Salih Mirzabeyoğlu’nun “HİKEMİYAT - Tefekkür ve Hikmet” isimli eserinin yeni baskısı geçtiğimiz günlerde çıktı. İbda Mimarı’nın bu eseri hakkında ne söyleyebiliriz?..
Öncelikle bu eser, ismiyle müsemma bir yerde duruyor; yani İslâm tefekkürünün çağımızdaki kalesi Büyük Doğu-İbda’nın, “muhasebe”si, “murakabe”si, “muhakeme”si ve “mihrak” hususiyeti, dört levhada çerçeveleniyor. Bu anlamda, İbda külliyatında eserler boyunca iplik iplik açılan meseleler, bu eserde toplu diyebiliriz.

İbda Mimarı’nın “fikir geleneğinden mahrum” oluşumuzu işaretlediği malûm. Peki, bu “fikir geleneğinden” ne anlamalıyız? İşte “Hikemiyat”ta, özellikle “Muhasebe” bölümünde bunun cevabını buluyoruz. Salih Mirzabeyoğlu’nun Necib Fazıl’a olan “nisbeti”nin mahiyeti, dış yüz ve içyüz delaletleri, üç esere atıfla izah ediliyor: “Necip Fazıl’la Başbaşa”, “Marifetname” ve “Kökler”… Şöyle diyor İbda Mimarı:

- “Bu üç eser, “Sokrat’a nisbetle Eflâtun” tavrının, fikir vecd ve samimiyetini, nisbet samimiyetini, fikir samimiyetini, fikir haysiyetini, tabiî ki “yaşayan Necip Fazıl” hakikatinin yeni zaman ve mekân şartlarındaki mihrak şahsiyetini kalemim olarak gösteren ve bunun usul, esas, şekil, üslûp ve tarzını “bâtın nisbetine bitişik” billûrlaştıran olmuştur.

“Allah’ın verdiği nimetleri gösterme”nin icâp gözüyle bakıldığı zaman, yukarıda belirttiğim ve belirteceğim hakikatlerin, bazı esersiz ve verimsiz örneklere nisbetle bir hokkabaz, bir benlik heykeli, bir idrak dilsizi, bir vicdan sağırı, bir kalb ve kafa çilesizine değil, doğrudan doğruya bunların müsbetini gösterecek olanlara verilen mesaj teşkil edişi anlaşılır.
Necip Fazıl’la Başbaşa, Kökler ve Marifetname isimli eserlerim hakkındaki ana hüküm şudur ki, İslam tasavvufu ve Batı tefekkürü kanatları arasında zeminini kurduğum “Hikemiyyat” binasının zatıma mahsus icaz yolunun göstericisi olmalarıdır.” (s. 24-25)

Bu anlamda, niçin İbda’nın “Yürüyen Büyük Doğu” olduğu, niçin Salih Mirzabeyoğlu’nun “Yaşayan Necib Fazıl” olduğu, “fikir geleneği”nin ne demek olduğu “Hikemiyat”ta bütün cepheleriyle izaha kavuşuyor. Özellikle İbda külliyatını okumaya yeni başlayanlar için, “Hikemiyat” bir nevi yol gösterici olacaktır bizce.

Geçenlerde, Akademya sohbetlerini internetten takip ettiği söyleyen bir gencin söylediği: “Necib Fazıl okuyorum, henüz Salih Mirzabeyoğlu okumaya hem cesaretim yok hem de Necip Fazıl’ın Salih Mirzabeyoğlu’nda gördüğünü, önce Necib Fazıl’da bulmak istiyorum.” Oysa benim tecrübem, Salih Mirzabeyoğlu’ndaki Necib Fazıl’ı bulmak şeklinde olmuştu. Bu anlamda iki mütefekkir arasındaki bağı, “nisbet bağı”nı çok iyi anlamak gerekiyor. Ülkemizde fikir geleneğinin olmaması meselesine dönecek olursak, aslında, Üstad Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu arasındaki “nisbeti” anladığımızda vuzuha kavuşacak bir meseledir bu. Yani, akademik makalelerdeki gibi bir “atıf” meselesi değildir. Salih Mirzabeyoğlu, Üstad’a “atıf” yapan bir mütefekkir olarak görülemez. Böyle bir anlayış, hiç alâkasızların bile “işte biz de Büyük Doğucuyuz” demeleri gibi basitliklere kadar gider.

Şöyle yazıyor İbda Mimarı:
- «[Nisbet:] “Bütün işleri bir gayeye bağlayıp, her şeyde hâs ve hususî bir anlayış sahibi olmak…”

Hâs idrak budur ve fikir plânına bağlı olarak belirtelim ki, antitezleri çürüttükten sonra kendi nefsine dönüp, “Ben doğru olduğumu nereden bileyim?” diyecek kadar üstün bir keyfiyete ermeden bunun hakikatini anlamak mümkün değildir.

Aklın hakkını verip kopacak kadar gerdikten ve muhatabını derdest edip defterini dürdükten sonra nefsine dönen ve “ben haklı olduğumu nereden bileyim?” diyen şüphe haysiyetine ve üstün nefs muhasebesine dikkat ediniz! Mutlak Fikrin gereklilik şartını kavramak ve tefekkürün İslâmî oluşundan bahsedebilmek, her şeyden önce bunun idrakiyle mümkündür ve üstün mânâsıyla nisbet şuurunun başı da budur!

Sadece büyük plânda mevcut olmayan fikir geleneği ve mevcut fikir vasatımız için değil, dünya çapı mekân ölçüsüyle bildirmeliyim ki, mihraksız tümevarım zafiyetine düşmeksizin üstün tecrit sırrına vakıf ve fikir “konsept-derinliği” HAS ODA sırrına perçinli tek düşünce adamıyım… Necip Fazıl’ın kim olduğu anlaşıldı mı?» (s. 43-44)

Bu çerçevede hemen bir not düşelim. Salih Mirzabeyoğlu’nun Necib Fazıl’a nisbetinin “has ve hususî”liğinin üstündeki tuğra isim: Abdülhakîm Arvâsi Hazretleri...
Yine bu çerçevede, eserden şu bölüm:

- “Mânâ dilini kaybetmeden ve toplum dilini çarpıtmadan, İLK DEFA DAVASININ MUHTEVASINDA YABANCI VERİME TAHAKKÜMÜ MİSÂLLENDİREN; Büyük Doğu’nun “niçin” buudu hâlinde İslâmî tefekkür ve tahassüsü gösteren… Bu mânâ çerçevesinde de benim için malzeme, bir çalgı âletindeki koyun bağırsağından farklı değildir; çıkardığım seslere kıymet biçiniz!

Ve bu nağmelerde kendi öz şahsiyetini idrak edecek olanlardır ki, bizim keşfimizin hangi fikir kıtalarına kadar yayıldığını –ne kadar iddialı bir söz!- akademik tarzlar içinde göstereceklerdir… Tabiî ki biz, misâllendirdiğimiz ve gösterdiğimiz mânâ üzerinde derinleşme ve genişleme mecburiyetinin icapları ile hareket edeceğiz.

Yukarıda temas ettiğim incelik, İslâm kültürüne ait eserlere bakışımızı da kapsayıcıdır: Müzede sergilenen eşyaya döndürülen, tekerleme gibi öğrenilip – tekerleme olarak aktarılan İslâmî verimleri, asıllarını asla tahrip etmeden hayata sokmaktan büyük bir İBDA hamlesi mi olur? Yaptığım budur.” (s. 81)

Şimdi fikir geleneğinin nasıl oluşacağına dair bir yol haritası oluştuysa zihnimizde, başıboş bir fikir heveslisi değil de, nisbetini doğru tayin etmiş bir fikir işçisi, bir dava erinin taşıması gerekenleri de yine eserden verelim:

- «En nihayet, umumî muhasebemi, “dış oluş şartlarını iç oluş destekleriyle beslemek” esası üzerinde ve şartlarına malik olma ve şartlarına malik oldurma vazifesi hâlinde, Büyük Doğu Mimarı’ndan noktalıyorum:

- “İç desteklerin müsbet unsurları şunlardır: “Nâr-ı beyzâ” hâlinde bir vecd ve aşk mizacı, sultanî bir nizam ve disiplin zevki, sırasında baldan tatlı ve sırasında zakkumdan acı bir seciye, sabrından zerre kaptırmaz sebat bünyesi, şecaat, fedakârlık, atılganlık, derinlik, gerçeklik melekeleri; ve bunlarla bir arada, KÂİNATTAKİ HER NOKTANIN KIYMET HÜKMÜNE VE BÜTÜN BİR DÜNYA MUHASEBESİNE SAHİPLİK ŞİARI… Hayatı bütün dallarıyla kuşatıcı, renklendirici, süsleyici bir (estetik-güzellik sanatı), DAĞLARI, TAŞLARI DEVİRİP SÜRÜKLEYİCİ VE GAYE NOKTASINA SÜRÜCÜ BİR (DİYALEKTİK–METODLU DÜŞÜNME VE İFADELENDİRME SANATI), başıboşları mıknatısların demir tozlarını çekişi gibi toplayıp derleyecek bir (retorik-örgüleştirme sanatı), silâhların tesir kudretini saha saha bölgeleştirecek bir (taktik-tâbiye sanatı). Bu kıymetler bu davayı güdenlerce, başlarına geçirmek zorunda oldukları vasıfların tâcından birer elmas taş…”» (s. 81-82)

Salih Mirzabeyoğlu’nun “Hikemiyat” isimli eserinin bize tedai ettirdiği “fikir geleneği” bahsi, “olmayışının sebebleri” ve “olmasının şartları” ile şimdilik bu kadar.
 
Kaynak: Salih Mirzabeyoğlu, HİKEMİYAT – Tefekkür ve Hikmet, 2. Basım, İbda Yayınları, İstanbul 2016.

Baran Dergisi 514. Sayı