PKK, PYD, HDP ve Öcalan’ı bu sayfalardan defalarca kez ikaz ettik. Evvelâ iki millet arasında İslâm’dan başka hiçbir müşterek payda olmadığını ve çözümün ancak İslâm merkezi etrafında şekillendirilebileceğini ifâde ettik. Emperyalist kulamparaların kucağında yer dikizleyerek çözüme gidilemeyeceğini de söyledik. Zihniyet bakımından Kemalistleşmiş Selahattin Demirtaş ve avanesinin bu süreci sürdüremeyeceğini de söyledik. “Her salatalığım var diyene tuzluğu kapıp koşmayın, Amerika sizi kullanıyor, dün devlet vereceğim diye sizi nasıl kandırdıysa, bugün de aynı şekilde kandırılıyor ve kullanılıyorsunuz” dedik. Suriye’nin kuzeyindeki demografik yapıyla, Amerika’nın vaadlerine kanarak oynamayın dedik. Sağ olsunlar ne dediysek tersini yaptılar ve Çözüm Süreci masasına oturmalarının temel sebebini, yâni askerin değişen operasyon stratejisi karşısındaki başarısızlıklarını da unutarak, emperyalistlerin kucağında olmaktan duydukları güvene dayanarak, mevcut otoritenin yanı sıra Müslümanlara karşı da savaş ilân ettiler.
İşin başında, Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır meydanında, Nevruz’da okunan mektubunda geçen temel hususlarda hem fikir olduğumuzu görünce memnuniyet de duymuştuk açıkçası; peki, 21 Mart 2013 tarihinde okunan mektubun ardından ne oldu da bugüne gelindi? Kısa kısa bu sürece bir göz atalım...
21 Mart 2013 – Öcalan’ın Mektubu
Çözüm Süreci’nin henüz resmen ilân edilmediği fakat görüşmelerin sızdığı demlerde dedik ki; “‘Kürt Meselesi’ kalıcı bir çözüme kavuşturulmak isteniyorsa bunun tek yolu iki milletin biricik müşterek paydası olan İslâm merkezinde bir araya gelmektir.” Süreç resmen ilân edildiğinde, yani 21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’da, Abdullah Öcalan’ın okunan mektubunun muhtevasında geçen İslâm ve antiemperyalizm vurgusuna bakarak, nihayet bu meselenin gerçek bir çözüme doğru direksiyon kırdığını düşünmüştük. Öcalan’ın mektubunda geçen bu iki bölümü de hatırlayalım:
- “Bugün kadim Anadolu’yu Türkiye olarak yaşayan Türk halkı bilmeli ki, Kürtlerle bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.
- “Son iki yüz yıllık fetih savaşları batılı emperyalist müdahaleler baskıcı ve inkârcı anlayışlar, Arabi, Türki, Farisi, Kürdi toplulukları ulus devletçiklere, sanal sınırlara suni problemlere gark etmeye çalışmıştır.
28 Ekim 2013 – I. Washington Kürt Konferansı
Bu mektubun Diyarbakır’da okunmasından ve dediğimiz gibi çözüm için Öcalan merkezinde İslâm olan antiemperyalist bir yol haritasını işaretlemesinden yedi ay sonra, Barış ve Demokrasi Partisi tarafından, “Yeni Ortadoğu’da Kürtlerin Rolü” başlıklı bir Kürt konferansı düzenlendi. Washington “Millî Basın Merkezi”nde 28 Ekim 2013’te yapılan konferansa, Türkiye’den dönemin BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve BDP Van Milletvekili Nazmi Gür’ün yansıra gazeteci Cengiz Çandar ve Amberin Zaman da konuşmacı olarak iştirak etti.
***
Unutmadan bu konferanstaki iki ismi yakından tanıyalım:
Bugünlerde, internet üzerinden yayın yapan Radikal’de köşe yazarlığı yapmakta olan Cengiz Çandar, Henry Kissenger, Paul Wolfowitz, Alan Makovsky ile yakın dostluk münasebetleri içinde olan birisi... Bunlardan Kissenger ve Wolfowitz malum; Makovsky ise Madeline Albright’la beraber “Erbakan hükümeti”ni darbesiz bir şekilde devirmek üzere Çevik Bir’e “Batı Çalışma Grubu”nun kurulmasını buyuran kişi...
Amberin Zaman, şu sıralar Amerika’nın Erbil Başkonsolosu olarak görev yapan diplomat Joseph Pennington ile evli. Amerika, Cemaat ve Batıcı Kürtler arasındaki şematik bağlantının anlaşılması adına önemli olan bir diğer isim!
***
Demokratik Birlik Partisi (PYD) Eşbaşkanı Salih Müslim ise Avrupa’ya geçişi geciktiğinden, vize işlemlerini tamamlayamadığından konferansa ancak “Skype” yoluyla katıldı. Konferansın Amerikalı katılımcıları arasında ise Amerika’nın eski Türkiye ve Irak Büyükelçisi James Jeffrey, Columbia Üniversitesi İnsan Hakları Çalışmaları, Barış Tesisi ve Hakları Programı Direktörü David L. Phillips, Amerikan İlerleme Merkezi’nden Michael Werz, Kürtler üzerine çalışmaları ile tanınan yazar Michael Gunter ve diğer birçok akademisyen ve gazeteci vardı.
Genel hava sanki Çözüm Süreci’nin milletlerarası lansmanı yapılıyor gibi olsa da, aslında yapılan, “biri”lerinin aracılığıyla, o güne kadar emperyalistlerle tanışma şerefi(!)ne nail olamamış Kürt siyasîler, emperyalistlerle tanışma şerefi(!)ne nail kılmaktı.
21 Ocak 2014 – Rojava “Demokratik Özerklik”
Bu konferanstan üç ay sonra IŞİD ile El Nusra ve Özgür Suriye Ordusu arasında önce ayrışma baş gösterdi ve IŞİD’in hedefindeki Rojava, YPG tarafından kurtarılarak, 2012 senesinden beri pişirilen özerklik, Salih Müslim başkanlığında ilân edildi.
10 Ağustos 2014 - Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
Ve artık karşımızda sevimli, Türkiye’yi Doğu’dan Batı’ya kucaklamaya ve emperyalist kulamparalara ne isterlerse vermeye hazır bir siyasetçi vardı: Selahattin Demirtaş...
Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk defa halkoyuyla gerçekleştirildiği bu seçimlerde Receb Tayyib Erdoğan, Ekmelettin İhsanoğlu ve Selahattin Demirtaş aday olarak yarıştılar. Selahattin Demirtaş bu seçimlerde “barış güvercini” ilân edildi ve Çözüm Süreci’nin de tesiriyle %9,76 oranında oy elde ederek üçüncü oldu.
Cumhurbaşkanlığı Seçimini ilk turda Receb Tayyib Erdoğan %52 oy alarak ezici bir şekilde kazanmış olsa da, medyada büyük bir algı operasyonuna start verildi ve Türkiye siyasetinin yeni siyasî deha(!)sı, karizmatik(!) lideri Selahattin Demirtaş’ın “lansmanı” başladı.
13 Eylül 2014 – Kobane Kuşatması
10 Haziran 2014 tarihinde şiddetli bir taarruzla çok kısa bir sürede Musul’u ele geçiren IŞİD, 13 Eylül 2014 tarihinde Kobane’yi kuşattı.
IŞİD’in bu saldırısı, PKK ve PYD ile beraber Türkiye’de yaşayan Kürtlerin ve kimi sol örgütlerin kenetlenmesine vesile oldu.
Bir de ne hikmetse, Irak ve Suriye’de kasırga gibi esen IŞİD, bir türlü becerip de Kürtlerin muhkem(!) şehri Kobane’yi ele geçiremedi...
27 Eylül 2014 – İttifakın Mayın Eşeği
IŞİD militanlarının Kobani’nin şehir merkezine 4 kilometre mesafedeki Cemharran Köyünü ele geçirmesi üzerine, koalisyon uçakları tarafından IŞİD mevzilerine hava saldırısı düzenlendi.
IŞİD karşısında kurulan koalisyonun, Kobane’de PYD’ye destek vermek amacıyla gerçekleştirdiği bu saldırıdan sonra PKK ve HDP için “Çözüm Süreci” nihayete ermiş oldu ve hemen bir ay sonra “6-8 Ekim Hadiseleri” cereyan etti.
6 Ekim 2014 – Kalkışma Teşebbüsü
Kobanê'deki IŞİD saldırılarından sonra toplanan HDP MYK'sı, çağrı yaparak insanları sokağa davet etmişti. HDP adına Eş Başkan Selahattin Demirtaş’ın “Şu ânda toplantı hâlinde olan HDP MYK'dan halklarımıza acil çağrı: Kobané'de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobané'ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz” şeklindeki yaygarası üzerine çıkan olaylarda 50 kişi hayatını kaybetti...
Türkiye, IŞİD karşısında kurulan koalisyona aktif bir şekilde katılmayarak, Amerika ve hempası adına mayın eşekliği etmeye ayak diremesinin bedelini 50 hayat ile ödedi...
Geçen hafta Suruç’ta meydana gelen intihar saldırısında 32 MLKP’li ölünce bir taraflarını yırtan yazar ve aydınlar var ya, 6-8 Ekim arasında ölenler Müslüman olduğu için hiç “gık”larını çıkartmadılar ve hattâ Türkiye Kobane’ye destek olmuyor diye bu katliamın faturasını da iktidara kesiverdiler.
19 Ekim’de Çözüm Süreci’ne katkı sağlamak ve süreci hızlandırmak adına oluşturulan “Akil İnsanlar Heyeti” ile 6-8 Ekim olayları başlığında Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleşen ve 11 saat süren görüşmede, Ahmet Davutoğlu’nun altını çizdiği şu hususlar bugünün anlaşılması adına elzem:
- “PKK liderlerinin son birbuçuk yıl içinde hangi ülkelerle neler konuştuğunu, hangileriyle ne pazarlıklar yaptığını biz çok iyi biliyoruz.
- “Tabiî, sadece Kürt aktörler değil, bu işin dış boyutu da var.
- “Bizim Kürtlerle anlaşmamızdan, Barzani ile görüşmemizden birileri fena halde rahatsız oldu ve Kuzey Irak petrolünü satmamıza engel oldular!
Ahmet Davutoğlu, 19 Ekim 2014 tarihindeki konuşmasında geçen, “PKK liderlerinin son birbuçuk yıl içindeki görüşmelerini” artık açıklamak zorundadır herhâlde...
Gelelim bu kalkışmanın kime güvenilerek yapıldığına...
28 Ekim 2014 – II. Washington Kürt Konferansı
IŞİD’in Kobane’deki kuşatma çemberini yeniden daralttığı bir demde toplanan İkinci Washington Konferansı... İlk konferansta frekansları uyuşmuş ki, hemen bir yıl sonra ikinci konferansı düzenlemişler. Konferanstan geçen haberlere bakacak olursak:
- ABD’nin başkenti Washington’da bu yıl ikincisi düzenlenen Kürt Konferansı National Press Club’da başladı. Konferansın ikinci oturumunda konuşan PYD lideri Salih Müslim, Kobane ile ilgili gelişmeleri aktardı. MüslimÇok büyük bir saldırı altındayız. Kendimizi savunmak için silaha ihtiyacımız var. Uluslararası topluma buradan çağrı yapıyorum. Durum çok kritik bir noktada. On binlerce insan sınırı geçti. Acil desteğe ihtiyacımız var. IŞİD sadece yakıp yıkmak için birileri tarafından kullanılıyor” dedi. HDP Eşbaşkanı Demirtaş da “Biraz önce Kobane'yle görüştüm. IŞİD Kobane'ye 1 km yaklaşmış, ama Kobane üzerinden uçan koalisyon uçakları havadan izliyor” dedi.
- Konferansta konuşan CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu da “Erdoğan Kürtlerin dostuysa Kürtlerin düşmana ihtiyacı yoktur” dedi. Ak Parti'nin barış sürecini yönetemediğini ifade eden TanrıkuluUmarım bu süreç barışla sonuçlanır ama Rojava’da vicdan ortaklığı yaratamayan bir iktidar bunu ne kadar yapabilir? Onarıcı ve onore edici adalet yöntemlerinin devreye konulması gerekiyor” dedi.
Sözü fazla uzatmayalım, merak edenler internetten “İkinci Washington Kürt Konferansı” yazıp aratabilir ve bu toplantıyla alâkalı notları okuyabilirler.
*Sezgin Tanrıkulu, İstanbul Adalet Sarayı'nda Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz'ın adliyedeki odasında rehin alınması ve öldürülmesi hadisesinde, DHKP/C’lilerin özellikle görüşmekte ısrar ettikleri ve bunun üzerine ortalıktan kaybolan isimdi...
29 Ekim 2014 – “Biji Serok Obama”
Irak Kürt yönetiminin IŞİD’e karşı destek vermek üzere Türkiye’nin izniyle Kobane’ye gönderdiği peşmergeler Türkiye’den geçti. Kobane'ye karayoluyla giden peşmerge grubu, Şanlıurfa'da kendilerini bekleyen bir grup kalabalık tarafından 'Yaşasın Başkan Obama' anlamına gelen Kürtçe 'Biji Serok Obama' sloganlarıyla karşılandı.
Washington’da gerçekleşen iki Kürt konferansının ardından, Batıcı Kürtlerin “Biji Serok Obama” diye slogan attırmalarının anlamı şudur; “Abdullah Öcalan çözüm için İslâm ortak paydasını ve emperyalistlerden bağımsızlaşmaya işaret etse de, biz emperyalist kulamparaların kucağında kendimize yer aramaya ısrarla devam edeceğiz!
7 Haziran 2015 – “Seni Başkan Yaptırmayacağız!”
10 Ağustos’ta yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Selahattin Demirtaş’ın %9,76 oranında oy alarak, genel seçimlerdeki %10 barajını geçme fırsatı doğduğunu gören Erdoğan karşıtları, 7 Haziran Genel Seçimleri’ne doğru bir blokta buluşmaya ve HDP propagandası yapmaya başladılar. Bu blok içinde kimler yoktu ki; Cemaat, sermaye, bir kesim medya, sol tandanslı Alevî örgütler, Kemalizm’in Kürt versiyonu Kürt faşistler, azılı İslâm düşmanı Kemalist beyaz Türkler, LGBT-İ, Şii müsveddeleri, adı ve bulunduğu yer ne olursa olsun Ehli Sünnet’e yan gözle bakan mezhebi ve meşrebi bozuk tipler ve yarasa kılıklı aydınlar...
Selahattin Demirtaş, arkasındaki bloğun da desteğiyle başlattığı seçim propagandasını ithâl bir sloganla taçlandırdı; “Seni Başkan Yaptırmayacağız!
Yukarıda çerçevesini çizmiş olduğumuz blok, bu slogan etrafında buluştu. Kobane’ye yönelik desteğin sınırdan geçmesine Ak Parti hükümeti izin vermiş olsa da, IŞİD’e karşı Amerika’nın mayın eşeği olmanın faturası Ak Parti’ye kesildi. Kobane üzerinden yürütülen algı operasyonuna destek olmak üzere Cemaat’in MİT tırlarına yönelik operasyon gerçekleştirmesi ve Ak Parti’nin IŞİD’i desteklemekle suçlanması da işin diğer bir tarafı. Bir de “diktatör” ilân edilmek suretiyle Erdoğan’ın hukuku işletmesinin önü tıkanması da ayrıca bir bahis tabiî... Bu perspektiften girilen seçimlerde HDP %10 barajını aşarak meclise girmiş oldu. Böylelikle 2 Kasım 2003 tarihinden beri tek başına iktidarda bulunan Ak Parti, hükümet kuracak çoğunluğu elde edememiş oldu...
20 Ağustos 2015 - Suruç
Türkiye’de koalisyon görüşmeleri sürerken, Doğu’da havanın git gide ısınmakta olduğuna dair işaretler de gelmekteydi. MLKP’ye yakınlığıyla bilinen SGDF adlı grubun Suruç’ta bir canlı bomba tarafından hedef alınması, Türkiye’de zaten gergin olan iplerin kopmasına ve perde arkasındaki gerginliğin misliyle sokağa yansımasına sebeb oldu.
Hatırlarsanız, geçtiğimiz hafta yayınlanan sayımızda daha IŞİD ve PKK hedeflerine yönelik olarak hava operasyonları gerçekleşmemişken Suruç’taki bu saldırının muhtemel hedeflerinden bahsetmiştik:
- “İhtimallere baktığımızda görüyoruz ki; bu saldırıyı gerçekleştirenler; PYD’nin IŞİD’e karşı savaşıyor olması dolayısıyla kazanmış olduğu Milletlerarası meşruiyeti PKK’nın da Türkiye sınırları içinde kazanmasını, Türkiye’nin IŞİD’e karşı kurulan koalisyona dâhil olmak zorunda bırakılmasını, Türkiye’nin Esad’ın devrilmesi şartını elinden almayı, Arab Baharı’na benzer bir karışıklığın Türkiye sınırları içine taşınmasını ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine kurulması planlanan Kürt Devleti meselesine karşı sessiz kalmasını amaçlıyorlar... Ve böylesine bir projenin arkasında Amerika, İsrail, İngiltere ve Almanya, kısaca Batılı devletler olmadan olmaz!
22 Ağustos 2015 – IŞİD ve PKK’ya Hava Saldırısı
Burada dikkat çekmek istediğimiz bir husus var; Amerika ve hempası, IŞİD ile savaşan PYD’yi “modern Batı’nın özgürlük savaşçısı”, Selahattin Demirtaş ve HDP’yi ise “çağdaş dünyanın demokrasi ve lâiklik bekçisi” ilân ederken, samimiyetle Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt Devleti kurmak ve onunla işbirliği yapmak mı istiyordu; yoksa Erdoğan ve Ak Parti’yi PYD, PKK, HDP ve Selahattin Demirtaş’ı kullanarak terbiye edip, Türkiye’nin emir ve direktiflere uymayışının bedelini ödetmek mi?
Geçmiş sayılarda bu hususta da ikaz etmiştik; “Amerika, İsrail ve hempası PKK, PYD ve HDP’yi, hem IŞİD’e, hem de Türkiye’ye karşı askerî ve siyasî bakımdan “mayın eşeği” olarak kullanıyor” diye. Dolayısıyla Suriye’nin Kuzeyine bir Kürt Devleti kurulması şimdilik bunların gördüğü bir hayalden ibaret. Devlet kurulmayacaksa geriye bir tek şık kalıyor; Türkiye’nin bunlar eliyle terbiye edilmeye çalışılması...
Bu işin ilk raundu, yazımızda da geçen 7 Haziran seçimleriydi ve Ak Parti’nin tek başına iktidar olması engellendi.
Peki, bundan sonra ne olacak?
Amerika’nın kendi içinde iki kanat var. Bunlardan birincisi, Türkiye’nin Suriye gibi olması için herşeyi yapmaya hazır olan şahinler kanadı. İsrail bu kanadın başlıca destekçisi; MOSSAD ile muhtemelen sahada da bu şartların meydana getirilebilmesi için azamî derecede gayret ediyordur... İkinci kanatsa, eskiden olduğu gibi Türkiye’nin kendisine verilen emir ve direktifleri kayıtsız şartsız yerine getirmesi karşılığında, tanınan hâkimiyet alanı içinde dilediği gibi takılmasına müsaade eden kanat. Nihayetinde Türkiye kolaylıkla Suriye’ye dönüşmesi mümkün olmayan bir ülke. Terbiye(!) edilmesi gerekebilir; fakat gerek NATO üyeliği, gerekse jeopolitik konumunun hassaslığı dolayısıyla çok da kurcalanırsa ters de tepebilir.
Türkiye geçtiğimiz hafta IŞİD hedeflerine yönelik olarak gerçekleştirdiği hava saldırısı ve IŞİD’e karşı kurulan koalisyona İncirlik Üssü’nü açma vaadiyle bu kanatlardan ikincisinin ve kendisinin elini güçlendirmiş oldu. Pek tabiî birinci kanat durmaksızın Türkiye’yi Suriye’ye çevirmek için faaliyetlerini sürdürecektir; hiç olmazsa eylemleri sürdürüp, Suriye’ye dönemese bile dön-müş gibi bir algı da imâl edilmek istenebilir.
Bundan sonrasında Türkiye yeniden inisiyatifi ele alabilecek mi, karşılıklı pazarlıklar neler karşılığında yapılacak, ne alınıp ne verilecek, göreceğiz...
***
Neticede
Umumî olarak bugüne kadar yaşanan ehemmiyetli hadiseleri sıralamak ve tekrardan hatırlatmak suretiyle, “at izinin it izine karıştığı” bu günlerde, kimler kimlerle nasıl bir alışveriş içinde ve ne türlü tezgâhlar planlıyor ortaya koymaya çalıştık. Yaşanan bu hadiselerin Anadolu’nun kutlu doğum sancıları olduğunu, artık bu topraklarda Batılıların ve işbirlikçilerin planlarının tutmadığını ve birkaç asırlık hesabların görüleceği vakte doğru adım adım gelindiğini dergimiz sayfalarında birçok kez ifâde ettik. Bir kez daha tekrar edelim ve hatırlatalım; o gün, kim ne ektiyse onu biçecek!
Baran Dergisi 446. Sayı