupları gözleyen kişiler aracılığı ile öncü-lider tipleri belirler, onları içlerinden çekip alamaya gayret eder, vs. Bütün bunları aşmanın tek yolu vardır; davada, ahlakta tek duyuş-tek hissediş. Yine neye karşı olduğunu ve neyi istediğini bilmekte… gerisi kolayca gelir ardı sıra zaten.

Nihai sözümüz “İslâmın hakimiyeti,ümmetin topyekûn kurtuluşu dâvâsı söz konusu olduğunda, garazsız ve ivâzsız bütün mü’minler kardeştir.”(Salih Mirzabeyoğlu)