Hürriyet nedir? Bu, sanıyorum çağımızın en çözümsüz suallerinden biridir. Özellikle 20 ve 21. yüzyıllarda fazlasıyla öne çıkan “kadın hürriyeti”, Batı’nın dünya hegemonyasını pekiştirmek üzere kullandığı önemli bir argümandır. Son yıllarda kadın hürriyeti meselesi ile birlikte yürütülen, “gay, lezbiyen, trans hürriyeti” de, aslında bu “kadın hürriyeti” meselesinde öne çıkartılan “cinsiyet” meselesini ve “cinsiyetsiz dünya” algısını daha anlaşılır kılıyor. Tabii bu başka bir konu…

Burada insanların esir edildiği kavram-şey “cinsiyet”tir.
***
Hürriyet bahsi, Batı felsefesinde temel meselelerden biridir. Kant’ın “a priori-peşin fikir” olarak değerlendirdiği, “Pratik Aklın Eleştirisi” ile “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi”nde ortaya koyduğu düşünce, zorunlu bir bilgiden, evrensel bir ahlâk yasasından bahseder. Hürriyet bu ahlâk yasasının varlık nedenidir, ahlâk yasası ise hürriyetin bilinme nedeni… Bir ahlâk yasasının teorik bilgisi mümkün olduğuna göre, hürriyetin varsayılması zorunludur. Batılı fikir hayatının sanırım devrim yaratan görüşlerinden biri de Kant’ın ortaya koyduğu bu görüştür. 

Diğer taraftan Salih Mirzabeyoğlu, “Hürriyet, ahlâkî zorunlulukların şuuruna varıştır” diye yazar…
***
Zizek bir konuşmasında diyor ki, “hürriyetten yoksunluğun en tehlikelisi; hürriyetten yoksunluğun, “hürriyetten yoksunluk” olarak algılanmadığı durumdur.” Ve örnek veriyor, “faşist veya ırkçı bir anlayışın ortaya koyduğu hürriyet anlayışı, yanlış bir hürriyet anlayışıdır”. (Hitler misali). “Suriye’de Irak’ta yaşananlar beni şaşırtmıyor, çünkü orada aynı zamanda “yanlış bir hürriyet anlayışı” var, tecavüzler, infazlar bu yanlış hürriyet anlayışı ile meşru olarak görülüyor”, diyor. Peki, bu “yanlış ve doğru hürriyet anlayışı”, neye göre tesbit ediliyor? Buna verdiği cevap ilginç: “Aşk” diyor. “Bana göre hürriyetin en yüce formu aşktır. İşte buradayım, aciz eski bir romantik. Aşk basit olarak kendinizi başka bir kişiye adamanızdır.” Sonra da hürriyeti şu şekilde tarif ediyor: “Buradaki anahtar ders şu: Hürriyet, her şeyin içine bakıp, her şeyin bize egemen ideoloji tarafından verildiği varsayımını sorgulamaktır.”
***
Alev Alatlı şöyle diyor: “Batılı aydınlar, Aydınlanma’dan kaynaklanmayan hak ve özgürlüklerin var olabileceği düşüncesine tahammül edemiyorlar.” Ve ekliyor: “Batı’da Allah’la birlikte insan haklarının kaynağını da unuttular. İnsan haklarının vahiy değil, akıl gereği olduğu düşüncesi yerleşti. Akıl, insan haklarının korunmasının Allah’a havale edilmesinin yetmeyeceğini söyler.” (Gogol’un İzinde-1. Kitap)
***
İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Haliç Kongre Merkezi”ndeki “Adalet Mutlak’a” isimli konferansında çok çapıcı bir bölüm var. Şöyle diyor:

“Sen netice olarak ne yaparsan yap, Mutlak’ı izâh edemezsin. Çünkü kendin Mutlak değilsin. Mutlak’ı izâh edemediğine göre, Mutlak, bir kabul işidir. Mutlak diye bir şey kabul ediyorsun, ondan sonra fikrini onun isbatına veriyorsun. Fakat bir söz söyledim; “onların mutlakları konuşmuyor” dedim; varlık bildirebilmeyle ilgili. Burada hürriyet, hakikate esaretten sonra hürriyettir. Bu böyle edebî bir lâf, tekerleme filân gibi zannediliyor. Aslında, Müslüman için alalım: Hürriyet, hakikate esir olmak adına yaratılmıştır. Hürriyetin yaratılış gâyesi budur, aslı da budur. Bunun dışında, eğer Müslüman değilseniz, esir olunacak hakikati siz ortaya koyun…

Hakikate esaretin anlamı şudur; Mutlak’a bağlandığın zaman, eriştiğin zaman, tahditten kalkarsın, taklitten kalkarsın, kısıntıdan kalkarsın, her şeye muktedirlik gibi bir şey doğar ortaya, gerçek hürriyet budur! Biz Müslüman olarak, bir tek bizim Mutlak’ımız konuşuyor; işte Allah’ın kitabı diyoruz, Allah’ın Resulü’nün anlayışı diyoruz. Ondan sonra biz de hür irademizle imân olarak buna bağlanıyoruz, ondan sonra da onun doğrulayıcısı oluyoruz, olamıyoruz… O, not verilir iş, o ayrı mesele; fakat şu var, bu not da ancak imân bahsi dışına çıkanlar için konuşulur. “Size kocakarı imânı lâzım!”; hadis… “Kocakarı imânı” dediğin lâfızda, doğrudan doğruya ilmin gâyesi olan bir yer vardır. Yâni, ilmin gâyesi belki oraya ermektir. O, şöyle veya böyle, bir nasib olarak ona ermiş… 

Yâni, şunu demek istiyorum; eğer fikir babında bir takım şeyler söyleyeceksen, fikir babında söyleyeceğin şeylerde ayetler ve hadisler kartpostal gibi kullanılmaz. Meselâ burada Bismillah’la başladın, bundan dolayı bu konuşman Müslüman olmuş değil. Al burası abuk sabuk, böyle şey olmaz; Bismillah falan da deme!.. “Tevfik Allah’tandır”; sen Allah’tan tevfik bekleyecek bir şey yapmıyorsun ki, ne “tevfik Allah’tandır”ı?.. Bunu, kavramları harcamayalım anlamında söylüyorum… Mesele şundan ibarettir; biz beşeriz, biz Mutlak’a göre izafîyiz. Hareketlerimizde, faaliyetlerimizde, duygu düşüncemizde, irademizde ve içinde bulunduğumuz âlemde, kâinatta her şey; biz burada neticede izafîyiz. Şimdi, burada mesele şudur; izafî mi Mutlak’a bağlanır, Mutlak mı izafîye bağlanır?.. Anlatabiliyorum değil mi? Gayet tabiî, izafî Mutlak’a bağlanır.”

Şimdi burada iki kavram var: “Hürriyet” ve “Mutlak”… Bilmiyorum daha önce duydunuz mu siz böyle bir tabir: “Onların mutlakları konuşmuyor”… Yani İslâm dışındaki düşüncelerin “bağlı” olduğu çeşitli mutlaklar… Şimdi bu tabir üzerinden bütün bir Batı Tefekkürü’nü elekten geçirebilirsiniz değil mi? 

Peki ya şu cümle: “Hürriyet, hakikate esir olmak adına yaratılmıştır. Hürriyetin yaratılış gâyesi budur, aslı da budur. Bunun dışında, eğer Müslüman değilseniz, esir olunacak hakikati siz ortaya koyun…” “Hürriyet hakikate esir olmak için yaratılmıştır” denildiği noktada, bütün bir Batı tefekkürünün ortaya koyduğu “hürriyet anlayışlarının” da “konuşmayan mutlak”a esaret anlamına geldiğini söyleyebilir miyiz? 

Bu bahsin, cinsel hürriyetten, kadın hürriyetine, demokrasi ve seçme hürriyetinden, yönetme ve yönetilme bahislerine, iktidarın kaynağı meselelerine kadar pek çok sahada Müslümanlar için nasıl bir “ipucu” olduğunu anlayabiliyor muyuz? Ve tüm bu meselelerin, Müslümanların önüne “dağ gibi bir problem olarak” nasıl dayatıldığını düşünürsek…
***
Ve, “Müslüman değilseniz, esir olunacak hakikati siz ortaya koyun…” Batı Tefekkürü tarihi de, “esir olunacak hakikati” aramanın çabasıdır denilebilir mi? Esir olacağınız hakikat? 
***
Son bir not: “Hürriyetin hakikate esaret” olduğunu söyleyen Üstad Necip Fazıl’ın bu düşüncesinin, hangi kıtalara ulaştığını gösteren Salih Mirzabeyoğlu olmasa, “tekerleme” gibi tekrar etmeye devam etmeyecek miydik? 


Baran Dergisi 589. Sayı