Belki birçoğumuz zamanın akışı içerisinde yaşadığımız sürecin ehemmiyetinden bîhaberiz... Bir kısmımız da önemli günler geçirdiğimizin belki farkında ama bugünlerin tarihin akışında bir köşe taşı olacağını düşünmüyoruz.
Batı’nın İçimizdeki Uzantıları
Osmanlı’nın o ihtişamlı günlerinin geride kalmasının ardından Büyük Doğu coğrafyasında yerinden oynatılan taşlar bir türlü yerine oturtulamamış, Müslümanların yakası o gün bugündür bir araya gelmemiştir. Bunda Müslümanların özünü kaybedip, fikrî taklitçiliğe yönelmesi en önemli faktördür. Bu faktörün tesiri, Batılı emperyalistlerin bu ülkelerdeki ajan yapılanmaları vasıtasıyla artırılmıştır. İttihat ve Terakki’den bugünkü taşeron paralel örgüte kadar birçok grup ve güruh, ister farkında olsunlar ister olmasınlar, emperyalistlerin içimize soktuğu çıbanbaşları olarak göze çarpmaktadır. İttihatçılardan, yobaz Kemalistlere, Liberallerden “anti-emperyalistiz” deyip emperyalizmin değirmenine su taşımaktan başka bir faaliyette bulunmayanlara ve bugün İslâmî püritenizm peşinde koştuğunu iddia ederek milletin imanını çalmaya çalışan taşeronlara kadar hepsi, Batı’nın içimizdeki uzantıları niteliğindedir.
İslâm’ın yükselişinin cebir kullanarak önlenemeyeceğini anlayan Batı’nın, İslâm’ı içten tahrif etmek için bir takım çalışmalara giriştiği malumunuz, malumumuz. Bu girişimlerde kullanılmak üzere aktörlüğe ise, gerek mizaç hususiyeti, gerekse de fikirleri sebebiyle Gülen uygun görülmüştür. Tabii Gülen de bu “vazife”ye gönüllü olarak talib olmuştur kanaatimizce.Kanaatimizce diyoruz çünkü, son 33 yıldır, 1981'den beri bu yapılanlardan hiç pişmanmış görüntüsü vermiyor. Geride bıraktığımız 33 yıl içerisinde Gülen grubu bu proje için yetiştirilmiş, her alanda önü açılmış, devlet kadrolarına yerleştirilmiştir. En son 28 Şubat Postmodern Darbesi ile misyonunu tamamlayan yobaz Kemalizm yerini “ılıman laiklik- Ilıman İslâm”a bırakmıştır. 2000’li yıllarda ılımanların devlet kadrolarına yerleştirilmesi adına haklı-haksız bir çok tutuklama ve yargılama cemaatin hâkim, savcı ve kolluk kuvvetleri eliyle yapılarak bu tasfiye ve devir teslim süreci tamamlanmıştır.
 
“Ilıman İslâm” ve Cemaat
Düşmanın kim olduğunu bilirsen gelecek bir hamleye karşı tedbirli davranır ve ona göre gardını alırsın; lâkin hamlenin yolda birlikte yürüdüklerinden geleceğini tahmin etmediğinden zor durumda kalırsın. Mevcut hükümetin tüm uyarılarımıza rağmen düştüğü durum da budur. Ak Parti’nin iktidara gelmesinden 2010’lu yıllara girene kadarki süreçte Ak Parti ile Cemaat arasındaki ilişki bu şekilde tarif edilebilir. R. Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığını yaptığı Ak Parti hükümeti, cemaatin her istediğini yerine getirmiş, bir dediğini iki etmemiştir. 2011 seçimlerinde Gülen'in “100 vekillik istiyoruz” talebini reddeden Erdoğan, belki de ilk defa bir çevreleme harekâtıyla karşı karşıya olduğunu farketti. Ak Parti içerisindeki kurmayların birçoğunun da cemaat sempatizanı olmasını da eklersek, Erdoğan’ın durumu daha iyi anlaşılır. Mizacen bir “devrimci”den ziyade bir “tekamülcü” olan Erdoğan, bu sorunu belli bir vade içinde “tedricen” çözmeyi planlamaktaydı planlamasına ama, bu kumpastan kurtulmak o kadar da kolay değildi. Erdoğan'ın daha 2011 yılında kamu personeli alımlarında cemaat dışı grupların kullanılması yönündeki istekleri pek yerine getirilemiyordu. Atı alan Üsküdar'ı geçmiş, bütün köşe başlarını Cemaatçiler tutmuştu. Bunu yıkmak ancak devrimci bir hamle ile mümkündü. Ama başlattığı bu hamleler bile cemaati rahatsız etmişti. Bu prangalardan kurtulmak isteyen Erdoğan’a gerek içeriden gerekse dışarıdan kumpaslar kurularak, “mecburen” millîleşen Türkiye’nin önüne geçilmek istenmiştir. Mecburen diyoruz, çünkü saldırı Batı kaynaklı olduğundan Erdoğan, tabii olarak Batı'ya karşı tavır almak durumunda kaldı.
Bu yapının İslâmî püritenizm ile reformist bir tavır takınarak samimî Müslümanları kandırıp imanlarıyla oynaması önümüzdeki aslî tehlikelerdendir. Benimsemiş oldukları “dinlerarası diyalog” fikri, emperyalizmin kendisine karşı durabilecek Ehl-i Sünnet vel Cemaat çizgisindeki “ana gövde”nin tahrip ve tahrifi için üretilip uygulamaya konan bir projedir ve bu projenin ana oyuncusu Cemaattir. Bu projedeki Yahudi mizacını görmek çok da zor olmasa gerek… “Bir millet ve memleket birlik ve bütünlüğünü güve gibi için için yiyen gizli kuvvetleri tanımak; onları ister isimlendirerek ister isimlendirmeyerek, fakat mutlaka kurmay sırlariyle teşhis etmek ve ruh vatanında nüfuz ve istilâ nahiyelerini fark etmek bakımından” bu mizacın hususiyetlerinin farkına varmak elzemdir. Önce Musevîliğe, sonra İsevîliğe içten yapmış olduklarını şimdi de İslâm üzerinde oynayarak küresel dünya hükümetinin periferinde ilerleyecek ve yön alacak küresel dünya dinini oluşturma emelleri çerçevesinde kurulan bu kumpasın bir oyuncusudur Fetullah Gülen.
 
Türkiye vs Taşeron Cemaat
Dönemin başbakanı R. Tayyip Erdoğan ile Fetullah Gülen, aslında başlangıçta gayet uyumlu bir şekilde, tam da emperyalistlerin istediği tarzda koordineli olarak iş birliği yapmışlardı. İlk 5 sene böyle geçti. Daha sonra kimilerine göre şahsî menfaatlerin işe karışmasıyla, kimilerine göre ise millî bir duruşu olan R. Tayyip Erdoğan’ın kumpasın farkına varması neticesinde, Erdoğan ile Cemaat arasındaki kavganın gören gözler için ilk emareleri kendini göstermeye başlamıştı. Bu kavgada Müslüman Anadolu halkı, sağ duyusuyla R. Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’den taraf olurken, cemaatin arkasında ise CIA-MOSSAD gibi istihbarat örgütleri saf tutmuştur. Halk desteğini arkasına alamamış, halk nezdinde meşruiyetin merkezinde olmayan hiçbir hareketin başarıya ulaşamayacağı kaidesi burada da işlemiştir, işlemeye devam etmektedir. Bugün vazifeyi Erdoğan’dan alıp devrettirecekleri asıl aktör olan Cemaat halk nezdinde tüm itibarını kaybetmiş ve üzerine yıllarca beyin patlatılan, siyasî, iktisadî ve içtimaî analizler yapılarak ortaya konulan Büyük Ortadoğu Projesi boşa çıkmıştır. İşte günün ehemmiyetinin sebebi, ajanları vasıtasıyla bu memleketi idare eden, Müslümanları dirlik ve birlikten mahrum bırakmak adına yeri geldiğinde katliamlar yapıp zulmeden, yeri geldiğinde fitne sokan Batı emperyalizminin bugün Anadolu’da yüz küsur yıl sonra ilk mağlubiyetini tatmak üzere olmasıdır.
14 Aralık 2014’te başlatılan operasyonlara bu gözle bakma durumundayız. Cemaat her zamanki gibi ağlak tavırlara bürünse de İslâm’ın ve Müslümanların bekâsı için acı ve merhameti bir kenara koyup kangren olan uzvu kesmeyi bilmeliyiz. Zaten orta zekâ sahibi her insan, Fuat Avni rumuzlu hesaptan operasyon olacağına ve içeriğine dâir sızdırılan “doğru” bilgileri gördükten sonra, aradan geçen bir seneye rağmen bu grubun bir virüs gibi nasıl devletin en derin noktalarına sızdığını ve bir türlü atılamadığını görecektir. Dün İsrail otoritesini savunurken bugün kendi devleti olduğunu iddia ettiği Türkiye’yi ve yönetimini yerden yere vurmasından Gülen’in ne tıynette biri olduğunu herkes görmektedir. Herkes daha düne kadar “hoşgörü” diye diye Müslümanları aksiyondan koparan ve uysal bir koyuna dönüştürmeyi uman cemaatin bugün kendi menfaatleri söz konusu olduğunda nasıl bir yerlerini yırttığını şaşkınlıkla temaşa etmektedir. Aklı başında olan ve at gözlüğüyle bakmayanlar, söz konusu İslâm’ın emri başörtüsü olduğunda “füruattır” diyecek kadar sapkın, “Mavi Marmara’da ölenler şehid değildir” diyecek kadar Batıcıya ve kâfire yanaşma kaygısıyla hareket eden Gülen ve yanaşmalarının, şahsî çıkarlarını İslâm’ın çıkarının üzerinde gördüğünü anlar.
7 Şubat 2012 MİT kriziyle baş verip, dershane meselesi ve 17 ve 25 Aralık 2013 darbe teşebbüsleri ile ayyuka çıkan Türkiye-Taşeron Cemaat çatışmasında daha birçok hadiseye şahitlik edeceğe benziyoruz. “Bu pilav daha çok su kaldırır”. 17 ve 25 Aralık darbe girişimlerinden sonra gerçekleştirilen ilk büyük çaplı operasyon ile taşeron cemaatin kurmay kadrolarının gözaltına alınmasının arkasından cemaat de yeni hamleler peşine düşecektir. Nitekim bunun sinyallerini Gazeteci-Yazar Yakup Köse’nin tutuklanmasıyla verdiler. 25 Aralık 2013’te hükümete yapılan operasyonla beraber yürütülen bir cemaat hamlesiyle Yargıtay tarafından cezası aynı gün, yani 25 Aralık 2013'te onanan 32 Müslüman'dan biriydi Yakup Köse. 14 yaşından itibaren ilk önce Kemalistler, ardından şimdi de Cemaat kod isimli çete tarafından eziyet gördü Yakup Köse. Cemaat kendisine yapılan her operasyonda İbdacılara saldırırken, burada papucun pahalı olduğunun farkına bile varamıyor. Müslüman Anadolu halkı bu yapılanların karşılığını fazlasıyla verecektir.
Bu çatışmada tarafımız elbette Türkiye’dir. İslâm’ın ve Müslümanların düşmanını CIA ve MOSSAD’ın taşeronu cemaate karşı yapılacak her hamlenin destekçisi olacağımızı da belirtelim. Halkın desteği arkasında olan Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ve Ak Parti hükümeti, bu ajan yapılanmanın bitirilmesi için elinden geleni yapmalı, karşı hamlelere mukabil dik durarak mücadele etmeli ve taviz vermemelidir. Cemaat için bir rüyanın sonu artık gelmiştir. Halk gerçeğin farkına varmıştır. MOSSAD ve CIA ajanlığı ile buraya kadar.
Baran Dergisi 414. Sayısı