Cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen akabinde başlayan Başkanlık Sistemi tartışması, zaman zaman gündem dışına çıkıyormuş gibi gözükse de, aslında gündemin her daim merkezini işgal etmeyi sürdürüyor. Geçtiğimiz hafta içinde Cumhurbaşkanı Receb Tayyip Erdoğan’ın bu konuya dair açıklamaları ve Ak Parti’nin 2015 genel seçimleri için Başkanlık Sistemini seçim beyannamesine almasıyla beraber tartışmalar da körüklenmiş görünüyor.

Esasında Başkanlık Sistemi’nin tartışılmaya başlamış olması bizim için son derece müsbet bir gelişme... 90 küsur senedir tabu hâlinde dayatılan ve âdeta bir putmuş gibi hakkında konuşulması ve tartışılması dahi yasaklanmış olan rejimin ve düzenin bu vesileyle tartışmaya açılmış olması, hele ki bizim gibi kendi rejim modelini teklif eden bir ideolocyanın mensubları açısından son derece müsbet bir gelişme... 

Bir diğer bakımdan, tartışmanın taraflarından olan iktidar yanlısı veya karşıtı camianın bu konuya yeni bakış açıları getirecek tıynette olmadıklarından yalnızca lâfı eveleyip gevelemekteler. Bu da konunun taraflarının entellektüel seviyelerinin görülmesi noktasında dikkat çekici. 

Başkanlık sisteminin ne olduğu ile başlayalım ve kısa da olsa hem tartışmanın, hem de meselenin bir kritiğini yapalım.


Başkanlık Sistemi Nedir?

Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayrıma ve dengeye dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içinde, yürütmenin iktidar olanaklarını genişleten bir hükümet sistemidir. Başkanlık sistemi, Başkanlık hükümeti sistemi olarak da adlandırılmaktadır.

Bu tanım çerçevesinde dünyada hepsi birbirinden farklı, kendi tarihî, sosyolojik ve siyasî koşullarının ürünü olan başkanlık rejimleri mevcuttur. Bütün bu rejimlerin içinde ön plana çıkan ve emsal gösterilen misâl, ABD başkanlık sistemidir.

Başkanlık sisteminin temel unsurları:

- Başkan, halk tarafından doğrudan ve dolaylı olarak belirli bir süre için seçilir. Bu süre hiçbir biçimde parlamento tarafından kısaltılamaz ve feshedilemez.

- Kuvvetler ayrılığı kesin bir biçimde uygulanır. Devlet organlarının ahenk içinde aksamadan çalışması için fren ve denge sistemiyle organların yetki ve güç suistimali engellenir..

- Hükümet üyeleri başkan tarafından seçilir ve azledilir. Başkan, hükümet üyelerinin düşüncelerine uymak zorunda değildir. Hükümet üyeleri, yasama organı içinden Başkan tarafından seçilebilir fakat seçildikten sonra yasama organı üyeliklerini sürdüremezler. 

- Devlet başkanı, hükümet başkanı ayrımı yoktur. 

- Başkan görevi ile ilgili işlerden dolayı sorumsuzdur.

Başkanlık sisteminin iyi işlemesi için gerekli olduğu ileri sürülen koşullar şunlardır:

- Başkanın yasama organını feshetme yetkisi olmamalıdır.

- Başkana yasaları veto edebilme hakkı tanınmalıdır. Başkanın vetosu da yasama organının özel çoğunluğu tarafından aşılabilmelidir. Örneğin 3/5 veya 2/3 gibi.

- Başkan yasama organının üyesi olmamalıdır.


Yarı Başkanlık Sistemi

Başkanlık sisteminden bazı farklılıklarla ayrılan hükümet sistemi, temel olarak "cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği parlamenter sistem" olarak tanımlanabilir. Başkanlık sisteminden farkı, yürütme organının iki başlı olmasıdır. Yani tek bir başkan yoktur yürütme organı olarak, başkanın görevini (hükümet etme görevini) bakanlar kurulu ve cumhurbaşkanı beraber üstlenmiştir. Başkanlık sisteminden bir diğer farkı ise yürütme organının bir kanadı olan bakanlar kurulunun, yasama organının (meclis, parlamento vs.) güvenine dayanmasıdır. Bu durumda yasama organı, mevcut bakanlar kurulunu güvensizlik oyu ile görevden alabilir. 

Yarı başkanlık, başkanlık sistemi ile parlamenter sistemin karışımıdır. Yürütme gücü halk tarafından seçilen devlet başkanı ile meclis güvenine dayanan hükümet başkanı arasında paylaşılır. Fiili olarak ise yürütmenin başı devlet başkanıdır.

Bu sistemi uygulayan ülkelerin başlıcaları; Fransa Cumhuriyeti, Çin Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu’dur.


İktidar ve Başkanlık Sistemi

Türkiye’de geçerli olan rejimi tanımlamak için her ne kadar cumhuriyetten ve demokrasiden bahsedilse de görüyoruz ki; Türkiye’de, bürokrasi sınıfına dayalı bir rejim, düzen kurulu.

Geçtiğimiz senelerde kurulan koalisyon hükümetleri kısa ömürlü oluşları, kendi içlerinde bir ahenk tutturamamaları ve hepsinden önemlisi de bürokrasi tarafından hızla ve kolayca tasfiye edilebildikleri için, atanmışlarla seçilmişler arasındaki çatışma halkın gözünden kaçırılabildi. Genelkurmay başkanlarının fiilen devlet başkanlığı yaptığı ve sözde-hükümeti paravan olarak kullandığı bir kırk yıl geçirdikten sonra, Ak Parti'nin iktidarda bulunduğu son on yılda vaziyet değişti. Ak Parti'den evvel, sivil ve askerî bürokrasi devletin kurucu, koruyucu ve hâkim sınıfı gibi hareket ettiğinden, seçilmişlerin bu bürokrasiye para yetiştirme, tabii bir kısmını da arasında üleşme haricinde bir hareket kabiliyeti yoktu. Yürütme bürokrasisi iş yapmak yerine taş koydu, Ulusalcılar ile Cemaatçiler arasında el değiştiren yargı bürokrasisi adaleti tesis edemedi, askerî bürokrasi iki kez iktidarı alaşağı etmeye teşebbüs etti vesaire...

Böyle bir sürecin içinden gelen ve kurucusu bugün halk oyu ile Cumhurbaşkanı seçilen Ak Parti de artık bu cendereyi kırmak adına “Başkanlık Sistemi”ni gündemine aldı. Zaten, şartların da Türkiye’yi tarihî misyonunu üstlenmeye zorladığı bugünlerde mevcut rejim ile Türkiye’nin beklentiyi karşılamasının mümkün olmadığı ortada. 

İktidar açısından meseleyi toparlayacak olursak; senelerdir Türkiye’de üst ve kurucu bir sınıfmış gibi hareket eden ve millet meclisini bir kümes gibi görüp kurulan her iktidarı gelincik gibi boğup boğup atan bürokrasi, senelerdir elinde bulunan kudreti yitiriyor. Milletin üç dönemdir iktidara getirdiği ve bir de içinden Cumhurbaşkanı seçtiği iktidar, eskiden olduğu gibi bürokrasiye boyun eğmeyerek, 90 senedir devletçilik oynayan ve kendisini milletten de, seçtiklerinden de üstün gören bürokrat lobisini bitirecek gibi görünüyor. 

Bir not olarak şunu da ilâve etmekte yarar var; Kemalistlerin hâkim olduğu ve kast sistemi kurduğu bürokrasi sınıfı, Ak Parti döneminde millete açılmış gibi görünse de, bu sadece bir zandan ibaret ve vaziyet, en azından kadro bazında, 10 yıl öncesinden çok farklı değil.

Başkanlık sistemi tartışmalarında iktidarın karşısında yer alan unsurun muhalefet değil de bürokrasi olmasının sebebi de anlaşılmaktadır herhâlde.

Muhalefet Açısından Başkanlık Sistemi

İktidar ve muhalefet müesseselerinin kuruluş maksadı, tarafların, karşılıklı bir diyalektik münasebet içine girmesi ve devletin, dolayısıyla da milletin ileriye doğru tekâmül ettirilmesidir, herhâlde.

Oysa ki Türkiye’deki duruma baktığımızda, İbda Külliyâtı'nın temel eserleri arasında yer alan “Kültür Davamız” adlı eserde gösterilen temel yanlışlıkların neredeyse hepsini bulmak mümkün. 

Muhakeme sakatlığı birinci sıkıntı. Herhangi bir eylem yahut söz, yalnızca söyleyenin yahut yapanın kim olduğu üzerinden değerlendiriliyor ve kimse meselelerin ardına veya derine sarkma gayretine girmeden, alışıldık üzere hemen bir mikrofon kapıp, kendi kesimini bir arada tutmak telaşına düşüyor. Ne bir mesele üzerinde enine boyuna düşünme, ne de sözü yahut eylemi alıp olduğu yerden daha ileriye taşıyacak bir fikir yürütmek ve varlığını da buna dayandırmak diye bir kaygı yok. E hâl böyle olunca da “çarşı, herşeye karşı” kafasında, sığ ve bön bir siyasî manzara çıkıyor karşımıza. Bu durum tabiî olarak muhalefet sıralarına bakıldığında daha net bir şekilde görünüyorsa da, roller değişse bile değişen birşey olmayacaktır herhâlde... Tüm bu manzaraya bakarak şunu söylemek mümkün; Türkiye’de siyasî ahlâk yok!

Gelelim başkanlık sistemi tartışmasında her hâlükârda taraflardan biri olan muhalefete. Bürokrasi sınıfının hâkimiyetindeki devlet modeli dolayısıyla varlığını idame ettiren CHP için, böyle bir rejim değişikliği, CHP tabelasının indirilmesi ile eş anlama geldiğinden, varlık-yokluk meselesi... 

Mustafa Kemal’in Anadolu’da yağmaladığı mülkiyet ve ölümünden sonra CHP’ye bıraktığı büyük miras ile bugünlere gelen CHP, her ne kadar Batılı ve Batıcı seçmenden oy alıyor ve “karşı olmak” dolayısıyla varlığını sürdürüyorsa da, meydana gelebilecek bir rejim değişikliği içinden sağ salim çıkması mümkün görünmüyor. 

MHP’nin bugünkü manzarasına bakarak herhangi bir yorum yapma gereği duymuyoruz açıkçası. 

Başkanlık Sistemi tartışmasını, tartışmanın taraflarından biri olan muhalefet açısından toparlayacak olursak; muhalefet bir varlık-yokluk noktasına doğru ilerliyor ve hiç şüphe yok ki, ellerindeki tüm imkânları böyle bir değişimin gerçekleşmemesi için seferber edecekler. 

Bizim Açımızdan Başkanlık Sistemi Tartışması

Yazımızın başında da ifâde ettiğimiz üzere, Türkiye’de bir rejim değişikliğinin konuşulmaya başlanmış olması, mevcut rejimin tartışılması bizim için son derece müsbet bir gelişme.

Tabu hâline getirilmiş bir meselenin devlet yönetiminde söz sahibi olanlar tarafından tartışmaya açılmış olması, kendi dünya görüşümüzün teklif ettiği devlet modeli olan Başyücelik Devleti hakkında konuşmamız için en başta bir zemin teşkil etmiş oluyor.  Bir diğer bakımdan, sürdürülen tartışmaların kısır seviyesi, fikrî bakımdan son derece derin ve geniş dünya görüşümüzün ne denli kıymetli bir nimet olduğunu ortaya koyarken, bağlılarını da artık daha aktif olunması noktasında ikaz ediyor. Çünkü, böyle bir konjonktür içinde bizim teklif ettiğimiz devlet modelimizi ve artık kendisini dayatır hâle gelen dünya görüşümüzü daha yüksek perdeden seslendirmemiz önünde engel kalmamıştır. Yalnız, zamanı gelen şey sosyal medya kanallarından “Başyücelik Devleti” gelsin, “Başyücelik Devleti” kurulsun diye paylaşımlar yaparak propaganda yaptığını sanıp, meseleyi avamî bir seviyeye mahkûm etmek değildir.

Neticede

Ak Parti, bugün içinde bulunduğu duruma bakarak hareket alanını genişletmek ve yeni ihtiyaçlara hızlı bir şekilde karşılık verebilmek adına böyle bir tartışmayı başlatmış bulunuyor. Bugüne kadar yaşadığı sıkıntılara bakarak böyle bir değişim talebinde bulunması anlaşılabilir; fakat kendisini milletin efendisi görenler ile millet arasındaki 90 yıllık hesab kapatılmadan böylesine bir değişikliğe gidilmesi, uzun vadede son derece büyük riskleri de peşinden getirecektir. Ellerinde bulunan sermaye ve medya gücünü kullanarak milletin önüne aday olarak sunulacaklar tarafından böyle bir yetkinin kullanılması ihtimâli de hesab edilmesi gerekenler arasında.

Muhalefet, rejim tartışmasını, argüman geliştiremediği için kaybedecek görünüyor. Bürokrasinin nasıl bir yol izleyeceği de açık.

Bu tartışma nasıl sürer, nereye varır bilinmez; fakat dokunulmaz, tartışılmaz, eleştirilmez olan rejim putu da böylelikle yıkıldığına göre, "sırada ne var" diye sorma durumundayız.

Baran Dergisi 421. Sayısı