Bir medeniyet tasavvur edin; adı “medeniyet” olmasına mukabil medeniyet olabilme şartlarının hiç birini layıkıyla yerine getirememiş, insan ve toplum meselelerinin hallinde ortaya çözüm koyamamış olsun. Ve bir de kendisini “medeni” olarak addedenlerin, insan yerine bile koymadığı dünyanın geri kalanını medeniyet dışı, barbar olarak nitelediğini…
“Barbarlık” dediğimizde hiçbir harfin boşa gitmediğine kâni olduğumuz Batı, yüz yıllardır işkencelerle ve türlü türlü zalimliklerle ayakta kalmayı başarmıştır. Büyük Doğu Coğrafyası’ndan Uzak Doğu’ya, Baltık denizinden Ümit Burnu’na kadar uyguladığı vahşet ortada… Ortadoğu’yu arka bahçesi olarak kullanan, Afrika’yı kendisininmiş gibi görüp Afrikalıyı köleleştirilmesi gereken hayvanlar olarak algılayan ve insanların iliğini kuruturcasına sömüren emperyalistler, tüm bu yaptıkları yetmiyormuş gibi, bir de bu vahşetleri ekranlara film olarak döküp kendini masum göstermeye çalışıyor.
Afrika’dan getirilen yüzlerce aç insanı Paris’te etrafı dikenli tellerle çevrili hayvanat bahçelerinde teşhir etmekle kendilerini siyahîlerden üstün gördüğünü ayan beyan deklare eden ve Afrikalıları insan yerine koymamayı, ırkçılığı, Afrika’nın topraklarını Afrikalı cesetleriyle doldurmanın adını medeniyet sanan Batı, nedense kendi vicdanlarını nerelerine sıkıştırdıklarını, ruhlarını hangi pazarda sattıklarını, hayvanlardan da aşağı ne şekilde yaşadıklarını bilmiyorlar, fark edemiyorlar! Çünkü onlar için insan olan sadece kendileri…
Batılının Afrika’dan getirip hayvanat bahçesine koyduğu insanları insanlık dışı muamelelerle teşhir etmesini milyonlarca Avrupalı görmeye gitmiş. Avrupa’da, Amerika’da milyonlarca ziyaretçi akınına uğramış bu sergi... Kendi eserlerini böyle ihtişamla izleyen bir milletten ne bekleriz zulümden başka? Adaleti yalnızca kendi zevklerine indirmiş, menfaati sadece ülkelerinin ayakta kalması için kullanan bu diktatörler kime hangi medeniyetten bahsediyor? Kendi insanına bile değer vermeyen bu devletlerde medeniyet nasıl oluşur ve huzur nasıl abâd olur?
Güney Afrikalı bir sanatçı, Afrikalılara yapılan bu muameleleri görünce bunu “İnsan Hayvanat Bahçeleri” olarak sahneye döker. Oyun Londra’da ve Paris’te kıyametleri koparmış. Tepki göstermişler “böyle oyun mu olur?” diye… Galiba farkına varamamışlar bu vahşeti kendilerinin realitede uyguladığının. Gurur duymalılar; insanlıkları(!) sahnelerde herkese gösteriliyor.
Kızılderililere yaptıkları da ortada… Balta girmemiş ormanlarda yaşayan, yerli kabileleri kendi zevklerine alet etmeleri de hepimizce malûm.
Bugün Uzak Doğu’nun birçok bölgesinde hâlâ Türkler yaşıyor. Toprağı incitmekten, yeşile zarar vermekten korkan insanlar bunlar. Eşyayı dahi incitmeden yaşayan bu insanlara, vahşi Avrupa daha ulaşmamış. Merak ediyorum, onlara ne zaman zulüm edip ruhlarını tahrip edeceğini?
Maymundan daha beter maymunluklarıyla Afrikalıları, kadın, çocuk, ihtiyar demeden gemilerle Avrupa ve Amerika’ya taşımaları ve hayvanat bahçelerinde, fuarlarda, sergi alanlarında teşhir etmeleri neyin göstergesi acaba?
Bu şımarık adamlar, kendi milletlerini bile kendi dinlerinden soğuttular insanlık dışı işkencelerle. Daha neyin insanlığından bahsediyorlar? Geçmişi pislik, geleceği ise lağım olan ve borusu patlamış Avrupa’dan alınacak tek ders, bu hâli görüp kendimize çeki düzen vermek. Müslümanlara “terörist” diyerek, kendi teröristliklerini örtbas etmeye çalışan Avrupa, kendi pisliğini görmediği gibi, etrafına yaydığı pislikten de habersiz. Ülkesinde öldürülen biri için devletleri ve milletleri ayağa kaldırma potansiyeline sahip bu şımarık zalimlere nedense Irak’ı, Suriye’yi, Filistin’i, Doğu Türkistan’ı, Myanmar’ı gösteremiyoruz. Bir medeniyet olarak ve üstün bir tarih olarak kendi fikrimizi, kendi zikrimizi, kendi sanatımızı duyuramıyoruz. Miskin tavrımızla bizlere attıkları iftiralara dahi sesimiz soluğumuz yok. Avrupa yorgun ve berbat halde... Boşlukta sallanıyor. Avrupa kendi filozoflarını bile anlamıyor. Kendi sanatkârlarına bile değer vermiyor. Sanatkâr mı kaldı artık? Sokrat’ı, Bergson’u, Hegel’i, Nietzsche’yi dinleyen yok; söylediklerine kulak veren kalmadı. Hırs, ihtiras, şehvet onların uçurumundan başka bir şey değil. “Avrupalıların yaşadığı anla ilgisi yok, hepsi de bilinmeyen bir hâyâl peşinde. Virjil, Homer, Dante, Shakespeare bu şımarık zekâları doyuramıyor artık.” [1]
Avrupa’nın devrimcileri bile kendi bencilliklerinden ve kaygılarından öteye gitmediler. Bizde devrimcilik anlayışı ise sıfır… Dışarının devrimcilerine hayranlık duymaktan kendi değerlerimizi göremiyoruz. “Sizin Che’niz varsa, bizim Çakal Carlos’umuz var” diyen bir anlayışımız yok. Çakal Carlos’un devrimciliğini göremeyen kör zihinler, nedense bugünün Avrupa'sını kahraman addediyor. Şeyh Şamillerin, Cevher Dudayevlerin, Osman Baturların nedense esamisi yok kalplerimizde… Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun devrimciliğini görmeyenler, devrimciyi kör topal zihinlerde arıyor. Bugün her kesim sistem eleştirisi yaparken; dünün geçer akçesi üniter yapıya karşı olanların ellerinde önerebilecekleri bir sistem var mı? Görüyoruz ki yok... Peki nedendir bu ademe mahkûm etme uğraşı? Nedendir Büyük Doğu-İbda sistemini ve bu fikrin membaını görmezden gelme sevdası. Salih Mirzabeyoğlu’nun “Ortadoğu’da İsrail diye bir devlete yer yoktur” sözünü bizim Müslümanlar anlamamış; ama kâfir anlıyor. İşte bu yüzden Mirzabeyoğlu’nu bu kadar tehlikeli görüyor. 
“Bugünkü modern Avrupa’yı meydana getiren şey, birbirine tamamen zıt iki temayülün terkibidir: İslâm’a mukavemet ve İslâm’ı taklit…” [2] Müslümanların taklit etmesine gerek yok, Üstad Necip Fazıl’ın dediğiyle “güneşi ceketinin astarında kaybetmiş” olan bizler İslâm'a muhatap anlayış davası çerçevesinde yeni bir medeniyet ibdâ ve inşâ etmek ile mükellefiz.
1870’lerden 1960’lara kadar Avrupa’da kafese koyulan Afrikalıları sirk maymunları gibi oynatıyorlardı. Fuar alanının dışındaki levhada “Lütfen yiyecek vermeyin, daha önce beslendiler” diyerek insan gurur ve haysiyetini ayaklar altına alıyorlardı. Üzerlerinde yaptıkları araştırma sonuçlarında ise, “haftalardır bunların üzerinde çalışıyoruz, bunların aklı aşırı derecede geri. Fevkalâde saldırganlar ve hiçbir hisleri yok. İnsana en yakın vahşi örneği denebilir” diyorlardı. O hayvanat bahçesindeki Afrikalıların çoğu da bu durumdan dolayı intihar etmişti.
Yaptığımız araştırmalardan 1931’de Paris’te, Eyfel Kulesi’nin altında açılan “İnsan Hayvanat Bahçesi”ni 1 milyon kişinin gezdiği ve bu “insan hayvanat bahçesi”nin tanıtımında “Fransa’nın medeniyet misyonunu gerçekleştirirken nelerle meşgul olduğunu keşfedin” yazdığı bilgisine ulaşıyoruz.
Avrupa zihninin nelerle uğraştığını da burada görmüş oluyoruz. Bir tarafta fikir ızdırabı çekenler, diğer tarafta ise engizisyon kafalı olanlar…
Afrikalılara yapılan bu zulüm sadece Fransa’nın tarihine değil tüm Avrupa’nın tarihine kara leke olarak sürülmüştür. Bahsi geçen bu sirkleri gezen Fransız leydilerinin gözlerine, madamların saçlarına, mösyölerin ellerine bu kara leke bulaşmıştır.
Fransa, İngiltere, Amerika, İtalya, İsrail, Müslümanlara söz söylemeden önce dönüp kendi kirli ve kanlı tarihlerine baksınlar. Astıkları, kestikleri, çocuk-kadın demeden yaptıkları katliamlara ve zalimliklerine baksınlar. Bu insanlık dışı yaratıklarla ne masaya oturulabilir, ne uzlaşılabilir, ne de insanlık namına iki çift kelam anlatılabilir. Çünkü Allah’a savaş açmış zalimle uzlaşma yapılmaz; bu yüzden diyoruz ki:
“Ne uzlaşma, ne teslim, ne hiçlik
Yalnız mutlak fikirde birlik…”
“Şiddete hayır” diyerek Müslümanların öfkesini alan, ılımanlaştıran, kadınsı tavra sokan mevcut anlayışa da “hayır” dediğimizi belirtelim.
Kimse bizleri terörist gösteremeyeceği gibi, yerinde miskin gibi oturan kişiye de benzetemez.
Avrupa’nın keyfi, binlerce masum Afrikalının gözyaşlarında yatıyor. Muhammed Ali Klay’ın, Malcolm X’in mücadelesini ve zalimin yüzlerine indirdikleri yumrukları, bir gün tekrar Büyük Doğu Coğrafyasının inşasında görecek ve göstereceğiz.
Kumandan Mirzabeyoğlu’nun dediği gibi:
“Artık çiğneyemeyecek insan onurumuzu
Çiğneyemeyecek
Yabancı adam toprağımızı…”
Zalime intikam ateşimizin dâim ve kâim olması dileğiyle…

Kaynak:
1. Marifetname (Süzgeç ve Şekil) - Salih Mirzabeyoğlu - Sh. 303
2. Marifetname (Süzgeç ve Şekil) - Salih Mirzabeyoğlu - Sh. 289
 
Baran Dergisi 424. Sayısı