Cins dergisinin Mayıs sayısının “Oturum” bölümünde Salih Mirzabeyoğlu ve İbda hakkında bir sohbete yer verilmiş. Bence şimdiye kadar sorulmamış, çok önemli bir soru sorulmuş orada:

- “Böylece İBDA-C kliği şurada Akademya diye olağanüstü entelektüel bir dergi çıkarırken bir başka klik bir yere Molotof atıyordu. Yani enteresan bir örgütsel yapıydı. Tabii enteresan bir örgütsel yapı olduğundan Türkiye’de bunun doktorasını çalışan, tezini çalışan yüzlerce insan oldu değil mi?

- Tabii binlerce…
- Gülüşmeler, buraya gülüşmeler yaz Arda…
- Kimse çalışmadı abi İBDA’yı…”

“Kimse İBDA’yı çalışmadı”… Çok doğru bir tesbit veya itiraf… Bunu sadece “akademik kesim” için söylemek doğru değil. İslamcı dediğimiz bir kısım camia, “ademe mahkum etmeye çalıştığı” İBDA’yı bile isteye çalışmadı. Bazıları korktu, çekindi, sorumluluk almak istemedi. Ben o İslamcı camianın bilfiil içindeyim yıllardır, neyin ne olduğunu gayet net biliyorum. İbdacıları işe almayanından, İbdacı olduğunu sonradan öğrenince işten çıkarmaya kalkanına kadar neler gördüm. Bazı Büyük Doğucu “isimleri” Mirzabeyoğlu’nu örtmek için öne çıkardığını söyleyen kanaat önderi dinledim. Ama Salih Mirzabeyoğlu, Haliç Kongre Merkezi’nde “bu dünyaya birbirimizle didişmeye gelmedik” dedi, “hatasından dönene altundan köprüler kurulur” dedi. Bizim için o hesap kapandı.

İBDA çalışılmadı ama İslamcı Dergiler, “İslam Düşüncesi” çok çalışıldı akademide. Bununla ilgili bir sürü tez filan yazıldı. Ama bu tezlerin içine hiçbir zaman İBDA dâhil edilmedi. Türkiye’deki İslamcı düşünceyi 1990’lardan itibaren dergilerden ve yayınlardan takip edecek olursak, (Büyük Doğu-İbdacı dergileri hariç tutarak) karşımıza şöyle bir manzara çıkar:

İslam coğrafyasından farklı mezhep ve meşrepten tercümelerin bolca yer aldığı, yerli bir fikir hareketinden ziyade, ya İslam ya Batı coğrafyasından alınan fikirlerin “yerlileştirilmeye” çalışıldığı göze çarpar. Özellikle İran devriminden sonra ortaya çıkan “İrancılık” çok etkili görünmektedir. Diğer taraftan Seyyid Kutup gibi, Hasan El Benna gibi, Said Havva gibi, Mevdudi gibi, Abduh gibi, Teymiyye gibi isimlerin kitapları tercüme edilir ve neredeyse her eve Seyyid Kutup’un “Fizilal-il Kuran” isimli tefsiri girer. Dergilerde sıklıkla şu kelime ve kavramlar kullanılır: “Tevhid, şirk, hak, tağut, ümmet, devlet, hilafet, imamet, tebliğ, cihat, emperyalizm, kapitalizm, sosyalizm, siyonizm, adalet, işgal, sömürge/sömürgecilik, direniş, eylem…”

Diğer taraftan, İslamcı dergiler gündemi belirlemek yerine, belirlenmiş gündem üzerine kendilerini eklemleme yolunu seçmişlerdir. Mesela İran Devrimi olunca İrancı, oradan Ali Şeriati’nin sosyalist düşünceye eklemlenme çabasına iştirak… Misal o devrin en popüler yazarlarından Ali Bulaç’a bakın. O zamanki düşüncelerinden bugün geldiği noktaya bakın. Bu isimleri çoğaltmak mümkün…

Velhasıl Türkiye’de “İslam Düşüncesi” deyince ne anlaşılıyor ben çok emin değilim. Misal İslamcı bir fikir ve hareket olan Büyük Doğu’nun, Salih Mirzabeyoğlu’nun ortaya koyduğu İBDA fikri ile devam ettiğini biz söylüyoruz. Çizgimizin sarsılmadan dosdoğru devam ettiğini de. Tarih muhasebesi ile, sanat, edebiyat, ilim, fen, tefekkür, hikmet, iktisat, siyaset ve aksiyon gibi insanı ilgilendiren her alana el atmış ve el atmakta olan “küll bir sistem”den bahsediyoruz. Ama mesela, başka? İslam düşüncesi deyince başka aklınıza ne geliyor? Böyle sarsılmaz bir çizgide devam eden ve Türkiye ve dünya siyasetine etki eden bir fikir ve aksiyon hareketi? Büyük Doğu-İbda fikir ve aksiyon çizgisi sarsılmadan bugüne geldi. Ve Cumhurbaşkanı kendini bu sarsılmaz çizgi ile, Büyük Doğu ile ifade etme ihtiyacı duyuyor. Tam da söylemeye çalıştığımız şey bu: Türkiye’de canlı, yaşayan, yerli bir fikir ve aksiyon hareketi var mı diye sorulduğu zaman vereceğiniz cevap nedir? Tüm kesimlerin bunun cevabını vermesini çok isterdim.

Kumandan’ın son ânına kadar yazdığını biliyoruz. Üstad Necip Fazıl’ın da öyle… Eserlerinin çapını bilen biliyor. Onlar bir dünya görüşü inşa ettiler ve o fikir 1940’lardan beri sarsılmaz bir çizgide genişleyerek, büyüyerek, hep yeni, hep yenilenmiş olarak bugüne geldi.

Geçenlerde okudum: İmam Gazali Hazretleri’nin bütün ömrü yazdıklarına bölününce günde 20 sayfa kaleme almış olduğu ortaya çıkıyor. 68 yaşında şehid edilen Salih Mirzabeyoğlu 60 telif eser verdi. Ömrünün son anına kadar yazmaya devam etti.

Şimdi artık şiir veya kitap yazmayan mütefekkiri, şiiri bırakıp güya fikre yönelen, ama maalesef eline yüzüne bulaştıran şairi, bir şiir yazıp hala 80 yaşında ekmeğini yiyen şiir heveslisini, (liste uzar gider) gençlere “mütefekkir” diye sunarsanız, gençlerin elinizden kayıp gitmesine şaşmamanız gerekir.

21. Yüzyılın “teknik küfür”ü içinde kaybolmuş bir gençliğe yepyeni bir ruh ve anlayış aşılayacak fikirden uzak tutarsanız, onları “idealsizlik ideali” gibi bir şey olan “particilik” kavgaları içinde kaybedersiniz. Gençlere fikirle yürümek ve yürürken kendisiyle birlikte fikrini de yürütmek gibi bir mesuliyet vermezseniz, onları kaybedersiniz.

Salih Mirzabeyoğlu’nun “yenilenme ve yenilik” hakkında söylediklerini, hatırlatmanın tam yeri:

“Burada bütün hadise şundan ibarettir; Karşılaşmış olduğun şeylerde, böyle “çelişki” gibi görünen hususlarda, -“İslâm’da çelişki”ymiş gibi görünen meselelerde- aranması, bulunması gereken hikmetler vardır…  Çünkü, ancak böyle şeylerdir ki “yeni bilgiler” getirir… Anladın mı?... Teferruatla ilgili hususlarda söz konusu ise bu, ha, onlar da “Allah’ın rahmeti” cümlesindendir… Bak ne kadar önemli bir mevzu çıktı ortaya? Ancak bu tür şeylerdir ki, “yeni bilgiler” getirir, yeni bilgilerin ortaya çıkmasına vesile olur… Yoksa hayat statik kalırdı, anlatabiliyor muyum… Yani “hayat” olmazdı… Hayatın statikliği demek, “yeni” olan hiçbir şeyin olmaması, bir bakıma “akış”ın durması, o canlılığın, yeniliğin –olmaması-, katılaşması demek… Şimdi “İslâm’a Muhatap Anlayış” diyorsun, bu böyle hazır elbise değildir ki! Lak lak edeceğin ezber ve şablon değildir ki… İslâm’a muhatap anlayış, senin, bir günü –yani aslını söylüyorum ben, şimdi kim buna göre nedir, ne değildir onu söylemiyorum- şimdi, “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” diyor Allah Resûlü değil mi? Ölçü bu değil mi?.. Şimdi, “Bir günü bir gününe eş geçen aldanmış” olduğuna göre, senin bugünkü İslâm’a muhatap anlayışına göre, demek ki yarınki biraz daha tekâmüldür… Tekâmül etmiş olman gerekir… Durmak ve donmak yok! “Eş” geçti mi aldandın! Bu nereye kadar gider? Bu şimdi, sonsuzdur… Sonsuza kadar gider… Ve her ân yenilenme sırrı! Yoksa böyle kaz gibi hani İslâm’a muhatap anlayış filân olmaz! Ne demek istediğimi anladın değil mi?”

Şimdi birileri İBDA’yı çalışır mı çalışmaz mı bilemiyorum. Ama Büyük Doğu-İBDA, yani Necip Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu, bu ülkenin dününü anlamaya, bugününü şekillendirmeye ve yarınını inşa etmeye devam edecek.

Bu arada Cins Dergi’ye selam olsun…


Baran Dergisi 595. Sayı