Senelerce çözümsüzlüğe mahkûm edilmiş olması hasebiyle derin sandığımız oysaki son derece sathî meselelerimiz vardı. Ak Parti, iktidara gelir gelir gelmez bilhassa vatandaşa hizmet planındaki çöp, su, elektrik, doğalgaz gibi sıkıntıları büyük bir maharet ve süratle çözüme kavuşturdu. Belediye hizmetlerinin yanı sıra eğitim ve sağlık planlarında da ciddi bir iyileşme bu dönemde gerçekleşti. 28 Şubat döneminde adeta sembolleşen “başörtüsü” meselesi yine Ak Parti döneminde çözüme kavuşturuldu. Müslümanlar başta olmak üzere siyasî mahkûmlara karşı adalet tornasına dönmüş olan DGM’ler Ak Parti döneminde kapatıldı. Ekonomik olarak da bugün 80 milyona dayanmış bir nüfusun yaşadığı Türkiye’de kaçınılmaz büyüme ve genişleme yine Ak Parti döneminde yaşandı. Yollar, köprüler, tüneller ve metrolar hep bu dönemde inşâ edildi ve ediliyor. Ak Parti iktidara gelirken bu vizyonu açık bir şekilde ortaya koymuştu ve vaadlerini yerine getirmesini de bildi.

Eğitim, sağlık, temizlik, kıyafet, su ve elektrik... Dikkat ediyorsanız bunlar en temel ihtiyaçlar. İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu Adalet Mutlak’a başlıklı konferansında “İnsanın meselesi karnı doyduktan sonra başlar.” demişti, hatırlarsanız. Bizim insanımız için de tüm saydığımız ve saymadığımız hizmetler temel ihtiyaçların karşılanmasına yönelikti ve karşılandı. Karşılandığı ândan itibaren de ferd, cemiyet ve devlet planındaki temel meselelerimiz ön plana çıktı. Ak Parti yönetimi bu dönemde vizyonunu yenileyerek bahsettiğimiz temel meseleleri gündeme alıp vuzuha kavuşturacağı yerde, kendi kendisini tekrar etmek hatasına düştü. Yol, köprü, tünel ve daha nice muşamba dekor kabartması bir ânda vasıta olmaktan çıkarak gaye hâline dönüştü. Partiyi meydana getiren unsurlar da köhnemişliğin ıstırabını hiç ama hiç duymadılar. Bilâkis nemalanmalarına zemin teşkil eden bu düzenin adeta bekçisi kesildiler. Ki bugün referandum sürecinde de gördüğümüz üzere, mevcud sistem garabetinin muhafazakârlığını yapan statükocu blokta CHP, FETÖ ve bürokrasinin hemen yanında, yenisiyle eskisiyle Ak Parti’li kimi bakan, milletvekili ve teşkilât mensubları olduğunu görüyoruz. Hattâ bunlar diğerlerinden daha sinsi ve ateşli biçimde statükonun savunucusu olmuş vaziyetteler.

Temel ihtiyaçlarımız karşılandığı ândan itibaren ferd, cemiyet ve devlet planında ağırlığı hissedilmeye başlanan ve çözüm getirmek yerine görmezden gelindikçe ağırlığı gün geçtikçe artan bu meselelere şöyle bir göz atalım.
Birincisi, Türkiye’nin kimlik problemidir. 1923’te kurulan rejimin “ben kimim” suâline verdiği yanıt olarak ideolojisi İslâm düşmanlığıydı. İstiklâl Mahkemelerinden tutun da 28 Şubat sürecine kadar, devlet, kim olduğunu her daim millete hatırlatmasını bildi. 28 Şubat’ın akabinde devletin dayanak sınıfı hâline gelmiş olan bürokrasiye FETÖ mensublarının yerleşmesiyle beraber devletin ideolojisi de değişti. İslâm’a körü körüne düşmanlık ederek Anadolu’da muvaffak olunmayacağını anlayan Batı, Kemalistlerin yerine İslâm’ı kendisine hizmet edecek şekilde değiştirmek ve dönüştürmek üzere Fettoş’u görevlendirdi. Bu dönemde de devletin resmî ideolojisi, düşmanlık ettiği İslâm’ı dönüştürmek ve buna vesile olacak şekilde kamuoyunun desteğini almak üzere senelerdir millete düşmanlık eden Kemalistleri bürokrasiden temizlemek oldu. Kemalistleri bürokrasiden nisbeten temizlemesini bildiler de, İslâm’ı ortadan kaldırmak yahut dönüştürmek bahsinde her iki köpek de zinciri dişlediğiyle kaldı; fakat Ak Parti iktidarı yahut Erdoğan, tam da bu dönemde meydana gelen boşluğu devlet planında yeni bir “ben kimin” cevabı, yani ideolojiyle dolduramadı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin neyi neden ve niçin yaptığı sorusuna verecek bir cevabı ne yazık ki hâlen yok. Bugün şiddetli bir şekilde yokluğunu hissettiren kimlik meselesinin devletten başlayarak cemiyet ve ferd planına kadar cevablanması, böylelikle de hedef, gaye ve vasıtaların netleşmesi Türkiye’nin birinci öncelikli meselesidir. Çünkü diğer tüm meseleler bu soruya verilen cevabın ışığında aydınlatılabilir.

İkinci bir husus ise birincisine bağlı olarak bağımsızlık. FETÖ’den PKK’ya kadar Türkiye’nin başına belâ olmuş ne kadar şebeke varsa, Avrupa ve Amerika bugün bunların tamamına açıktan hamilik ediyor. Buna mukabil Türkiye Cumhuriyeti devleti ilgililerinin konuşmaktan öte bir adım attıklarına şahitlik etmiş değiliz. FETÖ’ye Amerika hamilik ediyorsa, kapatın Anadolu’daki çıyan yuvasına dönmüş olan Amerikan üslerini ve üzerine konuşun. Herhangi bir yaptırımı olmayanı kim neden ve niçin kaale alsın ki? Almanya bir yandan FETÖ ve PKK’ya hamilik ederken, diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti bakanlarına karşı yasak mı uyguluyor? Gönder mültecileri Avrupa’ya, ne hâlleri varsa görsünler. Olmadı mı? Çek gümrük duvarını, sokma Alman mallarını memlekete. Hem millî sanayi de rekabet çılgınlığından kurtulup gelişsin. Ama yok bunun yerine blöf, blöf, blöf... Hiç kimse karşısındaki oyuncunun kartları açmak suretiyle bir de caka satarak yaptığı blöfü üst üste 4-5 sefer yemez. Hele adamın ürettiği arabaya binip gidilen meydandan yapılan blöfü, hayatta yemez. O zaman da blöf yapmadığını göstermek icab eder. Türkiye’de siyasî gelenek ne yazık ki konuşulması gerekenin yapılması, yapılması gerekenin ise konuşulması üzerine kurgulanmış vaziyette. Bunun arkasında yatan temel saik de muhtemelen ciddiyetsizlik ile alâkalı. İdeali olmayan, kendi menfaatini aşkın bir davası olmayan “siyasetçi”lerden de bundan fazlasını beklemek herhâlde makul değil.

Üçüncüsü, kültür. Geçtiğimiz hafta III. Millî Kültür Şurası düzenlendi. Bu toplantıda konuşma yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ki; “gelecek vizyonu olan, uygulanabilir yeni bir yol haritasına ihtiyacımız var.” Buradan samimiyetle söyleyelim, UYGULANAMAZ! Şöyle düşünün: Benim nereye gideceğim belli değil ve size diyorum ki bana bir yol haritası hazırlayın, güzergâh belirleyin. Hemen dersiniz ki “nereye gideceksin?” Kültür Şurası’na iştirak eden katılımcıların bir tanesi bile; “iyi de, hangi hedefe varacak bir yol haritası istiyorsunuz?” diye sormadı. İşte memleketimizin kültür manzarasını en net şekilde resmeden manzara. Başka bir şey demeye gerek var mı? Farkındaysanız yine birinci suâlin hakkıyla cevablanmamış olmasından kaynaklanan sıkıntı burada da karşımızı çıkıyor. Kimliksizlik ve hedefsizlik...

Dördüncüsü ekonomi. Kaynaklar Tüsiad’ın cebine akacak şekilde kurgulanmış ekonomi, yolsuzluk, arsızlık, gelir dağılımındaki eşitsizlik dün de vardı, bugün de var. (Geçtiğimiz sayılarda köklü bir iktisadî yeniliğin şart olduğundan bahsederken uzun uzadıya anlatmıştık.) Peki aynı ekonomi, aynı oyuncularla dün işlerken bugün ne oldu da tıkandı? İbda Mimarı Kumandan Salih Mirzabeyoğlu İktisat ve Ahlâk isimli eserinde, ekonomi üzerinde etkili faktörler arasında temel unsurlardan biri olarak psikolojiyi işaretler. Başta saydığımız temel ihtiyaçların karşılanması için yatırımlar gerçekleşirken piyasada meydana gelen para deveranı, 2001 gibi büyük bir ekonomik krizden sonra Ak Parti iktidarının ekonomideki inisiyatifi de ele almasıyla neticelendi. Buna mukabil aradan geçen zaman zarfında Ak Parti kendisini yenileyemediği ve yeni bir vizyon ortaya koyamadığı için vasıta olan muşamba dekor kabartması gayeleşirken, ekonomideki inisiyatif ile beraber psikolojik üstünlüğü de kaybetti. Geçtiğimiz hafta hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan dedi ya; “ne ekonomik krizi, Çanakkale Köprüsü’nün ihâlesini daha yeni yaptık.” diye. Katiyetle doğru söylüyor. Para yok değil ki, devlet her hafta yeni bir paketle piyasaya para pompalıyor; fakat bugün içinde bulunduğumuz şey ekonomik kriz değil, ekonomik buhrandır. Ekonomik kriz bizim iktidarların alışık olduğu üzere palyatif çözümlerle giderilebilirken, ekonomik buhranın giderilmesi yine döner dolaşır saydığımız birinci maddenin hâl ve fasl edilmesi neticesinde kamuoyunda meydana gelecek güvene bağlanır.

Dil, tarih şuuru, ahlâk, ferd ve cemiyet misyonu, eğitim-sağlık ve hukukun ruhu gibi birinci sıradaki “ben kimim” suâline verilecek cevaba matuf diğer öz meseleleri de bu sıraya ilâve edecek olursak liste uzar gider...
***
İdeolocya, dar manasıyla, bir insanın inandığıyla, iş ve eseri arasındaki uyumdur. Bu uyum, ahenk sağlanamadığı müddetçe, verilen iş ve eserler eşyadan üstün bir gayeye hizmet etmekten çıkar ve insanı kendisine-eşyaya-dekora hizmetkâr eyler. İdeolocyaya geniş manasıyla bakacak olursak da, bir zümrenin inandığıyla, iş ve eseri arasındaki uyum anlamına gelir ki, bu senfoninin en geniş şekliyle kurulması ancak devlet eliyle mümkündür ve devletin aslî vazifesidir.

İbda Hikemiyâtından öğrendiğimiz üzere ideolocya; insanın insanla, insanın tabiatla olan ilişkilerini, insanın âlemdeki rolü ve gayesini, tek kelimeyle kendisini insana empoze eden, mukavemet eden varlığı, bütün yönleriyle kavrayıcı, ideal değerlerle pratik değerler çerçevesindeki meseleleri irfan kıvamı hâlinde ortaya koymaktır. Evet, son beş asırlık tarih dilimimizde başımıza ne geldiyse bu ideolocya örgüleştirilemediği için geldi. Bugün başımıza gelenler de, ortaya konmuş bulunan Büyük Doğu-İbda ideolocyası bir türlü lâyıkıyla benimsenemediği için geliyor.

1923’ten beri Kemalistler, akabinde 15 Temmuz’a kadar Fetö eliyle kurgulanan operasyonlar ve 15 Temmuz’dan sonra da kuklacıların direkt olarak piyasaya çıkarak sürdürdüğü pres bugün bizi o raddeye getirdi ki, artık bir varlık-yokluk noktasında bulunmaktayız.

İktidarın, devletin ve cemiyetin kimliğini yenilemesi, hedefi açık bir şekilde tayin etmesi ve bununla beraber senelerdir bir muammaya dönüşmüş olan neyin ne sebeple ve niçin yapıldığının izah edilmesi şart. Bu da ancak ve ancak “Mutlak” bir  “Fikir”e bağlı anlayışla temin edilebilir bir hassadır. Bunun vesilesi de senelerdir görmezden gelinmesi alışkanlık hâline getirilmiş olan fert ve toplum meselesine çözüm getirecek İslâmî ve millî bir ideolocyanın benimsenmesi elbet.

Hakiki ve açık bir hedef olmadığı için her gün yeni bir şeyin “ulvî gaye” haline getirildiği ülkemizde, bugün nasıl ki referandum “ulvî gaye”yse, yarın da 2019 senesindeki seçimler “ulvi gaye” hâline gelir ki, bu tarz bir başıboşluk ikliminde Türkiye’nin 2019 senesine çıkacağı bile meçhul olur. Bu meseledeki asıl düğüm her idealin bir gaye olması fakat her gayenin bir ideal olmadığıdır; ideali olmayan fert, cemiyet ve devletin dağılması mukadderdir, bizden söylemesi. 

Baran Dergisi 530. Sayı