Türkiye Cumhuriyeti tarihinin 1922 ile 1938 yılları arası karanlıkta kalmış bir dönem. Bu zaman zarfında kimin kiminle iş tuttuğu, kim ne alıp karşılığında ne verdiği, yapılan icraatların hakikatte hangi gerekçelere dayandırıldığı, devlet eliyle zenginleştirilenlerin hangi ölçütlere göre seçildiği ve kendilerinden ne beklendiği, Anadolu ahalisinin temel çivisi olarak görebileceğimiz âlimlerin ne planlanarak İstiklâl Mahkemeleri eliyleinfaz edildiği, İslâm hukuku yerine niçin Batılı bir ülkenin kanunlarının tercüme edilmek suretiyle kanunlaştırıldığı, isyanların iç yüzü ve Mustafa Kemal’in cumhuriyet diye diye senelerce bu memleketi nasıl olup da tek partiye mahkûm ettiği hâlen çoğu kişi için muamma. Niyet açık olmakla beraber, işin iç yüzünde nasıl gerçekleştirildiği muamma. O dönemle alâkalı anlatılagelen resmî tarih ise baştan sona palavra.

Cumhurbaşkanlığı’nın, 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra Kenan Evren’in emriyle Genelkurmay Başkanlığı’na taşındığı iddia edilen ve o dönemin muhtevasını bize gerçekleriyle gösterecek olan arşiv açılmadığı sürece bu sis bulutu dağılmayacak ve hakikatler kanun maddeleriyle sımsıkı bağlı tutulmaya çalışılırken, yalanların dolaşımdaki serbestisi sürüp gidecek.

Madem ki bu ülkede artık Cumhurbaşkanı’nı milletin seçtiği ve ülkeyi Cumhurbaşkanı’nın yönettiği bir idare şekline geçildi, öyleyse bu konumda bulunan Receb Tayyib Erdoğan’ın en az devletin idaresi kadar mesul olduğu bir diğer husus da Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki bu karanlık dönemin aydınlatılması olmalıdır.
Cumhurbaşkanlığı’nın bu dönemi kapsayan arşivleri açıklansın ve artık hakikatler serbest bırakılırken yalanlar bağlansın.

Zelodluk ve Herodculuk
İngiliz tarihçi Arnold Toynbee, çağdaşlaşma sorunu karşısında İslâm toplumlarının tepkilerini çözümlemek maksadıyla “Zelotluk-Herodculuk” diye bir kavram çifti kullanmıştır. Bunlar, Hazret-i İsa zamanında Hellenizm baskısıyla Yahudilikte doğan iki karşıt temayüldür. Zelotlar (kızgın bağnazlar), kendilerininkinden daha güçlü bir medeniyetle karşılaşınca korku ve tiksintiye kapılıp, geleneklerinde dışarıdan gelen güce muhalif herşeye sıkı sıkıya sarılıyorlardı. Adını Kral Herod’dan alan öteki temayülün bariz vasfı ise, karşılarındakinin üstünlüğünü teslim ederek ona hayranlık duymakve takidçilik yolunu tutmaktı.

Toynbee’nin bu tasnifinden yola çıkarak, Arabistan yarımadasında Vahhabileri “Zelotlar” olarak tanımlamak mümkünken, Türkiye Cumhuriyeti’ne de “Herodlar”diyebiliriz. Bunlardan birincisi köklere dönüş adı altında eskisi gibi yaşayışa sarılmak suretiyle zamanın ruhunu kaçıranlar ve diğeri ise bön bir Batı hayranlığına kapılarak kendi “ben”lerini kaybedenler şeklinde tanımlanabilir.

Türkiye özeline dönecek olursak. Herodcuların Osmanlı Devleti’nden sonra Türkiye’de iktidarı ele geçirmesi ve Batı’nın elindeki hikmeti süzecek bir şuur süzgecinden mahrum oluşları bir yana, kasten ve tasarlayarak oradaki herşeyi “iyi, doğru ve güzel” kabul etmek suretiyle Anadolu’ya dayatmaları hasebiyle doğan ilk çatışma din planında olmuştur. Devlet planında İslâm ahkâmının yerine Batılı hüküm ve kanunlar benimsenirken, millete de bu değişim dayatılmıştır. Zelodluk ve Herodculuğun da mikro planda Türkiye özelinde de yansımaları olmuştur. Bir kesim bu değişim dalgasına kendisini kaptırıp Batılılaşırken dini ve imanı terk etmiş, tamamen din karşıtı bir pozisyon almış, diğer bir kesim ise bu değişime karşı durayım derken zamanın ruhunu kaçırmış ve bu sebeble de dinin özünden uzaklaşıp, kışrında kalmıştır.

İktidarı elinde tutan Herodcuların Batılılaşma adı altında dini kaldırarak yerine ulus temelli ne idiğü belirsiz bir şey ikâme etmelerinden doğan ruhî boşluk, Kemalizm ve Atatürkçülük gibi fantezilerle doldurulmaya çalışılmıştır. Lakin“bir ilmin butlanı müntehasında belli olur” ölçüsü ışığında, tüm bu girişimlerin son kertede, her iki kesim cihetinden de, ilkel bir putperestliğe çıktığını ifâde edebiliriz. Din karşıtı kesim, Cumhuriyetle beraber İslâm’ın kaldırılmasından sonra doğan ruhî boşluğu Kemalizm ve Atatürk kültü-putuna sarılarak tatmin etmeye çalışırken, diğer bir kesim (bugün Kemalistlerin beğenmediği ve karşı oluş yanlışına düşerek hakikatini araştırma zahmetine de girmediği) ise İslâm’ı kendi akıllarına irca etmek suretiyle akıllarını ve dolayısıyla nefslerini, bulundukları makam ve mevkiyiputlaştırmıştır.Her iki hâlin müsebbibi de Anadolu’dan İslâm’ı kazımak için elinden geleni ardına koymayan Mustafa Kemal ve avanesidir.

Putperestlik ve Muhafazakâr Putperestliği
“Put” yahut “putperestlik” dendiği zaman, tam da putperestliğin sebebi de olduğu üzere hemen akla kaba saba heykellerle, o heykellere ihtiramla yaklaşan, onlardan meded uman insanlar akla geliyor. Mücerred fikir idraksizliğinden doğan herşeyi muşamba dekora atfetme ve onda olmayanı arama hastalığı. Oysa ki, insanı Allah’tan alıkoymak için içyüz ve dışyüzde tutucu olan herşey puttur. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun dediği üzere, “Kâfirin kitab ehli olanlarından, imansızlarından, malum mânâda PUT’a tapanlarına kadar hepsinin putperestliği açık. Onlara İslâm’a uymak yerine İslâm’ı kendi nefslerine, kafalarına uyduranları da eklemek gerek.”

Yine Kumandan diyor ki; “Put, inançsız için fikirde kendi aklının kuşattığını sevmektir ki, kendi yaptığı puta tapmakla aynı mânâdadır; idrakin aczini idrake ermenin hakikatinde de ‘put kırmak’ vardır ve bu da aklı aşan mânâsında ‘sırrı gizleyen-sırrın gizlenişi-sırrın gizli demek oluşu’dur.”

İnsanın fıtratında olan inanma-iman iştiyakının Allah’tan başka hangi cihete olursa olsun teveccühü putperestliktir. Aklına, çoluk çocuğuna, malına mülküne, paraya pula, güce ve saire… Kişi Allah’tan ziyade bunlara teveccüh ettiği andan itibaren teveccüh edilen put, eden putperesttir.

İslâm’a Muhatab Anlayış, Put Kıran Baltadır
Türkiye’de mikro ve İslâm âleminde makro planda Zelodcularla Herodcular arasındaki çekişmeden doğan putlar ortalığı sarmışken, Üstad Necib Fazıl ve Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun ne kadar önemli bir misyon ifâ ettiği de bu açıdan bakıldığında daha net bir şekilde idrak edilmektedir. “500 yıldır beklenen hesablaşma”, “500 yıldır beklenen fikir” ve “500 yıldır beklenen mütefekkir” ibarelerinin hepsinin de ne kadar doğru olduğu böylelikle daha bir açıklığa kavuşmaktadır. Şöyle ki, dini içten yıkan “Ham Yobaz-Kaba Softa” tipi ile bön Batı hayranı tersinden yobaz tip arasına birinden birini tercihe zorlanan Müslümanlar için, dünya irfan yemişlerini “Mutlak Fikir” önünde hesaba çekerek verimlendiren, bu surette zamanın ruhunu yakalayan ve bunu yaparken de eşya ve hadiseleri İslâm’a değil de İslâm’ı eşya ve hadiselere tatbik eden, İslâm’ı değil de anlayışı yenilemek peşinde koşan Büyük Doğu-İbda’nın misyonu da anlaşılmıştır herhâlde. Büyük Doğu-İbda’nın İslâm’a Muhatab Anlayışı, aynı zamanda çağın bütün putlarını ve putperestlerini titreten,“put kıran balta”dır.

Anadolu ve Yeni Ufuklar
Kalkınma, ekonomik büyüme, yol, köprü, seçim kazanmak ve saire bunların hiçbirisi ideal olamaz. İdeal olan, Anadolu’ya yeni ufuklar açmaktır ki bunun yolu da Türkiye’den başlayarak bütün İslâm âlemini saran her çeşit putun kırılmasından geçmektedir.

Üstad Necib Fazıl diyor ya; “Anadolu… Putların ve salibin binbir cümbüşü arkasından kendini topyekûn Hilâl’e teslim eden ve onun davasını bütün dünyaya şamil bir aksiyon hâlinde güden aslî ve asil unsur kadrosu” diye…İşte şimdi yeniden aynınoktada bulunuyoruz. Misyon belli, olmamız istenen aslî ve asil unsur kadrosu belli ve tüm bunlara taban tabana zıt içler acısı hâlimizde ortada…

Dışarıdan evvel bizim kendi içimizde bir hesablaşmaya girmemiz gerekiyor. Bu hesablaşmanın başlayacağı yer de putperestliğin başladığı Atatürk dönemiyle hesaplaşmadan geçiyor.

Cumhurbaşkanı Receb Tayyib Erdoğan, ülkenin bir kesiminin “putlaştırdığı”, adını koymadan “ilah” muamelesi yaptığı Mustafa Kemal’in iyisiyle-kötüsüyle gerçekte kim olduğunu arşivleri açmak suretiyle faş etmekle mükelleftir. Artık gonk vurmalı ve yalanlar bağlanırken, hakikatler serbest bırakılmalı. Gerisi çorap söküğü gibi gelecek ve bu topraklarda dikili putlar yıkıldıktan sonra İslâm’a Muhatab Anlayış’ın tecellisi bütün bir aksiyon hâlinde dünyayı sarsacak ve saracaktır.
***
Kafasında ister takke olsun, ister belinde zünnar, ister heykellere tapsın, isterse nefsine… Bu topraklar ve üzerindeki zihinler Herodlardan da Zelotlardan da temizlenmek zorundadır. Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Adalet Mutlak’a” başlıklı konferansında dediği gibi “Herkes putuna sahip çıksın, çünkü o putları yıkmaya mecbur ve memuruz.”

Baran Dergisi 619. Sayı