Türkiye’de bir güruh görüyoruz, oligarşik bir yapı görüyoruz. Osmanlı’nın son dönemlerinden bu yana her siyasî, iktisadî olaya müdahil olmaya çalışan ve bunlardan kendilerine çıkar sağlamaya çalışan bir güruh bu. Bunları neden tasfiye edemiyoruz?
Şimdi bu grup öyle bir yerleşmiş ki… Çok güçlüler. Küresel düzeyde de çok güçlü. 2008 krizinden sonra bu grubun çok güçlü olduğu tekrar ortaya çıktı. Bu grup ne yapıyor? Toplumsal piramidin en altındaki insanların alın terleriyle kazandıkları paraları düşük faiz vererek mevduat olarak topluyor. Piramidin en üst kısmındaki %1’lik sınıf bu parayı alıyor, tekrar bu toplumun en altındaki, o düşük gelirli gruba çok yüksek faizle; tüketici kredisi, konut kredisi olarak veriyor. Dolayısıyla bu dünyayı fakirleştiriyor, gelir dağılımındaki adaleti bozuyor. Türkiye de bu gruptan bir türlü kurtulamıyor çünkü bu grubun lobileri, lobicileri çok güçlü. Mesela faiz lobisi var dediğinizde medyada bir yığın gürültü çıkarılıyor, hayır yok deniliyor. Faizler arz ve talebe göre belirleniyor diye müthiş bir gürültü beliriyor. Bu grup o kadar baskın ki, bürokrat atamasından siyasetçi atamasına kadar istediğini yaptırabiliyor. Bunların örneklerini de gördük; 2006’da hükümet kendi istediği kişiyi Merkez Bankası başkanlığına getirmek istedi, fakat hatırlayacaksınız hem Tüsiad hem medya çok büyük gürültü çıkardı ve hükümet geri adım attı. Dolayısıyla çok güçlü oldukları için tasfiye etmeniz de mümkün değil. Finansal kesimin elindeki parasal güç bu lobiye büyük imkânlar verdiği için tasfiye daha da güçleşiyor. Küresel düzeyde bir tasfiye gerekiyor. Tabiî, Türkiye bunların etkilerini azaltabilir. Bu nasıl olabilir? Şöyle, Merkez Bankası faizleri küresel reel seviyeye eşitlerse bu etkiyi azaltabiliriz.
Küresel olarak tabir ettiğimiz bu çetenin Türkiye’deki ayağı kim, kim bunlar?
Medyada çeşitli köşe yazarları var, akademisyenleri var, iletişim şirketleri var, banka kesiminde elemanları var, bürokratları var, siyasetçileri var ve sair. Her kesimden elemanları var. Şöyle izah edelim; bir malın fiyatı rekabet koşulları içinde oluşmuyorsa fiyat doğru değildir. Rant çıkar, haksız kazançlar çıkar. Faiz de paranın fiyatıdır. Rekabet koşullarında oluşmuyorsa haksız kazanç var demektir. Bu rantları korumak için bir lobi yapmalısınız ki, kendinizi haklı çıkarabilesiniz ve bu rantları sürekli yükselterek toplamaya devam edebilesiniz. Siz faiz lobisi var dediğinizde hayır diye karşınıza çıkıyorlar. Peki diyorsunuz Londra’da LİBOR skandalı; faiz oranlarını kendi aralarında anlaşarak ayarlamışlar. İkinci olarak Türkiye’de Rekabet Kurulu on iki bankayı yakaladı. Ne yapmışlar? Kendi aralarında anlaşmışlar; mevduata düşük faiz, tüketici kredilerine, kart kredilerine yüksek faiz uygulamak için ittifak içindeler. Bunları söyleyince öyle derinlere bakıp dalıyorlar! Tek söyledikleri, "hayır, faiz lobisi yok".
Bu skandal için Tom Hayes "bu çok derin bir olaydır" diyor. Küresel olarak baktığımızda devletler bu elit yapıya dokunacaklar mı?
İlk ayaklar yakalandı ve savcıyla işbirliği yapıyor. Konuşursam en tepeye kadar gider, dedi. Konuştururlar mı? Zor. Bankaların sahiplerine işin gitmesi zor görünüyor, ama bu şekilde ortaya çıkması bile önemli. Bu işlerin asıl sorumlularını mevcut sistemde yakalamak zor. Baskı grubu ve lobicilik çok güçlü. Amerika’da düzenleme yapmak isteyen kurumlara baskı yapıp düzenlemelerin önüne geçiyorlar. Bize has değil, ama Türkiye çok kârlı oldukları bir yer. Bu sebeple peşimizi bırakmıyorlar. Niye CNN İnternational etekleri zil çalarak Gezi olaylarını, Brezilya’daki olayları verdi? Faiz lobisini yapanlardan biri de bu kurum. Çünkü faizler yükseleceği için daha önce merkez bankalarından çok daha ucuza aldıkları paraları, tekrar gelişmekte olan ülkelere çok daha pahalıya satacaklar. Ülkeleri zora sokarak "yüksek risk primleri var, faizler yükselmeli"ye getiriyorlar. Ne adına? Temsil ettikleri kesim merkez bankalarından aldıkları parayı daha pahalıya satacaklar. CNN İnternational gibi kurumların bu sevinç gösterileri bu lobiciliğin esasından, lobinin adamı olduklarından.
Başbakan; iki sene önce kazanırken iyiydi, dedi. Neden bu kesimlerin böyle kazanmalarına müsaade edildi? Neden önlemler alınmadı? Bu önlemler bir ihtiyaç üzerine mi alındı yoksa başka bir hesap mı var?
Aslında şöyle: Başbakan Merkez Bankası’na istediği kişiyi atayamadı bile! Elinizi-kolunuzu bağlıyorlar. İktidar olmanız yetmiyor! Atayacağınız kişi hakkında öyle bir kampanya başlatıyorlar ki, sizin icraatınızı durduruyorlar. Başbakan olmanız yetmiyor! Bu atamayı yaptırmadılar, sonrasında ne oldu? Politika faizleri dört puan arttı. İstediklerini elde ettiler.
Bu bağlamda 28 Şubat’ın askeri kanadı tasfiye edilmişken sivil ve bürokratik ayakları etkili diyebilir miyiz hâlâ?
Faiz lobisinin baskısıyla hem bürokratlar hem siyasîler o yönde hareket ediyor. Bu Amerika’da ve Avrupa’da da böyle. Küresel düzeyde düzenlemelere karşı da böyleler. Amerika’da kredi derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili düzenlemeleri de yaptırmadılar. Sahtekârlıkları ortaya çıkıyor, AAA verdikleri kağıtları alanlar zarar ettiler. Bu dolandırıcılıktır. Bunun önüne geçecek düzenlemeleri engelliyorlar. Para onların elinde, bu lobiler çok güçlü.
Salih Mirzabeyoğlu 2000 yılında yaptığı savunmada “Türkiye’deki 3000 aileden” bahsediyor. Her şeyin bu 3000 aile için düzenlendiğini söylüyor.
E tabi böyle… J.J.Rousseau şöyle diyor: Zenginler hukuklarını cüzdanlarında taşır. Dolayısıyla Türkiye’de de bu hegemonik yapı kendi hukukunu yapıyor. Bu hukuk onların lehine işliyor. Son dönemde AKP hükümetinin başardığı olay şu; kamu harcama tasarımını değiştirdi, özellikle askerî harcamaları düşürdü, eğitim ve sağlık harcamalarını arttırdı. Bu sayede fırsat eşitliğini sağlamaya yöneldi. Eğitime, sağlığa yatırım insana yatırım manasına gelir. Bu anlamda AKP bence önemli bir adım attı. Bunun kalıcı olması için, halkın yararına, demokratik bir anayasa yapmalı.
Bu halk artık tecrübeli. Tanzimatları, Abdülhamit’e yapılanları, Adnan Menderes’i, 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı gördü. Böyle bir sürece girilmesini müsaade etmez.
Evet insanlar artık bunları yaşamak istemiyor. Demokratik bir anayasa istiyor, iktidarların silahla değil, seçimle değişmesini istiyor. Hükümet bu bağlamda anayasa yapımını hızlandırmalı. Mevcut anayasa Türkiye’yi ekonomik olarak öngörülemez kılıyor. Öngörülür olmak güven açısından, yatırım açısından, istihdam açısından önemli. Bu halkın yararına bir sistem kurmaktan geçiyor. AKP bunu kısmen yaptı; fakirlerden yana kamu harcamaları gibi. Bunu anayasa ile güvence altına almalı. Hâlâ temel hak ve özgürlükler konusunda sağlıklı bir yapı mevcut değil.
Gelir dağılımındaki eşitsizlik ile ilgili uygulanan politikalar sizce yeterli mi?
Gelir dağılımının ölçüsü Gini katsayısıdır. Son on yılda kırk dörtten otuz dokuza geriledi olumlu anlamda. On yedi milyon insan fakirlikten orta sınıfa katıldı. Brezilya’da bu rakam otuz üç milyon, tabii nüfus daha fazla orada. Dolayısıyla bu gelir dağılımındaki düzelmeye işaret ediyor. Bana göre Gezi olayları da eski orta sınıfla yeni orta sınıfların çatışması. Çünkü yeni orta sınıf, eski orta sınıfın mesleklerine talip oluyor. Avukatlık, hekimlik ve sair… Eğitim ve sağlığa önemli pay ayırırsanız fakir kesim geliri yükseldiği için daha karar verici mesleklere yöneliyor. Eski orta sınıf bunu istemiyor. Gezi çatışmasının temeli bu. Brezilya’da da bu minvalde olaylar. Eski orta sınıf kendi meslekî çıkarlarını korumak için Anadolu’dan gelen yeni orta sınıfla rekabet istemediği için aşağılıyor, çünkü alışmış askerî vesayette, kendi sınıfının hakimiyetine. Şimdi bu değişiyor.
Çok söyleniyor, “hükümet kendi zenginlerini oluşturuyor, kendi sermayesini oluşturuyor” diye. Bu oligarşik yapıya karşı böyle bir sınıf oluşturmak gerekiyor mu?
Hükümetin aslında kendi zenginlerini oluşturması kavramı geçmişe göre doğru değil. O tip bir yapı yolsuzluğu artırır, ama son on yıla bakarsanız yolsuzluk azalmış durumda. Bütçe açığı küçülmüş, borç küçülmüş. Demek AKP’nin bu tür bir eylem içerisinde olmadığı görülüyor, ama şu var; askerî vesayetin ve yargı vesayetinin kırılmasıyla Anadolu sermayesinin güçlenmesini sağladı. Artık bayilikten üretime geçiyorlar. Bu güçlenme Turgut Özal dönemine kadar gidiyor. Bu dönemde küçük sanayi sitelerinin her şehirde kurulması önemli ve belirleyicidir. Bu ayrışma, Anadolu sermayesi ve İstanbul sermayesinin ayrışması ve çatışması, 1980’lerden bu tarafa geliyor. 28 Şubat’ta kesintiye uğradı, kavga çıktı. Şimdi güçlenerek tekrar geldi. AKP kendi zenginini yaratıyor dediğimizde tam olarak doğru bir tespit olmuyor. 90’lı yıllarda ahbap çavuş kapitalizmiyle kendi zenginlerini yarattılar, ama bütçe soyuldu. Şimdi bakıyoruz bütçede soyulma yok.
Bu yeni çatışma hayat tarzları üzerinden oluyor. Tezahür edişi de; sen içki içiyorsun, sen başörtülüsün şeklinde.
Bu fakirlikten orta sınıfa geçen insanlar eski orta sınıfla bir çatışmaya neden oluyor. Yeni sınıf onlarla aynı yerlerden ev alıyor, aynı lokantalara gidiyor ve sair. Bunlar on yıl gibi kısa bir sürede oldu. Sorunlar da sürenin bu kısalığıyla ilişkili.
Türkiye’nin kronik bir cari açık sorunu var. Bu cari açığın kapatılması adına misal olarak enerji politikası üzerine düşünceleriniz neler? Geçiş güzergahında bulunuyoruz, çeşitli enerji kaynaklarına sahibiz, ama bizim ithalat kalemimizin %23’ü enerjiden oluşuyor. Siz yeterli buluyor musunuz bu politikaları?
Cari açık aslında faiz lobisinin bir oyunu. Yüksek faiz-düşük kur sizin paranızı değerlendiriyor. Böyle olunca ihracat cazip olmaktan çıkıyor. Rekabet gücünü kaybediyor paranız. Dolayısıyla siz dış ticarete konu olmayan mallar üretiyorsunuz. Mesela büyük bir holding olan Doğuş Grubu; lokanta zincirleri alıyor. Lokanta zinciri iç tüketime yönelik yatırımlardır. Halbuki ihracat kârlı olsa ihracata yönelik üretim yapan fabrikalar açması lazım, ama lokanta açılıyor. Bu içerde tüketim döviz kazandırıcı bir işlem değil. Faiz lobisi sizi bu cari açığa mahkûm ederek, bu şekilde yüksek faizle, bunu sürekli kılıyor. Aslında faizleri biraz düşürürseniz kur rekabetçi olacağı için yükselebilir, ama aynı rekabet özelliğinden ötürü cari açığı da azaltırsınız. Bana göre enerji temel sebep değil; temel sebep kurdur. Kur yerine faizle dış ticaret dengenizi ayarlamaya çalışırsanız sürekli cari açık verirsiniz. Bu sistem Türkiye’de şöyle işliyor; Türkiye’de kambiyo rejimine göre paranızı ülke dışına çıkarmak serbest. Mesela Çin’de serbest değil. Bu sebeple orada cari açık yüksek değil. Türkiye’de çıkışlar serbest. Aslında olması gereken Türkiye’deki gibi, ama şöyle bir sonuç çıkıyor; burada kazandığı parayı ülke dışına götürüyor sonra dışarıdan buraya kredi veriyor. Cari açığı bu şekilde finanse ediyor ve size "cari açığınız var, cari açık riskli bir iştir, faizler yüksek olmalı" diyor. Siz yüksek faiz ödüyorsunuz, onlar da sürekli kredi veriyor. Vergi ödemiyor, yüksek faiz alıyor; bu şekilde kolay ve tatlı bir kazanç oluyor. Bu sebeple Türkiye’deki cari açık sorunu faiz lobisinin yarattığı temel sorundur. Kurtulmanın yolu yüksek faiz-düşük kur politikasından vazgeçmek. Değiştiği takdirde kurlarınız ihracatı destekler hale gelecek. Şu an 1.90 civarı kurlar ve böyle kalmalı. Bu dış ticaret dengemiz açısından iyi.
İhraç edilen ürünler katma değeri düşük ürünler, büyük yatırımlar yapılmıyor. Bu dikkat çekiyor.
Dış ticarete konu olmayan ürünlere yatırım yaparsanız katma değeri yüksek ürünlere kalmıyor. Lüks konut, lüks lokanta, lüks kuaför… Okuyoruz gazetede bir milyon dolara araba alıyor. Bu parayla Anadolu’da makarna fabrikası kurabilirsin mesela. Bu doğru bir tercih mi, değil. Niye böyle oluyor? Dış ticaret yüksek faiz nedeniyle kârlı olmaktan çıkıyor. Kişi tercihini bu şekilde kullanıyor. Kişi yüksek faiz nedeniyle üretici anlamında çalışmıyor, rantiyeye dönüşüyor. Dünyada da faiz gelirlerinden oluşan haksız kazançların milli gelir içersindeki payı sürekli artıyor. Amerika’da “Wall Street’i işgal et” eylemlerinin sebebi; Amerika’nın nüfusunun %1’i toplam gelirin %50’sini alıyor ve toplam servetin %60’ına sahip. Dolayısıyla yüksek faiz gelir adaletinin bozuk olmasının temel sebeplerindendir. Zaten faiz lobisi dediğimiz bu.
Salih Mirzabeyoğlu “Parakutâ” isimli eserinde; alet mi ihtiyaçları, ihtiyaçlar mı aleti doğurur, sorusundan yola çıkarak günümüzde iktisatçıların iktisat ve ahlâk ilişkisini gözden kaçırdıklarını söylüyor. Siz iktisat ve ahlâk ilişkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
İktisatta ahlâk konusu son dönemde akademik çalışmalara da girmeye başladı. Özellikle işletme fakültelerinde. 2008 krizinden sonra görüldü ki, bu finans kesiminin aşırı kazanma hırsı, doyumsuzluğu toplumdaki dengeleri olumsuz anlamda etkilemekte. Bunların üzerine birincisi şeffaflık, ikincisi işletmelerde sorumluluk hem halka hem ortaklara karşı. Bunlar çok önemli gelişmeler. Klasik iktisatta ahlâk yok sayılır, derslere böyle başlanır. Her şey maldır ve eğer bir ihtiyaç varsa satılır şeklinde bir mantık oluşturulmaya çalışıldı. Bu doğru değil. Bu anlayış sosyal yaşamın devamına engel. Bu açılardan ahlâkî değerlerin yaşatılması şart. Bunlar olmadan ekonomilerin ve toplumların sürdürülemez olduğu ortaya çıktı. Ahlâk mefhumu bence mühim.
Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyoruz...
Ben de teşekkü ediyorum.