“Bandırma Cezaevi isyanı” davasında 32 kişiye toplam 228 yıl verilen cezalar Yargıtayca kısa bir süre içerisinde onandı. Neler söyleyeceksiniz?

Hayata dönüş operasyonları zaman aşımından düştü. Metris isyanı yani “Noel Baba Operasyonu” davasında ise önce 3 yıl 4 ay ceza verildi ve sonra infaz durduruldu. İBDA-C mahkûmlarının Bandırma isyanı davası ise 14 sene sonra Yargıtay’da 6,5 yıldan 11,5 yıla kadar ağır cezalara çaptırıldı. Hâlbuki 20’ye yakın cezaevlerindeki isyan davalarını (Hayata Dönüş) zaman aşımından düşüren yine aynı Yargıtay idi. Yani Türkiye’de bu davalardan ötürü ceza almış kimse yok! Bandırma ilk oldu. Fakat hukukta “Uygulamada Birlik” ilkesi var. Acaba Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Yargıtay’ın aynı davalarda daha önce verdiği kararları görmüyor mu?

Sizce neden böyle farklı uygulamalara gidildi?

Yargıtay 9. Ceza Dairesinin, aynı davalardan daha önce verilen kararları bilmemesi mümkün değil. Açıkça söyleyeyim, Yargıtay 9. Ceza Dairesi “Cemaat”in ağırlıkta olduğu bir daire. Bizi, yargıdaki cemaat yapılanmasını bilen siyasetçi ve hukukçu arkadaşlar uyarmıştı. Ve tam da cemaatin hükümete darbe teşebbüsü tarihinde 25 Aralık 2013’de Yargıtay 9. Ceza Dairesi 32 kişiye ağır cezaları onadı. Şu tevafuka bakın ki Bandırma Noel Baba Operasyonu’nun cezası Yargıtayca Noel’in başlangıç günü olan 25 Aralık’ta onaylandı.

Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı yok mu sizce?

Yargı bağımsız ama tarafsızlığını yitireli çok oldu. “Tarafsızlık” objektif ve subjektif tarafsızlık şeklinde olur. “objektif tarafsızlık” dış baskılara karşı, “subjektif tarafsızlık” ise hâkimin kendi içine karşı tarafsızlığı demek... Fakat cemaat mensubu hâkimlerin vicdanlarına göre değil de blok olarak hareket ettikleri ve yukarıdan gelen talimata göre gözlerini kırpmadan cezalar verdikleri ispatlanmış vaziyette. En son olarak bizim davamız buna örnektir. Ne de olsa bizler İBDA’cıyız ve yıllardır emperyalizm hizmetçiliğini yapan “Gülen Hareketi”ni eleştiriyorduk. Hukuk ve ahlak mevzuu… Hak ve hakikati ölçü almayan ister siyasi ister dini yapılanmalar olsun ahlaksız tavırlar sergiler. Gündemdeki son gelişmelere bakarsanız söylediklerimi daha iyi anlarsınız. İsrail’i “otorite” kabul edenlerin ve böylelerin namazları ise kendilerine kalsın.

Davanın hukuki durumundan bahseder misiniz?

28 Şubat döneminde oluyor hâdise 5-7 Ocak 2000... F Tipi Cezaevlerine zorla götürülme söz konusudur. İnsan ve Müslüman onurunu korumak isteyen İBDA-C mahkûmlarının üzerine kurşunlar sıkıldı. Hasan Meriç isimli gönüldaşımız G-3 mermisinden çıkan kurşunlarla şehid oluyor. Çoğu kurşun yarası olan 15 yaralımız var. Ve bütün bunlara rağmen arkamızdan tutulan tutanaklarla “Cezaevinde isyan ve tahribat” diye de dava açılıyor. Askerin yaptığı tahribatlar bize yıkılıyor ve üst sınırdan ve artırımlarla cezalar katlanarak veriliyor. Zaman aşımına sokmamak için verilen cezalar ise yüksekte tutuluyor. Kamera kayıtları incelenmiyor, savunmanın talepleri dinlenmiyor, eksik soruşturma yapılıyor. Öyle ki, Hasan Meriç gözlerimizin önünde kurşunlandı. Bandırma Devlet Hastanesi’nde “Ölü Muayene Raporu” ile kurşunla vurulduğuna dair bir rapor düzenleniyor. Fakat Jandarma tarafından gönüldaşımızın aziz naaşını Bursa Adli Tıp’a götürüyorlar ve önden girip arkadan çıkan göğsündeki kurşun yarasına önden ve arkadan şiş sokuluyor ve “arkadaşları öldürdü” deniliyor. Arkadaşımızın cesedine de işkence ediliyor. Bu raporlar elimizde ve sonradan yaptığımız suç duyurusu da Bandırma Savcılığınca kapatılmış durumda.

Yargıtay’ın “bağımsız fakat tarafsız olmadığı”nı söylediniz. Neye dayanarak bunu söylediniz?

Gaziantep merkezli Vasat davasında 13 sanığın tamamı için Yargıtay Cumhuriyet Savcısı davanın bozulmasına dair 3 sayfa tebliğname vermesine ve silah da olmamasına rağmen cezalarını Yargıtay 9. Dairesi onayladı. Keza, Elazığ İhya-Der, Adıyaman Vahdet Der davalarında da hukuksuz kararlar ve onamalar verilmiştir. Keza, KCK ve Çağdaş Hukukçular Derneği Avukatları davaları da emniyetin kurguladığı ve yargının onayladığı cemaat yapılanmasının operasyonlarıdır. Bu açıdan bakıldığında ise Bandırma İBDA/C tutsakları davası da son bir örneği olmuştur cemaat zulmünün. Kemalistlerin başlattığı işi adeta cemaatçiler tamamlamıştır. Üstelik benim ve bir arkadaşım hakkında Yargıtay Cumhuriyet Savcısı “zamanaşımı doldu” demişti. Fakat karar siyasi ve planlı idi.

Yargıtay’ın bu kararının hukuki değil siyasi mi olduğunu mu söylüyorsunuz?

Tamamen öyle… Delil, şahit ve belgeler hiç önem arz etmiyor ki! Kararlarını vermişler bir kere! Bu durumda, artık bizim de siyasi savunma yapmamız elzem oluyor haliyle… Hukuk ahlakın pıhtılaşmış halidir. “Fikrin içine işlemiş işletici sıfat ki ahlak olup fikri daha ileriye doğru zuhur ettirir”.  Fikir ve ahlak olmayınca rejim bunalımı doğar ve nizam tesis edilemez. Siyasi iktidarın da ahlak ve hukuk derdi yoktur. Dün Kemalist yargı, bugün paralel yargı için hak-hukuk ve adalet bir mânâ ifade etmiyor. Bundan 15-20 yıl önceden bir misal vereyim: İBDA Cephelerinin Adapazarı’nda bazı faaliyetleri oluyor, gözaltılar oluyor. Cemaatçi savcı (ismi Hüseyin) tutuklama istiyor, nöbetçi hâkim arkadaşların hepsini bırakıyor; demek ki tutuklamaya gerek görmüyor. Fakat “cemaatçi” savcı itiraz ediyor ve bütün arkadaşların tutuklanmasını temin ediyor. Anlayacağınız bu kadar art niyetliler. Şunu artık herkes biliyor ki, “cemaat” İslâmî cemaatlere daha düşmanca davranıyor.

Kâzım Bey siz en yüksek cezayı (11 yıl 6 ay 10 gün) aldınız. Azmettirici olarak.

Benim ve iki arkadaşın liderlik ve azmettiricilikten dolayı ağır cezaya maruz kalması mahkeme düzmecesidir. Hiç bir arkadaş bu yönde ifade vermemiştir.  Zaten o dönemde bütün mahkumlar F tipi cezaevi hücrelerine karşıydı ve mahkumlara oraya gitmemeleri konusunda kimsenin telkinde bulunmasına gerek yoktu. Ben 8 yıldır çıkan İBDA fikriyatına bağlı haftalık Baran Dergisinin Yayın Kurulu Üyesiyim. 1990-1995 yıllarında ise yine aynı çizgide yayın yapan Taraf Dergisi’nin yazı işleri müdürü ve yazarı idim. Ondan dolayı cezalarım vardı ve bunların da üstüne İBDA-C örgütü cezası da eklendi. O zamanların DGM yargılamaları, askerin brifingleri ve Salih Mirzabeyoğlu’na verilen idam cezası mâlum. Bizler de nasibimiz kadar zulme maruz kaldık. Allah yolunda başa gelen belaya şükretmek gerekir. Bugünkü ceza ve zulümlere de bu gözle bakıyoruz. Zalimler ile her an hesaplaşma şuuruyla; fakat bir zalim giderken (Kemalistler) başka bir zalim (Cemaatçiler) gelmesine de müsaade edilmemeli. Siyasî iktidarlar boyunca da değişen bir şey olmadığını da görmekteyiz.

Cezalar karşısında neler hissettiniz?

Bütün arkadaşlar şuurludur ve Kelime-i Tevhidi yüce tutmanın arzusuyla doludur. Bandırma Operasyonu’nun bir Ramazan ve arefe günü yapıldığını ve operasyona katılacak askerler arasından oruç tutan askerlerin ayıklanıp, tek tip elbise giymiş rütbeli askerler tarafından yapıldığını ve Balıkesir garnizon komutanı olan Korcan Pulatsü’nün daha sonra Balyoz davasından hükümlü olduğunu belirteyim.

İslâmcı mahkûmlara hangi gözle baktıklarını operasyonda sıktıkları kurşunlardan ve cezaevine atılan gaz bombalarından ve kendilerinin bizim koğuş havalandırmasında çıkardıkları yangından anlamak gerekir. Bu hâdiseyi o zamanların Vakit gazetesi “Oruç’a İnfaz!” başlığı ile haberleştirmiş ve manşettten yayımlamıştır. Müslümanların onurunu dik tutan Salih Mirzabeyoğlu ve onun bağlılarının tavırlarıyla bu günlere geldik. Aslında boğulmak istenen bu dik duruş idi, ama muvaffak olunamadı. Yine bugün de Hak ve halk düşmanı iç ve dış mihrakların oyunlarına karşı en çok İslâmî ruh ve direnişle karşılık verilebilir. Necip Fazıl’ın destanlaştırdığı ve Salih Mirzabeyoğlu’nun sürdürdüğü İslâm’ın binek taşı “Anadoluculuk” ideali, bu topraklarda daha gür olarak zuhur edecektir. Onun için bizim cezalardan yılmamız söz konusu değildir. Hz. Ömer’in ifadelendirdiği şu husus bizim için ölçü olmalı: “O günden başlayarak, Allah İslâm’a izzet verinceye kadar boyuna kâfirlerle dövüştüm…”

Bu söyleşi için teşekkür ederim.

Ben de alakanızdan ötürü size teşekkür ederim.