Ve… Ve…
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun Ölüm Odası eserinde “Namazda rükû, hayvanı temsil eder; hayvan, diri ve canlılık… Kıyam, insanı…” diye tefsir edilen rükû ve kıyam… Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir gün namaz kıldırırken rükûda “semi Allahü limen hamideh” deyince Hz. Muaviye de “Rabbena lekel hamde” der ve Kâinatın Fahri bunu pek beğenirler, takdir buyururlar ve bunu söylemek kıyamete kadar sünnet olarak kalmış olur... Belki de orada ettiğimiz “hamd”in mânâsı da o tefsirde gizli…

Hz. Muaviye, Efendimiz’in (s.a.v.) Hz. Kaab kaside okurken ona verdikleri hırkayı hilafeti zamanında Hz. Kaab’dan 16 bin altına karşılık istemiş ise de Hz. Kaab buna razı olmamıştır. Hz. Kaab vefat edince Hz. Muaviye bu hırkayı Kaab’ın varislerinden 20 bin altına satın almıştır ve bu sayede hırka hükümdarlar elinde muhafaza edilegelmiştir. Hırka-i Şerif diye bildiğimiz hırka, bu hırkadır.

Yabancısı olduğumuz bölgelerde ilk aradığımız, gördüğümüzde yüreğimize camiye işaretten dolayı mutluluk hissi veren ve İslam’ın şiarlarından olan minare İlk olarak hicri 58 senesinde Hz. Muaviye’nin emriyle, Mısır valisi Mesleme bin Mahled tarafından dikilmiş, minareden ilk ezanı Mesleme’nin kardeşi müezzin Serahbil bin Amire okumuştur.

Fars ve Rum medeniyetlerinden ilk tercümeler O’nun döneminde… Hatta öyle ki, tercümelerin yararın yanında tehlikelerini de görmüş ve Rum ile Fars ilminin hatalarını ve faydalarını ortaya çıkarmak için bir araştırma merkezi ve okul dahi kurdurmuştur. Yine tıp ilminde İslam diyarı bir hayli ilerlemiştir.

İslam tarihinde ilk genel posta teşkilatını kuran O…

“Şurta” adı verilen ilk emniyet teşkilatını kuran O…

İlk tersane O’nun döneminde kuruldu (h.54) ve ilk donanma O’nun gayretiyle inşa edildi…

İslam memleketinde şehircilik usulünü kuran yine O…

Ve… ve daha neler O’nun devrinde örgüleştirilmedi ki?..

Hilafeti Devretmesi ve Vefatı
Hz. Muaviye’nin hilafeti süresi 19 yıl 3 ay 27 gün sürmüştür. Yerine geçecek kişi hakkında ümmetin ileri gelenleriyle istişarede bulunmuş, bunun sonucunda çevresindekilerin Yezid’i işaret etmesi ve şartların getirdiği bir takım zorunluluklardan ötürü (mesela o dönem Emevî ailesi haricinde bir halife çıkması durumunda müthiş bir isyan başlayacağı haberleri hayalet gibi Şam sokaklarında dolanmaktaydı.) Hicri 56 senesinde Yezid’e biat istemiş ve insanlar da biat etmiştir. Allah dilemedikçe kimse gaybı bilemeyeceğine göre oğlu Yezid’i veliahttı olarak tayin etmesini de kimse yadırgayamaz. Kerbela vakasını bu büyük sahabiye yamamaya çalışarak zayıf imanlıları kendilerine çekmeye çalışan münafık soyunun önünü, daha önceden Efendimiz (s.a.v.) ile vahiy kâtibi Muaviye arasında geçen konuşmayı aktararak kesmiştik. Şimdi de hasta yatağında Yezid’e söylediği şu cümlelere kulak verelim: “…Ali’nin oğlu Hüseyin çabuk etkilenir birisidir, Irak halkı onu isyan ettirmeden bırakmaz. Şayet isyan edecek olur ve sen de ona karşı muzaffer olacak olursan ona iyi davran, çünkü onun M….. (s.a.v.)’e büyük bir yakınlığı ve akrabalığı vardır.” Farz-ı muhal, Yezid’in veliaht tayin edilmesinde muayyen bir sebep olmasaydı bile, Müslümanların, bir Sahâbî hakkında olumsuz düşünmeye niyet etmeye dair en ufak bir ihtizazın dahi yüreğinden beri olması lazım gelirdi. Hatta Kadı Ebubekir İbnü’l Arabi Hazretleri’nin dediğine göre Emevîlerle çekememezlikleri ümmete aşikâr olan Abbasiler devrinde camilerde Hulefa-i Raşidin’in mübarek isimlerinin yanında “Müminlerin Dayısı Muaviye” diye yazılıdır. Demek oluyor ki ümmet arasındaki çekişmelerde dahi ashabı kiram ayrı tutuluyor, ta’zime layık görülüyordu. Zaten Efendimiz’in (s.a.v.) “Muaviye hakkında ancak hayır konuşun.” hadis-i şerifi vardır. Bundan gayrısı da nasip meselesi…

Hz. Muaviye, vefatına sebebiyet veren hastalığından önce şu ibret verici hutbeyi irad etmişti: “Ben ekin yetiştirip de onu biçmek isteyen bir çiftçiye benziyorum. Sizin üzerinizdeki emirliğim oldukça uzadı. Sonunda siz benden usandınız, ben de sizden usandım. Sizden ayrılmayı temenni eder oldum, siz de benden ayrılmayı temenni etmeğe başlamıştınız. Fakat size kesinlikle söylüyorum ki, benden sonra geleceklerden ben daha hayırlıyım; nitekim benden öncekiler de benden daha hayırlıydılar. Denildiğine göre Allah’a kavuşmayı sevene Allah da kavuşmayı severmiş. Allah’ım! Gerçekten ben sana kavuşmayı seviyorum, sen de bana kavuşmayı sev ve bunu mübarek kıl.”

Hz. Muaviye vefat edeceğini anladığı vakit oğullarını topladı ve onlardan birine hitaben:
 “Sana emanet ettiğim şeyi getir” dedi. Oğlu, kilitli ve mühürlü bir kutu getirdi. “Bunu, şu günüm için saklıyordum” dedi ve açmasını emretti. İçinde üç elbise vardı. Dedi ki: “Şu, Resûlullah’ın bana giydirdiği gömlektir, şu da Vedâ Hacc’ından döndüğünde bana giydirdiği ridâdır (belden yukarıya giyilen kıyafet).” Resûlullah’ın (s.a.v.) bu hediyelerini aldıktan bir müddet sonra: “Yâ Resûlullah, üzerinizdeki şu izarı da (belden aşağıya giyilen kıyafet) bana verir misiniz” dedim. “Ey Muâviye, evime gittiğimde onu sana gönderirim,” buyurdu ve gönderdiler. Bir gün Resûlullah (s.a.v.), hacâmatçıyı çağırdı. Mübarek başından kan aldırdı. “Yâ Resûlullah, şu saçları bana verir misiniz” dedim. “Ey Muâviye, al” buyurdular. “O saçlar bu ridâdadır. Öldüğüm zaman beni Resûlullah’ın gömleğiyle kefenleyin, ridasına sarın, izârım da Resûlullah’ın izârı olsun. Resûlullah’ın saçlarının birazını çeneme ve burnuma koyun. Kalanını da göğsümün üzerine koyduktan sonra Erhamürrâhimîn olan Rabbimin rahmetiyle benim aramdan çekilin.” demiştir.

Efendimiz, Hz. Muaviye hakkında “Ümmetimin en halimi ve cömerdi Muaviye bin Ebi Süfyan’dır.” buyurmuştur, yine Allah’tan ona hilm vermesi üzerine duası da vardır. Kendisinin de “İnsana verilen en güzel şey hilmdir. Böyle birisi uyarılınca dinler. Kendisine bir şey verildiğinde şükreder. İmtihan olunduğunda sabreder.  Kızıp öfkelendiğinde öfkesini yutar. Gücü yettiğinde affeder. Kötülük yaptığında istiğfar eder. Söz verdiğinde tutar.” sözü meşhurdur. Hz. Muaviye hilmde o derecede imiş ki… Hakkındaki bazı menkıbeler insanı çatlatacak cinsten… Mesela:

Sahabeden Vail ibni Haceri’l-Hadrami, Hadramut bölgesinden bir kralın oğludur ve Mekke’nin fethi zamanında İslâm ile şereflenmiştir. Bir gün Efendimiz (s.a.v.) onunla beraber Hz. Muaviye’yi Mekke dışında bir bölgede görevlendirmiştir… Hz. Vail bineği üzerinde giderken Hz. Muaviye yalın ayak, kızgın çölde güçbela ilerlemektedir. Hz. Muaviye Vail’e “Beni de arkana alır mısın?” diye ricada bulunmuş, Hz. Vail “Sen hükümdarlara redif olacak zevattan değilsin.” demiş, bunun üzerine Hz. Muaviye “Öyleyse bari nalınlarını ver giyeyim, zira yerin sıcaklığından ayaklarım yanıyor.” demiş ve bir öncekine benzer mukabeleyi görmüştür. Zaman gelir ve Hz. Muaviye halife olur… Vail bir gün onun huzuruna gelir ve Hz. Muaviye onun, seririne (tahta karyola) oturmasına müsaade eder ve o zaman yaşadıklarını esprili bir dille hatırlatır… Bunun üzerine Hz. Vail “Ben o gün değil seni arkama, önüme almalıydım” diyerek mahcubiyetini beyan eder.

Hal’ül Mü’minin Hazretleri, Hicri 60 senesinde 73 veya 75 yaşında dar-ı beka’ya irtihal etmiştir. Efendimiz’den 163 hadis nakletmiştir, bunlardan belki de kâfirleri en çok kudurtanı, Ehli Sünnet ve’l Cemaati işaretleyen şu hadistir: “Yahudi ve Hristiyanlar yetmiş iki fırkaya bölündüler. Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Biri hariç hepsi ateştedir. Şüphesiz o cemaattir.” Radıyallâhu anh.

Hikmetli Sözleri
“Hükümdarın teba’sına hâkim olması ya da teba’nın hükümdarına hâkim olması arasında disiplin ve esneklik vardır. Yönetmek ve hükümdar olmanın kıvamı iki vasfı birden taşıyabilmektir. İfrat derecesine varmayan bir sertlik ve gevşeme; alçalma, boş verme dercesine varmayan bir esneklik.”

“Benimle insanlar arasında örümcek ağı gibi bir iplik ya da incecik bir kıl olsa yine de kopmazdı. Çünkü onlar çektiğinde ben salardım, onlar saldığında da ben çekerdim.”

“Ben kamçımın yettiği yerde kılıcımı, dilimin yettiği yerde kamçımı öne sürmem. Benimle insanlar arasında bir kıl olsaydı kopmazdı. Halk kılın bir ucundan çekince ben gevşek bırakır, biraz salardım. Onlar kılı gevşek bırakınca da ben çeker düzeltirdim.”

“Hükümdar ne öfkeden kudurup küplere binmeli ne de sevinçten coşup her tarafı tozpembe görerek havalarda uçmalıdır. Yönetici ya iyilere mükâfatını ya da kötülere gereken cezayı vermelidir.”

“Affetme vasfına en çok sahip olması gerekenler intikam ve cezaya en çok gücü yetenler olmalıdır. En geri zekâlı ve düşük akıllı kimseler ise kendisinden zayıf ve aşağı olanlara zulmedenlerdir.”

Bir gün küçük oğluna dayak atan Yezid’e bakmış ve şöyle demiş: “Sana gücü yetmeyen çocuğa dayak mı atıyorsun? Güç sahibi olmak benimle nice mertebe sahibi kimselerin arasını ayırmıştır.” İleride Yezid’in ne haltlar yiyeceğini bir bilseydi…

Adamın biri Hz. Muaviye’nin huzurunda ona sert sözler söylüyor, ama Muaviye susuyor ve adama yumuşak davranıyor. Niçin böyle yaptığı sorulduğunda ve bu gibi kaba tavırlara tolerans mı göstereceksin denildiğinde şu cevabı veriyor: “İnsanlar bizimle iktidarımız arasına girmedikleri sürece onların ne söylediğine bakmam, kendileri ile dilleri arasına girmem.”

Bir rivayete göre Ziyad’ın azatlısı Süleyman isminde biri Hz. Muaviye’nin huzurunda Ziyad’ı övmeye başlayınca büyük sahabi şöyle der: “Sen sus! Senin sahibinin kılıçla elde ettiği şeyin çok fazlasını ben dilimle elde ettim.”

“En çok kimi seversin?” diye sorulmuş ve cevap: “Başkalarını bana en çok sevdiren kimseyi.”

Şeyhü’l Ekber Muhyiddin İbnü’l Arabi Hazretleri’nin (ks) ünlü eseri el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’de geçtiği üzere Hz. Muaviye şöyle demiştir: “Sırrımı birisine ifşa etsem şiddetli bir pişmanlık ve üzüntü ardından gelir. Onu içimde tutarsam, bana bir öğüt, şeref ve yükseklik kazandırır.” Hazirun sormuş: “Arkadaşına bile mi?” cevap: “Ona da.” Yine Hz. Muaviye demiştir ki: “Düşmanından gizlediğin bir şeyi arkadaşına da gösterme.” Var mı, müphemlik ve gizlilikte böyle nokta?..

Bir gün mescidde bir halkaya uğradı ve onlara “Niçin oturdunuz?” diye sordu. Halkadakiler “Allah’ı zikretmek için oturduk.” dedikten sonra “Allah hakkı için sizi burada oturtan sebep bu mudur?” diye sordu. Halkadakiler de yeminle tasdik ettiler. Hz. Muaviye ise şunu söyledi: “Dikkat ediniz sizi itham ettiğimden dolayı sizden yemin istemiş değilim. Resûlullah (s.a.v.)’e karşı benim yakınlık derecemde olup da kendisinden benden daha az hadis rivayet eden yoktur. Resûlullah, ashabından bir halkanın yanına çıkmış ve: “Sizi bu toplulukta oturtan sebep nedir?” diye sormuştu. Onlar da şöyle demişlerdi: “Allah’ı zikretmek, bizi İslâm üzere hidayet ettiği için ve bize verdiği her türlü nimetlere hamdetmek için oturduk.” Bunun üzerine Resûlullah şöyle buyurdu: “Allah hakkı için sizi oturtan sebep sadece bu mudur?” Onlar da: “Vallahi bizi oturtan sebep budur.” dediler. Resûlullah buyurdular ki: “Dikkat ediniz sizi itham ettiğimden dolayı sizden yemin istemiş değilim. Lakin Cibril bana geldi ve meleklere karşı Allah’ın sizinle övündüğünü bildirdi.”

Baran Dergisi 532. Sayı