Cumhuriyet denmiş rejimin adına… Hayat Bilgisi derslerinde en basit anlamda öğretmenlerin öğrencilerine papağanvari ezberleterek öğretme gayretinde olduğu bu kavram “yöneticilerini halkın seçtiği ve mecliste halkın temsil edildiği bir sistem” şeklinde anlatılır. “Yöneticileri halk yani anneniz babanız seçiyor” diyerek ruhlar okşanır. “Anneniz babanızın iradesi alınıyor. Oysa önceden öyle miydi? Bir padişah vardı, babadan oğula geçer dururdu…” 

Cumhuriyetin seçkin öğretmenleri Anadolu insanını adam etme ve Batı medeniyetini aşılamakla vazifeli, çocuk yaştaki bu saf ve temiz varlıklara... “Kimsenin söz hakkı yoktu. Padişahın astığı astık kestiği kestik” havası verir dururlar. En çok sevdikleri şey 23 Nisan kutlamalarıdır. Daha çok pop müzik eşliğinde olmak üzere, erkek ve kızları Batılı tarzda oyunlar oynatmanın keyfine bakarlar. Çocukların müziğin ritminde kıvrak ve ahenkli vücut hareketleri süresince, Cumhuriyetin bu seçkin öğretmenlerinin yüz ifadelerine baktığınızda, idealizmin şahikasında olduklarını hemen anlarsınız. Sanki onlar da hayal âlemine dalmış, Avusturya’da soylu insanların bulunduğu kraliyet sarayında klasik müzik eşliğinde dans ediyorlar. Hemen hissedersiniz bunu.

Karma eğitimle iki karşı cinsi bir sınıfta buluşturan, iki karşı cinsi eşitleyen cumhuriyet, böylesi oyunlarla cinsiyetleri kaynaştırıyor ve ayrımcılığa son veriyordu; kadın erkeği, erkek kadını anlama yoluna giriyordu. Nasıl anladılarsa bilinmez, en çok boşanmaların ve ailevi bozuklukların göründüğü dönem de bu devir olmuştur. Çocukların, her kesimden kadın ve erkeklerin psikologlara mahkûm olduğu yıllar, bu zamana denk gelmiştir. Birbirini anlasınlar, cinsiyet ayrımcılığı kalksın denilen dönemde bilakis iki cins birbirini anlamaz, birbirine katlanamaz bir dönemi yaşıyor ve yaşatılıyor. Örnek aldıkları Batı dünyasında evlilikler bitme noktasına gelmiş, partner olma dönemi başlamış, yanlışlıkla yapılan çocuklar devlet güvencesine terk edilir olmuştur.

Had nedir bilinmeyince, hadde dair ölçüler manzumesi olmayınca, evde besledikleri hayvanlara dair hassasiyetleri insanlara gösteremez oldular. Oysa sevdikleri ne hayvanlardı, ne başkası... Biricik sevdikleri kendileridir. Oysaki, sevgi emekti, samimiyet ve fedakârlıktı; sevgi, sevdiğinde tükenmek, o varlıkla bir ruh potasında eriyip yepyeni bir anlayışla doğmaktı. İnsanların sevgiye dair anlayışları samimiyet ve fedakârlıktan öte, “karşı cins beni mutlu etsin, benim emrimde bulunsun” şeklinde değişti. Dert, fazilete göre yaşamak değil, hazza dair bir hayat anlayışı içinde tüketim ve gösteriş budalalığına döndü. Tüketim ve gösteriş ile var olma derdi içinde yaşıyorlar artık. İnsan nasıl böyle bencil ve hodbin olabilir? O yüzden bu tür insanlar evcil hayvan edinmeye yöneliyorlar, hayvan sevgisiyle avunup yaşıyorlar. Oysa hakiki mânâda sevdikleri kendileri, hayvanlarla olan ilişkilerinde son tecritte kendi benlerine tapınma var. Hayvanlar, onlar ne derse yapıyor, nasıl arzu ederse öyle hareket ediyorlar. Hayvanları anlama telaşına gerek yok; peki insan öyle mi? Oysa insan sever, bu sevgiyi had çerçevesinde yaşar, hayvan başta olmak üzere bütün mahlukatı gerektiği ölçüde gerektiği şekilde sever. Bu sevgiyi hakikate nisbetle oturtan insanlar ya annen yahut ben tercihi yaptırmayıp karşı cinse yönelik yanlış ve ahmakça bir sevgi ölçüsü koymazlar; anne sevgisi ve yar sevgisinin parçalanmaz bir bütün olduğunu idrak eder, birbirinin tercihine sebep teşkil etmeyeceğini bilirler. “Madem birbirimizi hakiki anlamda seviyoruz, bizlere emeği geçen insanları da sevmeli ve onlara tahammül etmeliyiz.” derler. Bir sevgiye duyulan hal, başka ilişkileri bozmaz, yerli yerine oturtur. Böyle bir durumda ne kadın erkeği, ne erkek kadını çeker. Sevgiye dair romanlar filmler seyrediliyor fakat sevgisiz günlere gömülü gidip geliyorlar. Sevginin adı var, kendi yok. Bir şeyin ağızlarda çok serdedilmesi, o şeyi var kılmıyor; annelerimizde babalarımızda belki bu kelimenin adı yok, lakin kendi vardı. Maaşları azdı kanaatkâr oldukları için bereketli bir hayat sürüyorlar, gül gibi geçinip gidiyorlardı. Bizse karı-koca çalışıyor ama bir türlü para yetiştiremiyoruz. Çocuğumuzun cep telefonlarına masraf ettiğimiz kadar fakire fukaraya yardım etmiyoruz. Az çocuk yapıyoruz. Niye? Çok çocuk yaparsak iyi yetiştiremeyiz diye. Gerçekten öyle mi? Babamız tek maaşla pek âlâ kardeşlerim ve beni büyütmüştü. Devir değişmişti. Elbette devir değişmişti; bizse bozulmuş değerler karmaşası yaşıyoruz. AVM ve market kuyruklarında geçirdiğimiz süreyi ibadetlerimizde harcamıyoruz. Her daim nerde ucuz bir mal, onu elde etme telaşı içindeyiz. Arabanın ve cep telefonunun borcu bitmiş, yeni modelleri çıkmış; artık hedef bu yeni modelleri elde etmek ve yeni borçlanmaları gerçekleştirmek olmuş... Ne de olsa ihtiyaç... Nefslerinin tutkunu olan ruhi muvazenesini kaybetmiş şahısların ihtiyacı biter mi? 

Evet, çocuklarını 23 Nisan’da oynarken görmek, onların yeteneklerini hissetmek Müslüman, Kemalist, sağcı, solcu herkesi oldukça memnun ediyor. Geçekten çocukları oyun halinde görmek ayrı bir keyif onlar için. Herkesin elinde kamera, cep telefonu, yavrularının bu güzel anını mekana hapsetme, tarihe kayıt düşme telaşı... Onlara göre karma eğitimin güzelliği şudur; erkek ve kızlar iç içe yan yana birbirlerini anlıyorlar. Bu anlama süreci anaokulunda başlıyor, küçük bir mekânda şarkılı oyunlu kız-erkek danslar, oyunlar, masallar... Teneffüs olur, bahçeye çıkamazlar, bir türlü sınıfları dışına çıkamazlar. Kafese tıkılmış kuş gibidirler. Sağ olsun hükümetimiz, öğretimi okul öncesine indirecek. Niçin? Nasıl? Çünkü Batı’da öyledir. Onları takip et. Bazen Finlandiya, bazen Amerikan sistemi. Erkek ve kadın yan yana, iç içe, ahlâklı (!) ve güzel nesiller yetişiyor. Freud’un Batılı psikologlarının görüşleri doğrultusunda okullara yerleştirilmiş rehberlikçilerimiz, cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkıyor. Psikologlar cinsiyet ayrımcılığının olmaması için karşı cinslerin birbirlerinin oyuncaklarıyla oynaması gerektiğini velilere anlatıyorlar. Erkek çocuk bebek alıp kucağında uyutmalı, kız ise elinde tabanca-kılıç, kötülerle savaşmalı. Utanmasalar cinsiyet ayrımcılığı olmasın diye küçükken erkek çocuğuna etek giydirecek, küçük kızlara bıyık taktıracaklar. 

Erkek erkektir ve kadın kadındır. Fıtrat ne ise, nasıl olmalı ise, o olmalı. Mevzu erkek ve kadını insani hakikat ölçülerinde birbirini anlar hâle getirmektir. Aksine bugün yapılanlar fıtratı bozmak, erkeği erkek, kadını kadın olmaktan çıkarmak. İnsan, iki cins demek. İnsan hakikatinde erkek ve kadın; bir ayniyetin iki yüzü. Birbirinin mukabil kutbu değil. Her şey zıddıyla kaim ölçüsü içinde, karşı kutbu besleyici ve ayakta tutucu. Her birinin var oluş mücadelesinde hakikatini görmek bakımdan birbirine muhtaç, hakikatini gösterici ayna mevkiindeler. İnsanı anlamak fert hakikatini göstereni anlamak demek. Fert hakikati kimde tecelli ederse, oradan iki cinsin davranış ve ölçülerini oturtabiliriz. Evet, fert hakikatini ortaya mutlak ölçüler zaviyesinde şahsında tezahür ettiren Allah’ın Resûlü. “Dünyanızda bana üç şey sevdirildi” buyuruyor topyekûn zaman ve mekânın peygamberi; “Güzel koku, kadın, gözümün nuru namaz.” Ona duyulan sevgi bizi Allah’a, Allah’a duyulan sevgi ise bizi Resûl’e götürüyor. Resûl sevgisi ve ölçüleri, kadın ve erkeği birbirine karşı nasıl ve niçin yaşamalı hakikatinde buluşturuyor ve bir anlaşma zemini oluşturuyor. Vefalı, samimi olmanın varlık hakikatinde bize ne güzellikler gösterdiklerine şahit kılıyor. 

Yine koşuyoruz, lakin içimizde huzur var. Niye sabır ve şükrü yaşıyor ve yaşatıyoruz? Rabbimin “Kulum bana adım atarsa ben ona koşarak gelirim.” sözünü anlıyoruz. Rabbimiz mutlak güç ve kudretiyle destek çıkıyor, birçok dert ve meselelerin dert olmadığını anlıyor, görmezlikten geliyoruz. Rabbimizin yardımına mazhar oluyor, nice kapılar açıyoruz. Böylesi ana ve babalar hayatın çile ile iç içe olduğunu biliyor. Çilesiz emeksiz bir şey olmayacağının farkındalar. “Böylesi ana ve babalar ben çocuğumu okula temizlik için mi gönderdim?” demiyorlar. Bizzat kendileri gelip öğretmenlerle birlikte ilim yuvasının temizliğini yapmaktan haz alıyorlar. Ev ve yurt toprağını bir tutuyorlar. Bu ana ve babalar çocuklarında ahlâk ve fazilete dair ölçüleri olmayınca üzülüyorlar. Sınıftaki diğer çocukları evlatları mesabesinde görüyorlar. “Benim çocuğum temizlik yapamaz!” diyen anne ve baba diğer çocukları birer rakip olarak görüyor. Çocuğu notlarında onları geçtiyse bir sorun yok. Kariyer ve zenginliğe odaklanmış anne ve babalar... Sağcısı-solcusu yok herkes bu ölçüden hisse almış. 

“Suriyeliler niye burada? Suriyeliler ne olacak” bir nefret bir öfke. Kimsenin Amerika ve büyük devletlere lafı yok. Şu kadar insan ölmüş, şu kadar çocuk sulara gömülmüş, şu kadar insanın evleri yıkılmış, umurlarında değil. Amerika, medeniyetin beşiği; Anadolu’yu mahvetmeye çalışan PKK’ya destek olmuş, silah dağıtmış önemli değil. Suriyeliler kaka, kötü; ama onları perişan edenlere laf yok. On binlerce kilometreden bombalarla demokrasi pompalayan, ülkelerde kanlı devrimlere destek çıkan, ekonomik buhranlara sebep olan Batı’ya ses çıkmaz. Evlatlarını Amerika’da okutmak için can atıyorlar. Bütün dünyayı kan gölüne döndüren, ülkeleri batırmak için çalışan Amerika’da çocukları yüksek maaşla çalışsa “Oğlum-kızım Amerika’da çalışıyor.” diye böbürlenecekler. Bunlar vatansever, bunlar medenî, bunlar çağdaş; bunlar feminist!.. 

Her kesimden insan var bu saydıklarım arasında... AKP döneminde gelmiş bürokratlar, yüksek maaşlı ihale sever muhafazakârlar da başta... 

PKK, Amerika ile aşk ve meşk halindeyken, ırkçı temayül gösterirken, devlet kurma hayalleri kurarken, solcu olduğunu, antiemperyalist eğilimleri bulunduğunu ifade eden, Ak Parti’yi yıkmak için ise Amerikan destekli PKK ile eylem ve güç birliğine gidenleri saymıyorum bile... Sizin solculuğunuzu ve anti-emperyalistliğinizi nideyim? Bu ne tezattır ki, size nasıl bir gözle bakayım? 

Hz. Adem’den beri, şu son on yılda Anadolu insanının görmüş olduğu garip ve hainlikleri hangi millet görmüştür? Ülkücülük iddiasındaki birilerinin Doğu Perinçek’le gözükmeleri... İbda mensubu iddiasındaki kimilerinin dergilerinde Mustafa Kemal’i kurtuluşçu, Vahdettin’i hain göstermeleri... Milli Görüşçülerin 28 Şubat’ta kendilerini arkadan vuran ve iktidardan düşüren Fettoş ve CHP ile işbirliğine gitmesi...

Emin olun kendimden korkuyorum. Muhal denileni, bu nefs enaniyetleri mümkün kıldılar. Tarih böyle bir ana şahitlik ederken bir dile gelse neler söyler kim bilir. Evet, bugün okullarımız bir ilim yuvası olmaktan öte eğitim-öğretim kisvesi altında doldurduğumuz içi boş mekânlar. Yaşadığımız cemiyette din, nesil, can ve mal güvenliği yok. Erkek ve kadın cinsiyetinin yozlaştığı, hatta sözde özgürlük adına, cemiyeti lanetli Lut kavmine çeviricilerin kendilerini makul ve insani görmemizi isteyen, hak ve halk düşmanlarının peyda olduğu bir cemiyet. Rabbim sonumuzu hayreylesin.

Baran Dergisi 627. Sayı