Bugün itibariyle 28 Şubat darbesi 21 yılı devirmiş oluyor. Bu 21 yıl zarfında şartlar elbette çok değişti, en azından artık namaz kılmak, cumaya gitmek suç değil. Gümüş yüzük takmak işten atılma sebebi olmuyor. İmam Hatipli olmak da sürek avına gerekçe kılınmıyor. Aczmendi denilen ve kim olduklarını bilmediğimiz insanların şeriat istemesinden biz sorumlu tutulmuyoruz. Şartlar sahiden de büyük ölçüde değişti yani, ama şartların değişmiş olması 28 Şubat’ın bittiği anlamına gelmiyor.

Neden mi? 28 Şubat’ın karanlık günlerinde İslami kimlikleri nedeniyle “terörist” ilan edilen ve sudan sebeplerle, gözünün üstünde kaşın var gerekçeleriyle tutuklanan, mahkum edilen 367 kişi hala hapiste yatıyor. Üstelik o dönem davalara bakan pek çok hakim ve savcının, bugün FETÖ bağlantısı ortaya çıkmış ve bu sebeple meslekten ihraç edilmiş olmalarına rağmen, 28 Şubat tutukluları çile doldurmaya devam ediyor.

Bu yazıyı okuyanlar arasında “Bu nasıl oluyor” diye soranlar olabilir, doğrusunu söylemek gerekirse bunun nasıl mümkün olduğunu bendeniz de anlamakta güçlük çekiyorum. Ergenekon davalarıyla FETÖ’nün kumpasına maruz kalan onlarca asker ve sivil –haklı olarak- serbest bırakılmışken, Gezi döneminde ülkeye 157 milyar dolara malolan kalkışmanın başını çekerek devlet malına zarar vermek, polis yaralamak gibi kanunda suç sayılan eylemleri işleyen vandallar arasında tutuklu olan kalmamışken, hatta hatta gazetecilik kisvesi altında NATO’yu Türkiye’yi işgal etmeye davet edecek kadar kendinden geçebilen FETÖ’cülere verilen cezalar bile tartışmaya açılabilirken; apaçık bir haksızlıkla, gün gibi bir hukuksuzlukla, düpedüz uyduruk delillerle hapishanelere tıkılmış yüzlerce 28 Şubat mağduru hala nasıl cezaevinde yatıyor, sorusunun bir cevabı yok. “Şakaysa komik değil, ciddiyse korkunç” denebilecek denli vahim böyle bir durum, nasıl olup da sözkonusu oluyor, açıklamak mümkün değil.

Önceki gün, 28 Şubat’ta 10 yıl hapis yatmış Yakup Köse’nin Farklı Görüş programında söylediklerine bakılırsa, buz gibi gerçek olan ve dikkat kesilmemiz gereken tek şey şu: sözünü ettiğim 367 mağdur hala hapishanelerde çile doldurmaya devam ediyor ve kamuoyu baskısı oluşmazsa oradan kolayca çıkacağa da benzemiyor. Yeni Şafak’ta yeralan habere göre, yeniden yargılama süreciyle tahliye edilen kişi sayısı sadece 17.

28 Şubat’ın üzerinden 21 yıl geçti. Bu 21 yılda, başörtülü kızların saçlarından tutulup sürüklendiği; erkeklerin sudan sebeplerle okullardan atıldığı; dindarların tamamına ya gözü dönmüş birer kriminal ya da kamusal alandan sökülüp atılması gereken birer köylü muamelesinin çekildiği zamanları geride bırakabildik. Artık dindarları, pantolonunun dizlerinde namaz izi olanından, başını örtenine; Kur’an okumayı bileninden, inancı nedeniyle içki içmeyi reddedenine dek tırpanlanması, kökünün kurutulması gereken zararlı ot gibi gören kimse yok, varsa bile fikrini kendine saklamak zorunda.

21 yılın ardından dindarların sınıfsal olarak talep ettiği sosyal saygınlık elde edildi, ediliyor. Aynı kitlelerin siyasi olarak varlık talebi yıllardır karşılanıyor. Milyonlarca insanın mensubu olduğu bir sınıfın vesayet düzeni tarafından değil kendi seçtiği tarafından yönetilme isteği de yerine geldi. Bu ülkeyi yaklaşık 15 yıldır, dindar kitlelerin hassasiyetlerini taşıyan, en azından bu hassasiyetlere yabancı olmayan, İslam’ı kurtulunması gereken bir ur gibi görmeyen kadrolar yönetiyor. Dindar kadınlar yer almaları yasaklanan her platform ve alanda yer almayı başardılar; o eski sınıfsal aşağılamalarla, ya muhatap olmuyor ya da daha az muhatap oluyorlar.

28 Şubat’ın sacayaklarına; medyaya, askere, sivil toplum kuruluşu görünümlü vesayet yapılarına –gerçek bir özeleştiri hiçbir zaman yapılmamış olsa bile - darbeleri açıktan desteklemenin en azından ayıp olduğu belletildi. Can çıkar huy çıkmaz, 28 Şubat’tan sonra da darbeye zemin hazırlama çalışmaları oldu elbette, ama göstere göstere darbe şakşakçılığı yapmaya da kimse cesaret edemedi. Ve bu medyamız adına mühim bir gelişmeydi. Az değil, vesayetçiler, bu toplumun kahir ekseriyetini oluşturan dindar kesimlerle göz hizasında iletişim kurmaları gerektiğini bile öğrenmeye başladılar.

Ama, darbeye karşı ne büyük başarılar kazanmış olursak olalım, o günleri geride bıraktığımıza ne kadar inanırsak inanalım, o 367 mağdurun 21 yıl boyunca hapis yatmasının önüne geçemedik. 28 Şubat’ın tamamen ortak bir akıl kaçması, toplu biçimde bir delilik nöbeti olduğu anlaşıldıktan sonra bile bu insanların, haksız yere, sudan sebeplerle, sonradan FETÖcü oldukları anlaşılan sözümona hakimlerin kararıyla hapis yatıyor olmaları, hala çile dolduruyor olmaları hepimizin utancıdır. Bu durum hakkında konuşabilen konuşmalı, yazabilen yazmalı, kalbi olan da buğzetmelidir. Nokta.

Özlem Albayrak - Yeni Şafak