Sözün başı:  Bilinmesi gereken bir hakikattir ki bu satırın yazarının İBDA hakkında “şöyledir veya şudur” şeklinde ki ifadeleri, İBDA fikir deryasından kendi idrâki kadar, anlayışı kadar devşirebildikleridir.

“İBDA’nın sırrı Büyük Doğu, Büyük Doğu’nun sırrı İBDA”. Hangi mevzuya kapı aralasak, ikisi birlikte olmadan o kapıdan girilmez. Hem birbirinin aynı, hem birbirinden farklı isimler. Biri işin “nasıl”ını şuurlara verirken (Büyük Doğu), diğeri işin “niçin”ini (İBDA) akıllara kazımaktadır. Niçin’den Nasıl’a, Nasıl’dan Niçin’e… Her dem yenilenen ve tazelenen bir ölçülendirme harikası. Zemin, çatı ve kenar duvarlar sağlam; Ehli Sünnet V’el Cemaat… Kanatlar olabildiğince güçlü, Tasavvufun engin genişliği ve derinliği… Ashâb, Büyük İmamlar, Alimler, Veliler ve İslâm kahramanları her birinden vazgeçilmez ölçülerle besleniş… İBDA mimarını Büyük Doğu yolculuğuna çıkaran temel saîkler, öncesi, sonrası ve tedaileri ile…

Önce Mimarlarının dilinden;

“Büyük Doğu, İslâmiyetin emir subaylığı... Büyük Doğu, İslâm içinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı... Sadece «Sünnet ve Cemaat Ehli»  tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi; ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti Yirmibirinci Asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi... Galiba işlerin de en değerli ve pahalısı…” (NFK, İdeolocya Örgüsü)

Hiçbir tezat yada kapalılık yok. Kendini bu kadar açık ilan eden, dostunu düşmanını bu kadar rahat belirleyen ve yine kendine iktidar babında en mütevazi konumu göstererek, iktidara talip olmanın niçinini ve gereğini bu kadar göz önünde idrâklere teklif eden sanırım başka sistem yok.

  Devam edelim; Bu çerçevede İBDA’nın misyonu, zamanı gelmiş fikir olarak yüzyıla hâkim tavrı ve “Muhakkak ki Allah Nurunu tamamlayacaktır” hakikatinden ilahi rahmet kapısına insanlığı götürmektir. Mimarı kestirmeden şu açıklamayı getiriyor; “İBDA: Allah ve Resulü davasında DOĞRU YOL – KURTULUŞ YOLU’nun bir alemi, bir remzi.”(İbda Diyalektiği,19)

Şunu bir kere başa alalım, ki benzeri ifadeyi sayısız kere duymuşsunuzdur; İBDA ne yeni bir mezhep, ne bir tarikat, ne bir parti, ne bir dernek ve aynı adıyla ne de bir örgüttür. Peki nedir? “İBDA, insanı etiyle, kemiğiyle, ruhuyla, kalbiyle yakalamak isteyen dölleyici bir fikir. Hayat, ölüm, insan, erkek, kadın, siyaset, ahlâk, ekonomi, ruh ve varlık... Hakikatin teşhisinde nerede perde varsa orada mücerredin mücerredidir İbda. Ve nerede netlik, izah edicilik gerekiyorsa orada nettir, açıktır dili İbda’nın.  Eğer kendinize, hayatınıza, kainata bir anlam vermek ve bu anlam doğrultusunda yaşamak ve düşünmek istiyorsanız, siz dünya görüşü peşindesiniz demektir... İslâm bir Kurtuluş Yolu. İbda ise bu dâvânın remzlerinden biri.”(Said Aykut, Akademya Konuşmaları)

  İslâm’ın ölçüleri malum. Ölçüler belli yani. Büyük Doğu-İbda Mimarlarının deyişiyle “Ölçüler yerli yerinde, ya ona bakan göz nerede?” İşte bu çerçevede İbda Diyalektiği devreye giriyor ki, aynı adlı eserin takdiminde mesele şöyle işaretleniyor; “İnsan ve toplum meselelerine “Kurtuluş Yolu” hakikatine uygun olarak yanaşabilmenin “ilmî” halidir. Ve, bilerek veya bilmeyerek İslâm’a hainlik edenleri enselemenin biricik anahtarıdır.”(S.M. Ibda Diyalektiği)

Durmaksızın devam edelim "Güya İslâm adına çırpıştırılmış fikirlerden kurulu köpek kulübesi cinsinden uyduruk oluşumlar bir yana, kelimenin gerçek anlamıyla insan ve toplum meselelerini kuşatıcı İslâmî bir dünya görüşü, ancak "Ehl-i Sünnet" itikadıyla mümkündür; Büyük Doğu-İbda, bu davanın hem tespitçisi ve hem de dünyada "İslâm'ı eşya ve hadiselere tatbik" mevzuundaki tek "sistem" terkibidir!.."

Bir takım zevat tarafından İBDA’ya yan bakışların, görmemezlikten gelişlerin, kaçamak bakışlarla sıvışma yolu arayışların sebebinin İBDA mimarının tavizsiz savunduğu ve davasında dik durduğu Ehli Sünnet Ve’l Cemaat olduğu herhalde artık inkâr edilemez. Peki kendini Ehli Sünnet olarak tanımlayan şu bu hocaya yada cemaate ne oluyor ki İBDA’ya ve onun Mimarı’na karşı kör-sağır-dilsiz rolü oynuyorlar? Evet sebep belli, nefislerine aldandıklarının, şeytanın vehim ve vesveseleri içerisinde kaybolduklarının, korkaklık ve haset çukurunda debelendiklerinin farkında değiller yada bu konumları işlerine geliyor. Oysa Büyük Müzdarip Salih Mirzabeyoğlu’nun eserleri, kendine İslami medya diyen ve topyekûn insanlığı İslam ruh ve ahlakı ile nizamlamak isteyen güruhça cilt cilt incelenmeli sayısız makale ve iktibaslar ile milletin hafızasına kazımaya başlamalıdırlar. Çünkü yukarıda belirttik; İBDA ALLAH’IN RAHMETİNE-RIZASINA ERİŞMENİN YOLUDUR. Ancak, Asrı Saadet dönemlerine benzer bir şekilde İBDA avuçta ateş tutmak misali insanlara zor ve ağır geliyor. Ve ahir zaman çağındayız ve bu çağın özelliği, imanı avuçta ateş gibi tutabilmektir.

İBDA ve onun Mimarı Salih Mirzabeyoğlu sürekli fikir yoklayıcısı, keşfedicisi, sonu gelmeyen bir hareket ve dinamizm ortaya koyucu ve temsil ettiği manaya sımsıkı bağlılığı ve samimiyeti ile tam bir İman ve Tefekkür cehdidir. Mirzabeyoğlu’nun İmânının tezahüre çıkmış hali İslâm’a Muhatap Anlayış zaviyesinden İBDA’dır. Yukarıda ifade ettik İBDA Allah’ın rahmetine giden yoldur. Pazarlıksız Allah ve Resulü demenin, Ehli Sünnet v’el Cemaat seçkinliğinin yolu... Bu manada Büyük Doğu İBDA Külliyatı devasa bir kütüphane halinde arzı endam eder, fizikten biyolojiye, resimden şiire, tarihten edebiyata ve dahi ilmihâlden akaide muazzam bir deryayı içinde barındırır. Ancak bir kesim İbda içinde beklediği rantı görmediklerinden olsa gerek dillerinde “ilim ilim diye” gevelediklerini bir türlü icraata dönüştürememektedirler. Gözlerin körlüğü belki yardımı gerektirir lakin akılların körlüğü neyi gerektirir. İBDA mimarının deyişiyle «-İlim Çin’de de olsa, dileyiniz!, hadisini tekerleme gibi söyledikten sonra herkes istediği gibi saçmalayabilir! Ama ne kabak cinsi muharriri, ne de ilim adamı geçineni, İslâmî tefekkür zaviyesinden ele aldığımız meseleleri anlamaz ve niyeti de yoktur. DİLESENİZE!» İslâma Muhatap Anlayış,208)

Bu çerçeve İBDA kana kana içilecek ve içtikçe sonsuz doğru akış halinde çoğalan ve tükenmeyen bir hazine halinde bir pınardır.

 

İBDA-C VE KENDİNDEN ZUHUR

 

Yukarıda söyledik, İBDA; ne yeni bir mezhep, ne bir tarikat, ne bir parti, ne bir dernek ve ne de bir örgüttür. O Allah’ın rahmet kapılarını sonsuza kadar açan İslâma Muhatap Anlayış Davası sorumluluğunu yüklenmiş bir fikir ve aksiyon hareketidir. Cemiyetin en küçük ferdinden en yücesine, toprağın içindeki en küçük canlıdan gökteki görünmez en güçlü varlığa kadar Mutlak Fikrin kanatları altına alınıp Allah’ın ahlakıyla ahlâklanma ve tertemiz pırıl pırıl olarak her şeyi orijinal halinde muhafaza etme ve onu kendi fıtrat dairesi içerisinde yüceltme şuurudur.

İBDA, sürekli bir dinamizm addeden bir fikir hareketidir. İnsanoğlunun son 200-300 yıldır düştüğü çıkmazı, kitleler halinde bunalımdan bunalıma sürüklenmesini kendi dil ve diyalektiği çerçevesinde hesaba çekebilmiş ve çözmüş bir fikir hareketi olarak dünyanın topyekun intihara doğru gidişatına dur demek gibi misyona sahiptir.

İBDA davasına muhatap olanlar içerisinde farklı ırk, kavim ve anlayış mensupları da rahatlıkla görülmektedir. Sadece farklı ırk-kavim değil, istidadı, mizacı, rengi, ilmi, serveti, sahası vs. gibi değişik gruptan kişilerde görülmektedir. Hâl böyle olunca her kesim kendi zaviyesinden İBDA’dan aldıklarını, anladıklarını hayata geçirme, yaşama ve yaygınlaştırma derdindedir. Nihayetinde İBDA bir yaşam biçimi teklif eden bir dünya görüşünü içinde barındırır. Farklı coğrafyadaki insanlar ya da milletler bu dünya görüşünü –Büyük Doğu İBDA-yı alıp devletlerinin anayasasını etkileyen, hukukunu etkileyen, eğitimini etkileyen merkez fikir, kaynak fikir “Tatbik Fikir” olarak addedebilir. Bu onları İBDA’dan yana taraf-cephe kılar ve İBDA’nın “topluluk hakikati” vasfından istifade etmiş olur.

Komünistlerin bir ideolojisi vardır, iyi kötü faşistlerin de vardır, Kapitalistlerin ve Liberalistlerinde vardır. Bunların kendi içlerinde, altlarında da sayısız dernek, örgüt, dergi, şirket, kişi, kurum vardır. Ama hiç kimse birbirlerinden farklı fraksiyonlara sahip kişileri tek bir kalemde değerlendirmiyor. Misal, Komünizm ideolojisi savunucusu olarak sayısız çeşitlikte parti-örgüt-dernek-dergi-kişi vardır. Her birinin hem örgütleniş biçimi, hem de Komünizme bakışı farklı ve yer yer birbirleri ile kanlı-bıçaklı olan bu parti-örgüt-dernek-dergiler hiçte ortak dünya görüşü etrafında tek bir cemaat-parti-dernek-örgütmüş gibi değerlendirilmiyor. Haliyle de öyle olmalı zati yoksa Karl Marks’ın Mao’nun Çin’de yaptıklarından, Stalin’in Rusya’da yaptıklarından yargılanması icap ederdi.

Büyük Doğu-İBDA bir dünya görüşüdür. Bu dünya görüşünü birbirinden bağımsız, habersiz, hiyerarşik ve doğrusal herhangi bağı olmayan grup, takım, dergi, dernek, vakıf, büro, şirket, örgüt vs. benimseyebilir ve buna uygun hareket edebilir. Nihayetinde hiçbir varlık, kişi veya kurum fikirsiz ayakta duramaz ve hiçbir şeyi hareket ettiremez. Yapılacak işin niçin yapılacağı ve nasıl yapılacağı konusu insan zihnini sürekli meşgul eder. Dünya görüşü burada bir manivela ve gaye hükmünde kişiyi motive edici, yenileyici ve güçlendirici rol sahibidir. Şu dernek İBDA’cı olabilir, bizim anladığımız “Ha, bu dernek Allah’tan yana, Allah’tan taraf bir cephe açmış”. Kime karşı Allah düşmanlarına karşı. Ne demek bu; milletin kanını emen, millete zulmeden zalimlere karşı bir grup insan tarafını belli etmiş. İBDA RUHTUR ŞEKİL DEĞİL. RUH TEK, ŞEKİL SAYISIZ OLABİLİR.

İBDA üzerinde yukarıda durduk C’ye değinirsek Cemaat, camia, cemiyet, cem etme, cephe vs. gibi noktalara çıkmaktadır. Emniyet ve Mahkeme kayıtlarında “İBDA-C” adlı bir örgütten bahsedilmekte, “varlığı veya yokluğu” meraklılarını ilgilendiren bu örgüt hakkında sayısız iddianameler ve bilgiler üretilmiş durumdadır. Bu kayıtlara göre Büyük Doğu-İBDA dünya görüşünü benimseyen, kendine farklı ad ve ifade zemini ayarlayan bir örgüt “İBDA-C”. Yine bu kayıtlara göre örgütün gayesi “tüm Ortadoğu’yu kapsayacak genişlikte İslâm’a dayalı federatif bir devlet kurmak. Örgütleniş biçimi birbirlerinden bağımsız gruplar halinde irili ufaklı askeri, siyasi, kültürel cepheler.”

1991’den 28 Şubat 1997 ve sonrasında olan biten hukuksuzlukların bir-bir ortaya çıktığı bir dönemde “hukukî anlamda” yitirilmiş algıları düzeltmek çok zor olsa gerek. Birçoğu İBDA havas ve esrarını taşıyan bu gruplar, Kemalist rejimin hukuk tanımaz toptancılığının neticesi olarak, birbirlerinden -hem bağımsız hem de tartışmalı- olmasına rağmen ve çoğunluğunun kanun dışı hiçbir faaliyeti olmadığı halde tüm gruplar tek bir kaleme indirilerek derdest edilmek, silinmek, imha edilmek istenmiştir. Bunun yanlışlığını yukarıda izah ettik.

Ancak bilinen bir şey var ki;  Laik–Batıcı güçlerin çözemediği anlamadığı ve bir hayalet gibi gölgesinden bile rahatsızlık duyduğu “İBDA-C”  dünyanın birçok bölgesinde emperyalizme karşı mücadele eden anti emperyalist örgütlere ilham kaynağı olmuştur. Belli başlı bir İdeolocya etrafında, tıpkı gökyüzü zemininde küme küme biriken bulutlar gibi, yeri ve zamanı geldiğinde, şartlar olgunlaştığında “kendiliğinden” yağmakta-zuhur etmektedirler. Bu tür yapılarda kimin nereden ne topladığı, nereden beslendiği, hangi toprakta yetiştiğinden ziyade neyi gerçekleştirmek istediği, yüzünü ve istikametini neye göre ayarladığı, ne yaptığı vs. öne çıkmaktadır. Hal böyle olunca da her bir ferdin kendini ideolojik anlamda yetiştirmesi ve karar verici şuura ermesi gerekir. Bu ise ancak Allah’ın rahmet ve ilim denizinden samimi ve sadık bir kul olarak beslenmekle ve istikrarlı ve düzenli bir amel ortaya koymakla mümkündür. Bu durum her türlü sızmaya da engel teşkil etmektedir. Nihayetinde gruplar bir başka deyişle cepheler çeşit çeşit ve birbirinden bağımsız ve hiyerarşik yapıya sahip olmadıkları için, sadece bir grup etkilenmekte ve zarar görmektedir. Aynı zamanda her çeşit provakatif amaçlı saldırı, eylem ve bilgi aktarımı da tersinden harika halinde bu tür bir yapının işine gelmektedir. Çünkü İBDA her şeyi kendinde CEM edici, hakiki ve orijinal muhtevaya dönüştürücü bir fikir hareketidir. Dolayısıyla her hareket-aksiyon “provokasyon” dahi olsa Büyük Doğu-İBDA dünya görüşünde yankısını bulacak, hakiki mecrasına istikamet bulacaktır.

Diğer yandan, bir dünya görüşünü benimseyen insanların, bulundukları ortama ve şartlara göre şekil alması, mizaç hususiyetleri bakımından kendi benzeriyle irtibata geçip kurumlaşması ve bir iş aksiyon üretmeye girişmesi doğaldır ve mümkündür. Meşhur deyimle gereken yerde gerekeni yapmak zarurettir haliyle. Adam geçmiş bacıma tecavüz ediyor, durup seyredecek halim, yada mendil tutacak durumum yok! Veya adam dinime imanıma hakaret ediyor ya da evime hırsız girmiş, ne yani hırsızın tüm malımı götürmesini bekleyecek değilim! Ne yapmam gerekiyorsa artık üzerime düşen, yapmak zorundayım! Bu refleks davranış her fikir-inanç sahibinde vardır. Bu ve benzeri durumlarda da şahit olunduğu üzere “kendiliğinden bir zuhur” vardır. Hadisenin oyuncuları ve aletleri her şey o anda orada gerçekleşmektedir. Kim varsa orada “Ben Varım” şuuru ile varlığını ispat ettiğinde, sesini duyurduğunda “kendinden zuhur diyalektiğinin” zamanın ötesine kucak açan işleyişi başlar ve Rabbimin, liyakat, ehliyet ve samimiyete binaen kullarına lütufları “kendiliğinden zuhur” eder. “Bizim daimi gündemimiz, kendi iç oluşumuzu tamamlamak ve bunun tabiî neticesi merkezden muhite doğrudur; bir hâdise kendini çözüm için teklif ettiği ve "iş içinde eğitim" hikmetine denk geldiği kadar, muhitten merkeze doğru bir merkez gayeye hizmet edici cebhe teşkil eder.(Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar)

Benzer durum her fikir hareketinde vardır. “Demokrasi” denilen melaneti fikir kabul etsek sayısız demokratik parti var ki her biri üstelik birbiriyle de şiddetli çatışma halinde. Liberalizmi bir fikir olarak kabul etsek, bu fikir üzere ekonomik ve hukuki nizamlarını kuran devletler bile birbirleriyle milyonların ölümüne sebep olacak kadar çatışma halinde. Uzatmayalım, en basit idrâk sahibi bilir ki, bir fikri bir inancı benimseyen bir kişi veya kurum hemen onu kendi üzerinde veya çevresinde göstermeye kalkışır. Hz. Ömer’in Müslüman oluşuyla birlikte, Müslümanların yeni aksiyon hamlesine girişip “Kâbeye gidişi” en güzel misaldir.

Her dünya görüşü zihinlerde ve kalplerde kabul gördükçe yaşama alanına çıkar ve yaşama alanına çıkarıldıkça göze görünür. İBDA ruh ve ahlakını ister cemaat anlayışıyla, ister cemiyet anlayışıyla, ister cephe anlayışıyla kim ne şekilde benimserse benimsesin o insanların yapacağı şey bellidir; Büyük Doğu-İBDA’yı yaşamın her alanına yaymak, O’nu yaşanabilir kılmak… Kendinden zuhur diyalektiği ve iş içinde eğitim hakikati hatırlanmalı…

Konuyu somutlaştıralım; herhangi bir parti bu A Partisi olduğu gibi, C Partisi de olabilir, A gazetesi de olur B gazetesi de, X derneği de olur Y derneği de, askeri de olur siyasi de, üç kişide olur beş kişide, sinema kulübü de olur kitap kulübü de, kim Büyük Doğu İBDA misyonuna uygun hareket ederse oda İBDA’nın  kendinde toplayıcı vasfından istifade etmiş olur. Herhangi bir gazete basın yayın faaliyetlerinde Büyük Doğu İBDA misyonuna uygun yorumlar, haberler neşreder ve İslâm ahlakını kitlelere nüfuz gayesi güderse benzer toplayış burada da gerçekleşir ve belli bir cemiyet yada cemaat halinde kendinden zuhur meydana gelir. Son bir misalle; Diyelim ki bir camia Büyük Doğu İBDA misyonuna uygun mensuplarını yetiştirir kafa ve ruh disiplinine sokarsa o gruba-cemaate İBDA cemaati denmezde İBDA’cı(yani Büyük Doğu-İBDA dünya görüşünü benimsemiş) grup, camia, cemaat veya cephe denir.

Kişiler legal veya illegal yollarda olabilir bu “suçun şahsiliği prensibi gereği iş ve fiil, sahibini bağlar.” Sırf bu yüzden kesinlikle Büyük Doğu İBDA dünya görüşü yargılanamaz, çünkü o bir şahıs değil bir fikirdir. Mimarı bir parti başkanı, bir dernek kurucusu, bir örgüt lideri değil BİR MÜTEFEKKİRDİR ve tefekkürünün icrasını isteyen KUMANDAN’dır, tefekkürün sanat cephesini de kuran SANATÇI’dır. Fikrinin hayatla içiçeliğinden dolayı KUMANDAN vasfı ve ismi diğerlerinden daha kapsamlı diyebiliriz.

Devrimci-ihtilâlci bir hareket için kanun yolu nasıl kullanılabilir bir yol ise, kanun dışı yol da ihtilâlci ve inkılapçıların başvurduğu yollardandır.

Temsil ettiği manaya göre istediği gibi isimlendirmeler yapılabilir. Burada esas olan ne işle meşgul olacaksın, ne yapacaksın, ne kadar fayda elde edeceksin ve hedef kitlen kim? Yaptığın işe göre tedbir, görev ve istidat arayacaksın. Yoksa kendini fikre nisbet edip “Fikri” tüketmeye kalkışmak gibi bir handikaba düşülür ki, bu ise muhatap açısından ciddi anlamda sıkıntı doğurur.

Bir nevi, İBDA cesetlere üflenen ruhtur. Akıllara nüfuz eden fikirdir. Kalblere giren ve bir daha çıkmayan şuurdur. Dolayısıyla İBDA ruh, fikir ve şuurunun her cesette, kurumda, istidatta belirişi farklıdır ve bunların birbirinin aynı olması imkânsızdır. Hâl böyle olunca bedenden ruhu, akıldan fikri, kalpten şuuru söküp atmayı yapamayan ve bunun diyalektiğine sahip olamayan Batı ve Kemalist rejim kimde bunun izini gördüyse kendi kafasında “şablonlaştırdığı ve bir hayalet gibi şuurlaştırdığı” isim(İBDA-C) üzerinden tamamını mahkûm etmek, imha etmek istemiştir. Ama İBDA bir kurum, bir örgüt, bir dernek, bir mezhep, bir tarikat vs. hiçbiri değildir. Belki çatısı altında –sonsuza varıcı deyişle- tamamını birleştirici harmanlayıcı bir fikir hareketidir. Bunun içine her çeşit -C- girebildiği gibi, erişilmesi ve ulaşılması güç esrarlı ve sırlı oluşumlarda girebilir. İster siz buna veliler deyin, ister şehitler, ister farklı varlıklar. Bu meseleleri savuşturmak için söylenmiş alalede bir deyiş değil aksine İBDA’nın mehdiyet misyonunu vurgulamak için onu, daha dar kalıplar içerisine mahkûm etmeye karşı İBDA ruh-fikir ve şuurunun ne olduğunu açık etmektir. -C- ye dair ipuçlarını İBDA Mimarının şu sözlerinde arayalım; İBDA; “Gerçek İslâm aydını olabilmek için gerekli “zaruri” şuurundur. Ve, dava uğruna nasıl olsa geçilmek mecburiyetinde olunan “zarurî” dururken, faydasız “kolay”a sapanları reddedicidir.”ve “İnsan ve toplum meselelerine “Kurtuluş Yolu” hakikatine uygun olarak yanaşabilmenin “ilmî” hâlidir. Ve, bilerek veya bilmeyerek İslâm’a hainlik edenleri enselemenin biricik anahtarıdır. (S.Mirzabeyoğlu, İbda Diyalektiği,2)