Allah Resûlü’nün miraç gecesinde; kimi metinlerde birinci kat, kimi metinlerde ise yedinci kat gökyüzünde, horoz sûretli bir melek ile karşılaştığı belirtilmektedir. Ayağı yerde, başı ise Arşta olan bu meleğin kanatlarından biri doğuya diğeri de batıya ulaşmaktadır. Bu melek namaz vakitleri geldiği zaman kanatlarını açıp birbirine vurarak Allah’ı tesbîh etmeye başlamaktadır. Onu işiten yeryüzündeki horozlar da ötmeye başlarlar… Horoz sûretli bu meleğin üç iş için vekil edildiği de rivâyet edilmektedir. Gecenin başlangıcında, ortasında ve sabaha yakın kısmında olmak üzere kanatlarını çırpıp üç defa ötmektedir. İlkinde zikir ve tesbîh sahiplerine seslenerek kalkıp şükretmelerini, gece yarısına kadar zikretmelerini istemektedir. Gece yarısında öttüğünde ise insanları teheccüd namazı kılmaya davet etmektedir. Sabaha karşı öttüğünde ise bütün horozlar onun gibi ötmeye başlarlar. İnsanları abdest alıp namaz kılmaya çağırmaktadır… Bu durumun kıyâmete kadar bu şekilde devam edeceği de belirtilmektedir. Kıyâmet vakti gelince bu melek, gecenin üçte birinde ötmek isteyecektir ama Allah ona ötmemesini buyuracaktır. Bu durumda semâda bulunan bütün melekler, kıyâmet vaktinin geldiğini anlayacak ve ağlamaya başlayacaklardır. O gecenin uzunluğu üç gün üç gece kadar olacaktır ve horozlar ötmeyecek, köpekler havlamayacaktır. Fakat her gece teheccüd namazına kalkanlar, her zamanki gibi kalkıp namazlarını kılacaklardır. Yatıp kalktıklarında sabah olmadığını görüp, gecenin uzunluğundan kıyâmetin kopacağını anlayacaklardır. Teheccüd kılmayanları kaldırmaya çalışacaklar fakat başaramayacaklardır. O zaman camilerde toplanıp üç gün üç gecelik zaman geçinceye kadar tövbe edip af dileyeceklerdir. Güneş mağripten doğmaya başlayınca tövbe kapıları kapanacaktır… Horoz sûretli melek vasıtası ile dile getirilen bu eskatolojik bölüm; “Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun gecenin üçte ikisinden daha azında, onun yarısında ve onun üçte birinde kalktığını biliyor...” meâlindeki ibârelerin bulunduğu 73/20 numaralı âyetin dile getirildiğini düşündürtmektedir. Bu bölümde söz konusu meleğe benzemesinden dolayı beyaz horoz beslemenin faydalı olduğunu belirten ibâreler de mevcuttur. Ayrıca peygambere ait olduğu belirtilen beyaz horoz benim dürüst dostumdur, Cebrail’in dahi arkadaşı ve dostudur; beslendiği evin sahibini, çoluk çocuğunu ve civarda bulunan dokuz hane halkını korur şeklindeki hadîsler de hatırlatılmaktadır… Cennet ehli de yeryüzündeki horozlar misali, meleğin kanatlarını vurup tesbîhe başlaması ile namaz vaktinin geldiğini anlamaktadırlar… Söz konusu horoz sûretli bu meleğin isminin Keyâyil ya da Nîkyabil olarak zikredildiği metinler de bulunmaktadır.
Miraçnâmelerde adının Keyâyil ya da Nîkyabil olduğu rivayet olunan ve Arşın sağında kuşa benzeyen bu horoz sûretli melek bazı kaynaklarda Arş horozu olarak da zikredilmektedir.
Arş horozu veya Keyâyil?.. Keyâyil: 81: Keyan- Şahlar, hükümdarlar, keyler, hakanlar.
Vasıta- İki şeyi birbirine ulaştıran. Aracı. Arada bulunan. Vasıtalık eden: 81: Camgûl- Külhanbeyi… Tedaisi, “vasıta sistem” veya hak ile halk arasında bir yerde olmak ve halkı hakka davet etmek veya yönlendirmek!.. Tedaisi, “Horoza sövmeyiniz. Çünkü o namaza çağırır”, hadîsi ve lakabları “horoz- kabadayı” olan Halid bin Velid Hazretleri (R.A.) ve onun nesebinden olan İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu!.. “Mirzabeyoğlu Hükümdardır!” sözü hatırda!.. Tedaisi, “Hükümdarlık mührü: 566: SEYYİD ABDULHAKÎM ARVASÎ. (Üçışık).”
Not: Hadîs meâli: “İmamlar Kureyş’tendir.”
Not: Hadîs meâli: “Kureyş’e sövmeyiniz. Çünkü onun âlimi, yeryüzünü ilimle doldurur.” 
Arş horozu?.. Arş, İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası”nda “Abdülhakîm Koltuğu” ile sembolizedir. Bu çerçevede bir değerlendirme yapmak icab ettiğinde denilebilir ki, Arş horozu, “Abdülhakîm Koltuğu” ile yakından ilişkilidir. 
Abdülhakîm, lûgatta “her şeyi bilen (Allah’ın kulu)” ve yine “her şeye hükmeden Allah’ın kulu” mânâsınadır. Hakîm, Allah’ın isimlerinden, yani Esmaü’l Hüsna’dandır ve “abd” takısı almadan kullanılamaz… Bu arada, Abdülhakîm isminin cinsiyetinin erkek, renginin ise mavi olduğunu hatırlatalım… Tedaisi, Esseyyid Abdülhâkîm Arvasî Hazretleri ve onun “Üç Işık” mânâsına sımsıkı bağlı “Mavi Işık” sembolü ve “erkek-kabadayı” mânâsı üzerinden de, lakabları “kabadayı-horoz” olan Halid bin Velid Hazretleri (R.A.) ve onun nesebinden olan İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu!
Abdülhakîm. “Büyük ebcedle”: 450: Kaid-ül Ceyş- Kumandan. İdare ve sevkeden.”
Melîk- Hakim-i mutlak. Hükümdâr. Sultan. Padişah. Kadir: 100. 
Mücennebe- Savaşçı asker: 100: Leys- Adem. Yokluk. Gayr-ı mevcud. Gaflet. Bahadırlık, kahramanlık. Yük çekici olmak… Tedaisi,  beden; yüklenen!.. Tedaisi, Bedene: Kurbanlık nefs… Tedaisi, beden, sur ve İBDA!
Keyanî- Şaha ait. Hükümdarla alakalı: 91: Kâmil- Bütün, tam, olgun, eksiksiz. Yaşını başını almış, terbiyeli ve görgülü adam. Âlim, bilgin kişi.
Amen- Çok veya en emin ve güvenlir: 91: İklîl- Allah Sevgilisi’nin Zebur’da geçen bir ismi. “Müzeyyen taç” mânâsına da gelir…
Husrev- Hükümdar, şâh: 866: Hurus- Horoz…
Hadîs meâli: “Bir melek gördüm horoz suretinde idi. Gayet büyük başı yüce Arşla beraber olmuştu, ayakları yedi kat yerden aşağı idi. İki kanadı vardı, onları açtığı zaman maşrıkla mağribi doldururdu. Makamları Sidreti münteha idi. Meleğin vücudu beyaz inciden, ibikleri ise kızıl yakuttan yaratılmıştı.”
Beyaz horoz?.. Beyaz, her şeyden evvel mücerredin rengidir… Tedaisi, Üstad Necip tarafından “mücerred fikir istidadı tamam” şeklinde takdim edilen İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu!
Büyük Doğu-İBDA fikriyatının temel ölçülerinden: “Her şey zıddıyla kaimdir.” “Bir ayniyetin iki kanadı” terkibî hükmü gereğince, “ruh ve beden”, “iç ve dış”, “zâhir ve bâtın” vs. bütünleyici unsurlar çerçevesinde düşünüldüğünde, “kara ve beyaz” “bir ayniyetin iki kanadına” tekabül eden olmakla birlikte, aynı zamanda “Bir”in “zâhir ve bâtın”ına da işaret eder. Demek istemem o ki, “beyaz” zıddı olan “kara”yı da içinde barındırmaktadır. Bu çerçeveden olarak;
“Ölüm Odası B-Yedi”den: “Cevn-Kara. Beyaz: 59: Mehdî…” 
Not: Çin mistisizminde kullanılan Yin ve Yang hatırda!.. Yin ve Yang, evrenin dinamiğinin karşıt kutuplarla açıklanmasını ifade eder.
“Allah Resûlü miraçda İsrafil Aleyhisselâm ile görüşmüştür. İsrafil Aleyhisselâmın makamı Arşın dibinde bulunmaktadır. Elinde “sur” vardır ve surun deliklerinin sayısı dünyadaki insanların sayısı kadardır.” 
Not: Rivayetlerde geçtiği üzere; İsrafil Aleyhisselam kıyametin kopacağı vakte kadar elinde surla beklemektedir... İsrafil’in Aleyhisselam sura üflemek vazifesi yanında, Allah’ın “Muhyi” ismi ile “hayat” vermesindeki emirleri uygular. Ayrıca, Levh-i Mahfuz’a bakarak meleklere vazifelerini söyler ve Şaban’ın on beşinci gecesinde bir senede meydana gelecek amellerin yazıldığı sayfayı alıp, uygulamaya koyar. Bu arada, İsrafil Aleyhisselâm’ın Bedir savaşında müminlere yardım ettiği de rivayetler arasındadır… Hazret-i Ali (R.A.)’dan Bedir savaşıyla ilgili bir rivayet: “Şiddetli bir rüzgâr esti, böylesini hiç görmemiştim. Sonra şiddetli bir rüzgâr daha esti. -“Ravî der ki: “Zannederim bir üçüncü esintiden daha bahsetmişti.”- Birincisi Cebrail Aleyhisselâm idi. İkincisi Mikâil Aleyhisselâm idi, üçüncüsü de İsrafil Aleyhisselâm idi. Mikail Aleyhisselâm Allah Resûlü’nün sağında idi. Orada Hazret-i Ebu Bekir (R.A.) de vardı. İsrafil Aleyhisselâm da solunda idi. Ben de orada idim.” (Kütüb-i Sitte). 
Not: İBDA, Büyük Doğu’nun kalesidir. Diğer bir ifadeyle de, Büyük Doğu sarayını çevreleyen surdur. Demek ki Büyük Doğu, “sur içi”dir… Tedaisi, İstanbul!.. Üstad Necip Fazıl’ın İstanbul isimli şiirinden: “O manayı bul da bul! / İlle İstanbul’da bul! // İstanbul, // İstanbul...”
O mânâyı bul da bul! İlle Büyük Doğu’da bul!.. İBDA, Yürüyen Büyük DOĞU!
Üstad Necip Fazıl’ın Hâlim adlı şiirinden: “… Takılıyor yerdeki gölgelere ayağım, / Sanki arz delinecek ve ben yutulacağım…” Üstad Necip Fazıl’ın yaşadığı şehir, İstanbul!.. Tedaisi, Gölgeler romanı ve gölge adem!.. Büyük Doğu ve İBDA’nın mekânı İstanbul!.. Tedaisi, Arş’ın gölgesi!.. 1999 yılında Metris’te şahidi olunan söz: “İstanbul! Bir gün benim olacaksın!”
Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu: 1549= 550: İstanbul… 
Üstad Necip Fazıl’ın Çile’sinden: “Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa / Arzı boynuzunda taşıyan öküz?”… Tedaisi, Anadolu kültüründe yer eden bir deyim: “Dünya Kızıl Öküzün (veya Kızıl Horozun) üstündedir.” 
Yine Üstad Necip Fazıl’ın Çile’sinden: “Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, / Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, / Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim, / Dev sancılarımın budur kaynağı!”
Arşa “gebe” olmak?.. Arş, “Ölüm Odası B-Yedi”de “Abdülhakîm Koltuğu”na denk gelen bir mânâdadır… Tedaisi, İBDA Mimarı’nın 1980’den bu yana doldurmaya çalıştığı koltuktaki delik!.. Tedaisi, İstikbal İslâmındır: 1980: Şeriat…
Not: Dünyanın nabzı İstanbul’da atmaktadır. İstikbale sarkmak isteyen ne kadar muktedir isteklisi varsa hemen hepsi İstanbul’u kendilerine mekân edinmiş gözükmektedir. İstanbul’un kültür kenti olmasından tutunuz da, finans merkezi olarak seçilmesinin arka planında, yine bu kadim ve güzide şehir İstanbul’un “arzı boynuzunda taşıyan öküz” olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır… Bir hatırlatma daha yapmak gerekirse o da şu: Dünden bugüne, daha doğrusu Osmanlı sonrası topyekûn dünyaya horoz kesilen nefsin temsilcileri ve bunun müşahhas plandaki sevk ve idare edicileri olarak temayüz eden Hıristiyan-Yahudi Batı medeniyetinin muktedirleri, her ne kadar kendi bekaları açısından kendilerine varlık alanı açmak için ruhun temsilcilerini ortadan kaldırmayı kendilerine bir görev addetmiş olsalar da, bunda muvaffak olamayacakları er geç anlaşılacaktır. Nitekim “her şey galibine tabidir.” Ruh ve nefs arasında galib olan ruhtur, çünkü ruh, Allah’ın insana kendi nefsinden üflediğidir. Ki; Allah, El-Galib’tir. Mümin ve kâfir savaşında, başından belli olan sonuç şudur ki, ruh ve nefs arasındaki ezelî ve ebedî mücadele nasıl bir formda ise, büyük savaşın seyri de bu minval üzeredir. İslâm büyüklerinden biri, nefs terbiyesi çerçevesinde ağzından nefsini dışarı tükürüyorlar ve hemen ardından bir ilâhî sese muhatab oluyorlar: “Onu tekrar ağzına al ve biz seni onunla sevdik!” Mevzuumuzla ilintili olarak buradan anlaşılması gereken şey şudur ki, Mümin, kâfiri yok etmenin işi üzerinde değildir, ona hükmetmenin, onu Allah ve Resûlü davası gayesi uğruna sevk ve idare etmenin derdindedir. Kısacası ona yaşadığı zaman ve mekânda yer göstermenin derdindedir. Üstad Necip Fazıl’ın Çile isimli şiirinde dediği veçhile, “Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! / Heybem hayat dolu, deste ve yumak. / Sen, bütün dalların birleştiği kök; / Biricik meselem, Sonsuz’a varmak...”
Miraçnâmelerde Allah Resûlü’nün İsrafil Aleyhisselâm ile görüştüğü anlatılmaktadır. Yukarıda yaptığımız iktibasta da işaret edildiği üzere İsrafil Aleyhisselâm’ın makamının “Arşın dibinde” olduğu rivayet olunmuştur; elinde “sur” vardır ve bu surun deliklerinin sayısı dünyadaki insanların sayısı kadardır… Tedaisi, sur ve İBDA!.. Tedaisi, haftalık Baran Dergisi’nde tefrika edilen “Ölüm Odası B-Yedi” yazı dizisinde şiir formunda kullanılan alt başlık! 
Yine Miraçnâmelerde anlatıldığı üzere, Arşta yetmiş bin yeşil kubbe (künküre) vardır ve her birinde bir kandil bulunmaktadır. Yedi kat yer ve gök bu kandilin içine konsa, bir kimsenin yüzündeki ben kadar olur. 
Arş’ın “Abdülhakîm Koltuğu” ile olan yakın ilişkisine yukarıda değinmiştik… “Abdülhakîm Koltuğu”nun ortasında bir “delik” olduğuna da yine yukarıda işaret edilmişti. Koltuktaki “delik”, 1980 yılından beri İBDA Mimarı tarafından doldurulmaktadır. Söz konusu olan “delik”, bizce “siyah bir nokta” olarak da okunabilir. Siyah noktanın sıfır, yuvarlak, yüzük, hatem, ben, ruh vs. şeklinde okunabileceği İBDA külliyatına aşina olanlarca malûmdur. Yine İBDA külliyatına aşina olanlarca malûmdur ki, Efendi Hazretleri’nin yüzündeki ben, Üstad Necip Fazıl ve Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu arasında cereyan eden en nazik ve mahrem mevzulardan biridir.
Evet, Miraçnâmelerde geçtiği şekliyle, Arşın sağında kuşa (horoz) benzeyen bir melek vardır ve bu melek, “Arş horozu” olarak da takdim edilir. Adına Keyâyil ya da Nikyâyil denilmektedir. Bu horoz yüzlü/sûretli melek, gecenin üçte biri geçince kanatlarını birbirine vurur ve insanları gece ibadetine çağırır. Gecenin yarısı olunca yine kanatlarını vurur ve teheccüd namazı kılanları uyandırır. Sabah yaklaşınca aynı işi bir kez daha tekrarlar ve insanları yine ibadete davet eder… Tedaisi, “Üç Işık” ve “Abdülhakîm Koltuğu.” 
Not: Sahibül Miraç isimli eserden: “Allah Resûlü buyuruyorlar, (meâlen): “Cebraili kendi suretinde gördüm. Onun altı yüz kanadı vardır, türlü türlü cevahirden ve incidendir. O altı yüz kanadından ikisini açtığı zaman mağriple maşrıkı doldurur.”
Tedaisi, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Üçışık Hazretleri’nin tasarrufunda, Üstad Necip Fazıl ve Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından İslâm tasavvufu karşısında Batı tefekkürünü hesaba çeken Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi!
Seyyid Abdülhakîm Arvasî: 566: Süruş: Cebrail. (Ruh. İNSAN) Melek… 
Cebrail Aleyhisselâmın makamları sidre-i müntehadadır… Sidre-i münteha?.. İbn-i Abbas Hazretleri (R.A.) şöyle anlattı:
“Halkın ilmi orada son bulup, ondan öte ne olduğunu kimse bilmediği için Sidre-i münteha ismi verildi.”
Bazıları da şöyle anlattı:
“Ruhlar âlemi orada nihayet bulur; bunun için Sidre-i Münteha ismi verildi.”
İbn-i Abbas (R.A.) şöyle anlattı:
“O altından yaratılan bir ağaçtır. Dallarının bazısı zümrütten bazısı da yakuttandır. Dibinden tepesine kadar olan mesafe yüz elli yıllık yoldur. Onun yaprakları fil kulağına benzer, gayet büyüktür. Onun bir yaprağı bütün dünyayı örter, yemişleri testi şeklindedir. O ağacı nur kuşatmıştır.”
“O altından yaratılan bir ağaçtır…”… Altın ve ağaç… Büyük Doğu-İBDA külliyatında bu iki metaforun (mecaz) ne büyük bir fırtınaya yataklık ettiğini sezer gibi oluyoruz… Altın, madenlerin en kıymetlisidir ve rengi sarıdır. Sarı, hastalık rengidir. Hasta-haste, lûgatta “istemek” mânâsınadır… İstemeyi istettiren bizzat Allah Azze ve Celle!.. Tedaisi, “İstikbâl İslâmındır” mânâsı Allah’ın bir vaadidir ve onun ne zaman ve hangi şartlarda nasıl zuhur edeceğini bilen de sadece Allah Azze ve Celle’dir. Diğer taraftan, altın, sabır ile ilişkilidir… Tedaisi, ibadetiyle değil de, sabrıyla imtihan edilecek olan Mehdî Aleyhisselâm!.. Ağaç metaforu ise tam bir hazine!.. Üstad Necip Fazıl’ın Ağaç mecmuasından tutunuz da, “Ağaç içinde ağaç yetiştiren tomurcuk”a kadar açılan büyük bir kapı!..
“Süryanice, ŞACUTO-Sarı: 716: ŞEHRİYAR-Hükümdar…”
Yine Miraçnâmelerde geçtiği şekliyle, Arş horozu susunca “Arş müezzini” ezan okuyup Allah Resûlü’nü davet eder ve Allah Resûlü, Arş çevresindeki bütün meleklere imam olarak namaz kıldırır.
Not: Ebced üzerinden yapılan tüm değerlendirmeler, İBDA Mimarı’nın pek çok eserinde, yine İBDA Mimarı’nın bizzat kendi şahsında tecelli eden mânâyı, “mânâya uygun olarak” tasdik unsuru olarak kullandığı ebced kültüründen yararlanılarak yapılmıştır. 

Baran Dergisi 560. Sayı