Esselâmü aleyküm.
Bugün konuşacağımız konu önemli, hem de çok önemli.
(Carlos, 13 Kasım 2015’te Paris’te IŞİD tarafından gerçekleştirilen ve 130’dan fazla insanın öldürüldüğü, 350’den fazla insanın yaralandığı silâhlı ve bombalı saldırıları kastediyor.)
Geçen sene 15 Aralık’ta Paris Üniversitesi’ne teslim ettiğim “Psikolojik Savaş” konulu yazımı biliyorsunuz. Yanılmadım! Sizinle konuşurken bazen aynı şeyleri tekrar ettiğimi biliyorum ama yanılmıyordum. Gerçi her istediğim şeyi de konuşamıyorum elbette ama altı ay kadar önce “İslâm Devleti” sözcüsünün söylediklerini hatırlayın:
- “Fransızları vuracağız, vurmak zorundayız, çünkü birinci düşmanımızdır Fransa!”
İşte bu çerçevede konuşmuştu o gün sözcü; Arabça konuşmasını dinlemiştim. “Birinci düşman Fransa” ne demek peki? ABD’den bile, İsrail’den bile çok daha fazla düşman demek. İnanılmaz bir şey bu; Fransa niçin “birinci düşman” olsun ki?.. “Fransızları öldürmek zorundayız!” diyordu; fenâ!..
Irak’ta bulunduğum zamanları hatırlıyorum şimdi. Fransızları severdi o zaman Iraklılar. Suriye’de durum başkaydı gerçi ama Saddam zamanında, Irak hükümetine, Baasçı hükümete, İran’a yönelik savaşlarında yardım ediyordu Fransız ordusu. Fransız Hava Kuvvetleri’nin o dönem Irak’ın düzenlediği operasyonlarda yardımcı bir rol üstlendiğine bizzat şâhid oldum meselâ. Böyleyken, nasıl oldu da bu noktaya gelindi? Bunu merak ediyor, bunu düşünüyordum ki, bunun ardında yatan sebebin şu olduğuna kanaat getirdim:
Amerikalılar “İslâm Devleti”nin düşmanıdır ama kendi davalarının “hain”i değildir onlar. İsrail de “İslâm Devleti”nin daimî düşmanıdır ki, bu da “normal” ve kendi davalarının yine haini değildirler bu bakımdan. Madem “İslâm Devleti”ne karşı kirli bir savaş yürütüyor bunlar, o da onlara karşı savaşıp ayniyle mukabele eder, hepsi bu... Amerikan emperyalistleri, şimdinin bu en büyük emperyalist gücü, tüm dünya halklarının düşmanıdır zaten. Fakat “hain” falan değildirler bu bakımdan.
Peki ya Fransız hükümeti? Onlarsa “hain”dir ve Chirac’tan sonra ihanet etmişlerdir; bu yüzden baş düşmanıdır “İslâm Devleti”nin. Hainlerin de düşman olarak bir önceliği vardır, malûm. “İslâm Devleti”nin açıklamasının ardında yatan mantığı anlamaya çalıştığımda, işte bu kanaate vardım ben. Bir mantığı vardı kısacası böyle bir açıklamanın.
Diğer yandan, Fransa’yı vurmak, ABD’yi veya İsrail’i vurmaktan çok daha kolay tabiî. Şimdi olan da bu ve üstelik daha başlangıç!
Bundan önce de telaffuz ettiğim bir şey daha: Kanaatimce bir atom santraline saldıracaklardır bundan sonra! Yalnızca bir zaman meselesidir bu.
Niçin böyle düşündüğüme gelince… Çünkü 1991’de Şam’daki bir toplantıda, oradaki herkesin ortak kararı şu oldu: ABD Irak’ı bombaladığında, asla bir atom santraline saldırmamalıyız! Ben ve örgütüm “Milletlerarası Devrimciler”, bir de Butto ailesinin “Zülfikar” örgütü haricinde, o toplantıda bulunan herkes Saddam’a karşı olmalarına ve Şam’da üslenmiş olmalarına rağmen, ABD’nin söz konusu saldırganlığına o kadar kızgındı ki hepsi! Hattâ, Mir Murtaza Butto’nun, bir uçak kiralayıp ABD’deki Dünya Ticaret Merkezi’ne dalıp saldırmak gibi bir fikri vardı; gayet net hatırlıyorum. 1991’de konuşuldu işte bu. Kimse bir şey yapmayacaktı sonra ve tüm bunlar sadece bir “konuşma”dan ibaret kalacaktı ama, dediğim gibi, bir atom santraline saldırılmaması üzerinde bir mutabakata varmıştık orada. Haramdı çünkü böyle atomik bir saldırı düzenlemek…
Ne var ki, şu ân gelişen durum bakımından, Irak’taki “İslâm Devleti”nin general kadrosunun, sizler gibi Nakşî kardeşlerin mantığıyla düşündüğümde, ölüme fazilet gözüyle bakanlar nezdinde artık “mantıklı” gözükmektedir bir atom santraline saldırmak. Ben şahsen karşıyım böyle bir şeye ama korkarım olacaktır bu. Belki ABD’de, belki Fransa’da, belki başka bir yerde; ama olacaktır. Berbat bir şey ancak kirli emperyalist saldırganlıklar yüzünden 21. yüzyılda böyle bir noktaya gelip dayandı durum.
Değil mi; Fransız Hava Kuvvetleri o insanlara saldırdığında, Fransa’nın düşmanı mıydı onlar; Fransa için bir tehlike miydi? Üstelik, bu saldırılar dolayısıyla hiçbir şey kazanamayacağı gibi, daima kaybetmeye devam edecektir Fransa. Beşşar Esad hükümeti düşse bile, Fransız ajan hükümeti Amerikan ajanlarıyla birlikte Bağdad’a ulaşsa bile, bundan bir kazanç sağlayamayacaktır Fransız hükümeti. Fransızların yanında olmayacaktır çünkü oradaki nüfus; burası âşikar.
Öyle bir “terör” noktasına vardık ki, o sözde “terörist” dedikleri değil, 1991’de savaşın başladığı ândan bugüne, seyreltilmiş uranyum bulunan bombalarla Irak’ta bir milyondan fazla çocuğun ölü veya sakat doğmasına yol açan Amerikan teröristleridir, aynı bombaları önce Irak’ta şimdi Suriye’de kullanan Fransız Hava Kuvvetleri’dir bu durumu hazırlayıp kışkırtan. Niçin yaptılar ki bunu?..
Üstelik NATO güçleri olarak güya Şiîler safında savaşmalarına rağmen, bu bombalardan etkilenenlerin çoğu da, Sünnî değil, Şiî idi. Aynı zamanda, Şiî gücün, yâni İran’ın da düşmanıydı bunlar. Absürdlük diyarında yaşıyoruz ezcümle.
Tüm bu yaşananlarda çıkarı olan tek bir kitle var; bunlar da Siyonistler! Başka da kimsenin çıkarı yok bu yaşananlarda. Irak’a yönelik en büyük saldırıyı gerçekleştiren Başkan George W. Bush bile, o dönem kendisine yalan söylendiğini ilân etmiştir. Fakat başkan adaylığına hazırlanan küçük kardeşi Jeb Bush ise, “hayır, kendisine yalan söylenmiş olsa bile, yaptığı saldırı doğruydu!” diye açıklama yapıyor. Niçin? Çünkü Siyonist hareket böyle istiyor, Siyonist hareket de bu tarz açıklamalar yapıyor.
Sonuç ne oldu oysa? Terör!.. Psikolojik savaş ve terör, sadece sözler seviyesinde değil, internet yoluyla da, eylem yoluyla da devam ediyor yayılmaya.
Paris’teki saldırılara katılan en az on kişiden ikisi veya üçü hâlâ yaşıyor. İkisi kesinlikle kaçtı, belki üçüncüsü de öyle. Söz konusu insanlar ölmekten korktukları için kaçmış falan da değiller; aksine, mücadeleye devam etmek için, başka şeylere hazırlanmak için kaçtılar.
Kaldı ki, böyle kendisini patlatacak insan bulmak da zor değil bugün. Mülteci olarak Suriye’den bir milyondan fazla insan geliyor şu ân Avrupa’ya. Her bin kişinin arasında bir tane böyle fedai olsa, Avrupa’da bin kişilik bir mücahid ordusu demek olur bu. (Carlos gülüyor.)
Gördüğünüz gibi, tam bir karmaşa içerisinde her yer. Kim peki bunu provoke eden? Siyonist varlığın çıkarı için çalışan emperyalistler tabiî!..
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gönüldaş Erdoğan, kendisine belli bir saygı duyduğum bu adam, büyük bir stratejik hata yaptı. Umarım, yaptığı bu yanlıştan dolayı pişman olmaz ve Türkiye’yi bu karmaşadan çıkartır. Çünkü, en son Ankara’da ve Türkiye’nin Kürt bölgesinde, Anadolu’nun doğusunda yaşanan berbat saldırılarda da görüldüğü gibi, hattın en önündedir Türkiye. Daha da kötüye gidebilir üstelik işler. Fransa’yı vurabilirler, Türkiye’yi ise bin kat daha fazla ve bin kat daha kolay biçimde vurabilirler. İnşallah bu raddeye varmaz durum. Ne var ki, Türk güvenlik servisleri bünyesindeki unsurlarla işbirliği yapılarak başladı savaş. Bu unsurlar, Türkiye halkının, Türkiye halklarının çıkarının aleyhine çalışagelmişlerdir daima.
Bir barış olur umarım. Fakat Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın gün ortasında yaptığı, Irak ve Suriye’ye müdahalesini daha da artıracağı yolundaki açıklamadan ve Fransız ordu unsurlarını Fransa caddelerinde görevlendirmesinden belli ki, daima Fransa’nın çıkarına ters sonuçlar vermiş bir yanlış devam ettiriliyor ve bakın ne oldu neticesi: Trajedi, gerçek bir trajedi…
Eşim Isabelle de saldırıların gerçekleştiği esnâda tesadüfen o bölgedeymiş ve saldırı seslerini, patlama seslerini işitmiş. Yaşanan dehşete bakar mısınız? İnsanların normalde dışarı çıkıp gezdiği ve partilere katıldığı bir Cumartesi gecesi, herkesten evinde kalması ve sokağa çıkmaması isteniyor, bunun gibi her şeyi bloke edici tedbirler alınıyor. İnanılmaz şeyler bunlar.
Cezaevinde bile televizyon yayınlarını kestiler yaklaşık iki saat. Tahminim şu oldu hemen: Demek ki bir saldırı falan gerçekleşti, mahpusların bunu duymaması istendi, herhalde bunun için haber yayınlarının kesilmesi emri verildi! Kendi küçük dünyamda, kendi hayâl dünyamda da tasarlayabildiğim üzere, öyle tesadüfen gerçekleşen bir şey değildi çünkü bu kesinti. Burada neler yaşanmakta olduğuna bir örnek de bu işte.
(Carlos, Fransa’nın “devlet politikası” çerçevesinde, cezaevindeki Müslümanlara yapılan keyfî baskılara bir örnek olarak, cemaatle namaz kılabilmek için nasıl saçma sapan yasaklar ve kurallar getirildiğinden bahsediyor.)
Cezaevinde bile görebiliyorsunuz açıkça yapılmakta olan yanlışları. Ne oluyor sonra bunun neticesi? Cezaevinde marjinalleştirilen bu insanlar dışarı çıkıyor, sonra da böyle karmaşalar yaşanıyor. Bu da sadece “korku” doğurmaya yarıyor ki, tüm seviyelerdeki yetkililerin davranış tarzı yüzünden oluyor böyle.
Çok ama çok üzücü ama trajedinin daha henüz başlangıcı bu yaşananlar. Bundan sonra da artarak sürecek saldırılar ve bu iyi eğitilmiş, iyi silâhlandırılmış, çok tecrübeli, üstelik cennet yolunda, Allah yolunda kendisini fedâ edip şehid olmaya hazır insanlardan hiçbir kaçış yolu da olmayacak.
Kimsenin size bir şey öğretmeye ihtiyacı yok, mekanizma nasıl işliyor biliyorsunuz, fakat dünyanın bu kısmını siz Türkiye’dekilerden çok daha iyi bilirim ve şu olacaktır son diyeceğim: Henüz hiçbir şey görmüş değiliz; terörün, gerçek terörün daha en başındayız bugün!
NATO ülkelerinin sanayileşmiş, ultra-modern, hava yoluyla taşınan terörizmi, davaları için hayatlarını fedâ eden mücahidler tarafından imâl edilen bir terörle alıyor şimdi cevabını.
 
Allahü Ekber.
 
(Carlos, mûtad konuşması bittikten sonra da benzer değerlendirmelerine bir süre devam ediyor ve “Kumandan Mirzabeyoğlu’nu düşünüyorum. Türkiye’de oynaması gereken bir rol var. Gerçekten! Siyasî bir rol, önemli bir rol bu, biliyorsunuz. O’nun seviyesinde fazla insan yok Türkiye’de. Neyse; ne demek istediğimi anlıyorsunuz. İktidarda olmalı!” diyor; “Türkiye hükümeti, aynı ideolojiyi paylaşmasa da tüm namuslu Türklere açık olmalı; Türkiye’yi seven insanları –Kürtler dahil- bünyesinde temsil etmeli. Yoksa, bir terör ve kan denizinde boğulacak biçimde patlayacak Türkiye! Umarım yanılıyorumdur. Ne var ki, şayet Gönüldaş Erdoğan Türkiye’nin gerçek tarihî durumuna uyarlamazsa politikasını, Türkiye’de yaşanacak olan budur.” şeklinde devam ediyor. Av. Güven Yılmaz, Av. Ahmed Arslan’la birlikte 7 Aralık 2015’de Carlos’u Paris’te kaldığı cezaevinde ziyaret edecek olmalarıyla ilgili olarak Carlos’u bilgilendirdikten sonra, telefon görüşmesi sona eriyor.)
 
14 Kasım 2015