Sır idraki güzellik idrakidir. İbda diyalektiğinin temel ilkelerinden birisi de, "sır idraki"dir. "Güzelliğin bütün büyüsü bir sır içinde olmasından kaynaklanır. Parçaları birbirine bağlayan bağların yok olmasıyla güzellik de yok olur."

İBDA estetiği eşya ve hadiseleri teshirde "model" yerine "vesile"yi mündemiçtir. Bir şey en iyi hangi durumda yakalanır? Bu sorunun cevabı zannımca estetik durum olmalı. Zira estetik vizyon edebi, kültürel, sosyal, siyasi v.b. Bakış açılarının en güğzel ve makbul taraflarını kendine mezc eden bir durumdur.

Modernleşme sürecimizle birlikte model olarak, gerçeklik olarak, gerektiğinde güç kullanılarak benimsetilmeye çalışılan formlar içinde sınırlanmayı reddeden İBDA Mimarı, Allah'ın güzel isimlerinde El-Mübdî isminin hükmü altında Muttalî kılındığı sırları ("Allah'la Resûl, nebi ve velilerden her birisi arasında, o kişiden başkasının Muttalî olamayacağı bir sır bulunur."1) Fikir, şiir, sanat, aksiyon v.b. Kanallar ile İBDA mihrakına akıttı, böylece ismiyle müsemma eşsiz, misalsiz, benzersiz Büyük Doğu-İBDA sistemi doğdu. Bu kendinden zuhurdur ve İBDA Diyalektiğininin temel ilkelerinden başlıcasıdır.

Büyük Doğu-İBDA dünya görüşü İslamı eşya ve hadiselere tatbik fikri olduğu kadar, asırlardır gerçekliğinden koparılmaya, kaybettirilmeye çalışılan İslami ruh ve anlayışı yeniden aslına bağlamanın da sistemidir. "Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım." hitabına muhattab olan Gaye İnsan-Ufuk Peygamber, varoluşun yegâne vesilesi. Büyük Doğu-İBDA, İslama muhatab anlayışın sistemi olarak, eşyanın hakikatini görebilmenin dil ve diyalektiği, eşya ve hadiseleri teshire mevzu herşey, mahiyeti itibariyle Allah'ı aramanın mekanı olarak yaratılan alemde yaratanı müşahade edebilmenin vasıtası. İlahi huzur kainatin her zerresine nüfus etmiştir. "Bir şeye nüfuz ve sirayet eden kendisine sirayet edilen şey ile perdelenmiştir."(2) Perdeleri kaldırıp nüfuz ve sirayet edeni, yani eserde müessiri müşahede edebilmek; "Hakk'ı Hak'ta tanımak sadece eşyanın zuhur etmesi, fakat hükümlerinin kaybolmasıyla mümkündür. Avamın gözü ancak eşyanın hükümlerini görür, halbuki mükâşefenin fethine nail olanlar eşyada Hakk'tan başkasını görmez." (3) Bunun aksi kâinatı maksatsız, sadece maddeden ibaret gören, insanı günahkâr, dünyayı da bütünüyle bir günah ortamı olarak algılayan Yahudi-Hristiyan kültürü ve ondan beslenen batı düşüncesinin hayata bakışıdır. Bu bakış için dünya yağma, talan ve savaş alanıdır. Zira, eşyaya yaklaşan şuur, hayatı güzelleştirmek için değil günah çıkarmak saikiyle yaklaşmaktadır.

Başlangıcında Batı Sanatı köklerini her hakiki sanatta olduğu gibi kutsallarında bulurken, hakikat ölçüsünün iflası sonucu nesneyi ele alışındaki sakatlık, insanı suflî bir varlık muhasebesine sevk etti. Bundan kaynaklanan boşluğu aşmak için hep yeniden simge, imge ve efsanelere sarılmak zorunda kaldı. Oysa, nesneyi belirleyebilmek, onu, ait olduğu bütün içinde yeniden yerleştirmekle mümkün. Bunun aksi indirgemeci dışavurumdur, sonsuzluğu kesintiye uğratmak ve dünyayı bu kopukluk perspektifinden algılamaktır. Eşyanın hakikatini görebilmek özne-nesne bütünlüğünü sağlamayı ve imânî perspektifi zorunlu kılar. Bu da o nesnenin Allah'ın hangi isminin hükmü altında olduğunu ve Allah'ın hangi ismi ile zikrettiğini bilmek ile mümkün. Batı sanatı nesneyi ele alır, onu değiştirir ve dönüştürürken hakikati aramaktan ziyade kendini ispat peşinde oldu. Bu sebeple sanata, düşünceye dair sorduğu soruların cevabını da ona göre aldı. "Gaye mihrakında Allah ve Sevgilisi olmayan, kendi kendinden ibaret her türlü varlık ve oluş yokluğun bul denizine" (4) nihilizme çıktı. "Yüzyılımızın sanatı, bu sorulara verilebilecek tüm olası yanıtların yetersiz görünüp yadsındığı bir alana dönüşmüştür. Ardında koşulan, sanki bir yanıt bulabilme çabası değil, getirilen yanıtın eksikliğini ve yetersizliğini olabildiğince çabuk ve güçlü bir biçimde kanıtlayabilme çabasıydı. Birbirine karşı olan akımlar sadece bu noktada birleşiyorlardı." (5) Yani, gerçeği modernizmin üzerine oturduğu kendisi-öteki zıtlığında parçalamakü köksüz bir gelecek kaygısına kurban etmek.

"Dehr Zat'a delalet eden bir isimdir. Arşta taâyyün etmekle zaman suretine bürünür ve Dehr'in hükümleri yerine gelir."(6) Zaman da mekânda taayyün etmekle sanat suretine bürünür ve zamanda müessiri idrak ederiz. İnsan şuurunda olsa da, olmasa da, netice itibariyle aradığı Allah'tır, sanat Allah'ı aramaktır. Allah'ı aramanın en güzel ve en makbûl yolu da ibadet. İbadet, sanat alâkası gösteriyor ki, her söz ve davranışı ibadet olan Müslüman, hayatı sanatkârane yaşamak zorunda. "Sanat biçimlendirilmiş zamandır." Zamanı biçimlendirebilmekte zamanı aşma gayesine ermiş büyük sanâtkarlar için. "İbadet sanattır", "büyük arınma"dır, her an yeniden aslî haline dönüştür ve kulun kulluğunu idrakine vesiledir." Ubudet, kulun ontolojik muhtaciyetidir, ubudiyet de, her an bu ubudetin şuurunda olunmasıyla gerçekleşir. Fıkıh ıstılahı olarak (en başta namaz olmak üzere) taabbud kasdıyla gerçekleştirilen bütün amelleri ifade eden, ibadet ise, böyle bir şuurdan doğacak praksisttir." (7)

İbda Diyalektiği'nden biliyoruz ki, hayat sürekli akış içinde ve biz hal-an'da, zamanın ucunda yaşıyoruz. Bu kadar hızla akıp geçen zamandan her an yeni ve her an hiç işitilmemiş olanı bulup kalıcı kılmak nazar ve aklın dahlinin devre dışı kalmasıyla mümkün. Aklın dahlinin söz konusu olduğu yerde o şey artık biricik olmaktan çıkar ve yeniden üretimi söz konusu olur. Nazar ve aklı askıya alabilmek, primitif sanatın ulaşmak isteyip de bir türlü ulaşamadığı hâl, ancak ümmîlikle mümkün. "Genellikle 'okuma-yazmasız' olarak tercüme edilen ümmî kelimesi Kur'an da bir çok defa geçmekte, tekil haliyle Hz. Peygamber'i (Araf 7/157.158.), çoğul haliyle de gönderildiği kavmin mensuplarını (Cuma, 62/2.) tavsif etmektedir. Burada ilgili ayetlerin tefsiri üzerinde durmayacağız, zira mevzuumuzdan çok uzaklaşmamızı gerektirecektir. Kelimenin mânâsını aydınlatmak üzere şu kadarını hatırlatalım ki, 'MM (anne)' kelimesi kökünden gelmektedir ve bu sebeple de, Lisân'ul Arap müellifi 'ümmî' kelimesini 'annesinin onu duğurduğu halde bulunan şeklinde tarif eder." (8) Lisân-ül Arap müellifinin izahatından da açıkça anlaşılıyor ki, zannedilenin aksine Peygamberimizin ümmî olması değil, olmaması yanlış olurdu. Vahy'in çoğunuz uyku halinde yada rüyada gelmesi, nazar ve aklın hiç dahlinin olmaması, tekrarın, yeniden üretimin söz konusu olmadığını yeterince göstermiyor mu?

Sır idraki güzellik idrakidir. İbda diyalektiğinin temel ilkelerinden birisi de, "sır idraki"dir. "Güzelliğin bütün büyüsü bir sır içinde olmasından kaynaklanır. Parçaları birbirine bağlayan bağların yok olmasıyla güzellik de yok olur." (9) Estetik söz konusu olduğunda karıştırılan kavramlardan birisi beden terbiyesi diğeri de güzellik. Oysa beden terbiyesi ayrı, güzel ayrı, özel apayrı. Birincisinde enerjik, ikincisinde eritici, üçüncüsünde ideal güzellik hüküm sürer. İster devlet olsun, ister toplum, isterse fert, reddetmeyen biriktiren bünye ölü bünyedir. Bu bağlamda batı toplumu biriktiriciliğiyle ölü toplumdur. İşgâlciliğinden, sömürgeciliğine, hatta müzeciliğine kadar yaşadığı hayat tarzı bunun delilidir.

"Sırrî'lik yaratılmışın, zamanın, mekânın ötesidir. Sırrîlik bir anlamda mekânın genişletilmesidir. Başta altı ciltlik "Tilki Günlüğü-Ruhi Roman"ı olmak üzere İbda Külliyatı baştan başa bunun gerçeklenmesidir. Birbiriyle alâkasız gibi görünen hadiselerin birbirine dolana dolana, sarıla sarıla tevhid sırrına akışının altı ciltlik destanı, hangi gözle bakılması gerektiğinin misalî de İbnî Manzur'dan: "İbnî Arabî'nin vefatından birkaç sene önce doğan İbnî Manzur, meşhur Lisânu'l Arabî'nin ön sözünde, bu sözlüğü yazmaktan maksadının "tıpkı kavmi kendisiyle alay ederken Hz. Nuh'un gemisini inşa etmesi gibi" Hz. Peygamber'in Lisânı'nın bütün kelimelerini bir araya toplamak olduğunu açıklar." (10)

Hakikat kimdeyse güçlü olan odur. Büyük Doğu-İbda Nuh'un Gemisi, İbda Mimarı müstehâklar buyursun diyor. Herkes, "Vesileye yapışınız" ölçüsünden aldığı payı liyâkat ve istidadı nispetince yerine getirmeli, tabiî ki gemiyi terk eden farelerden değil, yüzdürmenin şerefine ermek isteyenlerden olmak istiyorsa. "Aleni dövünmesem bilmezler ki hayreti" (11) mısra'sında dile getirilen sitemi dost, düşman herkes biraz üstüne alınmalı. Ta ki hayreti görünsün. Zira, hayretin bir anlamı da asalettir.

Kaynaklar

1-Fütûhu'l Gayb – A. Geylani

2-İbda Diyalektiği – S. Mirzabeyoğlu

3-Sahilsiz Bir Umman – M. Chodkiewicz Muhyiddin İbn Arabi

4-Gölgeler – S.  Mirzabeyoğlu

5-Sanatsal Gerçeklikler – H.B. Kahraman Olgular ve öteleri

6-Kültür Davamız – S. Mirzabeyoğlu

7-Sahilsiz Bir Umman – M. Chodkiewicz Muhyiddin İbn Arabi

8- a.g.e

9-Estetik Üzerine – F.V. Schiller

10- Sahilsiz Bir Umman – M. Chodkiewicz Muhyiddin İbn Arabi

11- Kayan Yıldız Sırrı – S. Mirzabeyoğlu

Aylık Dergisi 7. Sayı, Nisan 2005