1997'deki 28 Şubat Postmodern Darbe sürecini başlatanlar, 'Topyekun Savaş' diyorlardı manşetlerinden. Millet, '1. Tehlike'ydi onların nazarında. "Bin yıl sürecek"ti 28 Şubat. 

Bugünden bakınca, o zorlu günleri sadece başörtülü öğrencilerin, imam hatiplilerin, kadınlarla tokalaşmaktan kaçınan erkeklerin, dansa gitmeyen askerlerin, oruç tutan memurların yaşamadığını... Aslında tüm cemiyetin hedef alındığını yeni anlıyorum. İnsan acıyı kendi bedeninde, ruhunda hissedince, etrafına dikkatle bakamıyor. Sadece biz yaralanmamışız, sadece bizler itilip kakılmamışız. Aslında tüm toplum imiş ateş çemberinden geçirilen... 'Topyekun' maruz kalmıştık bu darbeci deliliğe... Halktan büyük düşmanları yoktu. Bunu 1980'de de yapmışlardı, 1960'ta da, hatta tek parti döneminin uzun istibdat yılları da, halka açılmış topyekun 'balans' harekatıydı... 

Bin yıl sürmedi belki ama toplumsal bellekten asla silinmeyecek acı ve ibretli bir derin iz bıraktı 28 Şubat...

Yargıç ve Savcıların ayakta, hazır'ol vaziyette saatlerce brifing dinlediği bir Yargı, ne kadar adil olabilirdi ki... Yargı, 28 Şubat Darbesinin araçsallaştırdığı bir unsur haline gelmişti. Yasama veya Yürütmenin erk manasında, yozlaşması, güvensizlik arz etmesi ya da desteğini yitirmesi gibi hallerde, bu erklerin düzeltilmesi anlamında siyasi/yargısal imkanlar vardır toplumun elinde... Ama Yargının yozlaşması veya adalete güvensizliğin oluştuğu ortamlarda kişinin güveneceği bütün dağlar erimiştir. Bu yüzden adalet mülkün yani devletin temelidir. O bozuldu mu, her şey çöker. Hukuk Fakültesindeki hocalarımız "Hakimi ile hekimi bozulan toplumlar, tefessüh eder" derlerdi... 

28 Şubat, Yargının çökertildiği bir süreçtir. Nitekim bu karartma döneminden yararlanan FETÖ unsurlarının da 28 Şubat Darbesinde aktif vazife almış olduklarını artık net bir şekilde görebiliyoruz. Gazetemiz yazarlarından Yakup Köse, 15 Temmuz şehitlerinden Halil Kantarcı böyleydi... Bugün aleyhlerinde tek bir delil bulunmamasına rağmen hala mahpushanelerde ömür tüketen, 'hapishanelerde unutulmuş' 28 Şubat mağdurları var. 'Yargılamanın Yenilenmesi'ni talep ediyorlar... Adalet bu seslere kulak tıkamamalıdır...  

***   

28 Şubat günlerinin en ağır bedelini ödeyenlerden İmam Hatipli erkek öğrencileri hep es geçtik. Hep başörtülü kızlar veya memuriyetten atılan yetişkinler üzerinden gitti hak arama söylemimiz. Ama sessiz ve derinden yaşanan, dile getirilmemiş ağır kayıplarımız var. 1997/2009 yılları arasında İmam Hatip mezunu olanlar katsayı ve alan sınırlamasına maruz kaldılar. Türkiye derecesi yaptıkları halde üniversitelere yerleşemediler. İmkanı olanlar veya sponsor bulanlar, eğitim için yurt dışına gittiler. Sponsor imkanı çoğu kez kız öğrenciler lehine kullanıldı. Erkek öğrencilerse sessizce yüklendiler bu ağır yükü. Zaten erkekler ağlamazdı, ağlamadılar onlar da. Aralarından inşaat bekçiliği yapanlar, tezgahtarlık, işportacılık, taksicilik, halı yıkama, garsonluk, boya-badana işleriyle uğraşanlar oldu. Bunların hepsi helal kazanç getiren onurlu işlerdir, adam dediğin ekmeğini taştan çıkartır. Lakin ülkenin de kaybıydı bu savurganlık, bu hoyratlık... Gidenler oldu. Bir daha geri dönmeyenler. Kahrından güz yaprağı gibi toprağa düşenler... 

Herkes korkar, korkmak insanidir. Korktuğu halde sabırla durmaya devam edene cesur diyoruz zaten... Bu çocuklarımız durdular. Sağlamca durdular... 17 yaşlarında, 18'lerinde çok ağır bir yükü omuzladılar.        

*** 

28 Şubat mücadelesinin, 20 yılın ardından sadece mağduriyet söylemi üzerinden gitmesine gönlüm razı gelmiyor. Bu onurlu duruşun gerçek karşılığını verecek olan Allah'tır... Bir büyük teşekkürü de davanın avukatlarına söylememiz gerekiyor. Geçen duruşmaya girdiğimde gördüm ki hepsinin saçlarına aklar düşmüş. Bir deniz geçmiş üzerimizden. Onları iftiharla seyrettim. Ahirete sakladığım teşekkürümü ve tanıklığımı şimdiden söyleyeyim dedim onlara. Canım arkadaşlarıma, yoldaşlarıma, üstadlarıma! 

Sibel Eraslan - Star Gazetesi