Tam 68 yıl evvel yine bir mayıs ayı idi.. 9 Mayıs’ın 10 Mayıs’a bağlandığı saatler... Salı-Çarşamba gecesi... Erzincan’da dünyaya gelmişti Salih Mirzabeyoğlu...  24 Mayıs 1950’de de ismi konulmuştu; Salih İzzet... Mirzabeyoğlu’nun kendi ifadesine göre, ‘Erdiş’ soyadı eğreti idi... Öyle diyordu zaten; “İsmim bir yana, Cumhuriyet zorlaması Erdiş, bana çocukluğumdan beri hep yabancı geldi, benimseyemedim..” Bundan dolayı olsa gerek, 1975’ten itibaren büyük dedesine istinaden tercih ettiği ‘Mirzabeyoğlu’ soyadıyla şöhret bulacaktı.. Takdir-i İlahi’ye bakın ki vefatı da doğum tarihinin yıldönümü günlerine denk gelmişti.. 7 Mayıs 2018’de beyin kanaması geçirmiş, 16 Mayıs’ta da ebedi yolculuğuna çıkmıştı.. 

BEN KİMİM, ÖLÜM NEDİR

Kendisini anlatırken, ‘ben kimim?’ diye sormak, ‘ölüm nedir?’diye sormakla birdir...’ diyordu. Ve ekliyordu: ‘Ben’... Bütün hayat, bu soruya cevap vermek üzere yaşadığımız hadiseler dizisinden ibaret!.. Hayat ve ölüm... Alındığı yere nisbetle, meçhul bir malûm veya malûm bir meçhul... Bütün dava, hayatın gayesi, malûmu meçhullükten kurtarmak ve meçhulü malûm kılmak!”

Aslında ölüm O’na hiç uzak olmamıştı, dahası ölümü yani ölümsüzlüğü küçükken kanıksayanlardandı:

“Doğum yerim Erzincan... Öldüm diye bana ilk açılan mezar yeri de orada... Ben, son ânda mezardan dönen insanım!”

DOĞUM GÜNÜ KİTABI

Baba soyunun, “Allah’ın çekilmiş kılıcı” diye anılan, büyük sahabe Halid bin Velid Hazretlerine dayandığını, babası Şerif Muammer (Kumandan) Bey’in evinde her zaman, kitapların mühim bir unsur olduğunu belirtiyordu.. Anne ve babasının kendisine doğum günü hediyeleri kitap olmuştu çoğu kez.. Örneğin 1964’de annesi, Eflâtun’un ‘Devlet’ isimli eserini hediye etmiş ve şöyle yazmıştı: 

- ‘Oğlum!.. Doğru ve akıllı adam, muvaffak olacak adamdır. İyi seneler.’

15 yaşında, Eskişehir’de lise öğrencisi iken Üstad Necip Fazıl’la tanıştı. Bu yaşlarda davasına gönül verdi ve eserleri (Yazı ve şiirleri ) yayınlanmaya başladı. İlk şiiri de Babıali’de Sabah’ta (1965) yayımlandı... Liseyi 1968’de bitirdi.  

1970’lerin başında da Milli Görüş lideri Prof. Necmettin Erbakan’la tanıştı. 

“Ben Erbakan’ı Eskişehir’de, Milli Nizam Partisi vesilesiyle tanıdım... Ve çevre vilâyetlere nâm salan Eskişehir Gençlik kolunun başında... Öyle ki, Hoca, diğer vilâyetlerdeki açılış ve toplantılar için, benim ve arkadaşlarımın mutlaka gelmesini isterdi...”

KAVGAMI YAPACAK DOST

1970’lerin ortasından itibaren Üstad Necip Fazıl’la daha yakın irtibat dönemi.. Necip Fazıl O’ndan ‘Aradığım ses’ diye bahseder: 

“Benim yanıma bugüne kadar hep budala hayranlık tavrı gösterenlerden başka kimse gelmedi... İş yok!.. Benim için bana karşı gelecek, arkamdan kavgamı yapacak, fikrini ileriye sürecek... Başımı dizlerine koyup yatarken, sırtımdan emin olabileceğim bir dost... Çok şükür buldum!”

Ve mücadele yılları.. Daha sonra yayıncılık ve yazarlık.... Gölge (1975-78), Akıncı Güç (1979), Büyük Doğu-Rapor ( 1979-80), geniş gençlik kitlelerinin onu tanımaya başladığı yayınlar. Siyasetle tanışması ve yazdıkları O’na baskı ve gözaltılar olarak döner... Düşünce ve ifadenin suç sayıldığı 163 kılıcının dindarların tepesinde sallandığı yıllar.. Türkiye yeni bir darbeye koşar adım ilerlerken, 1979’da İslami gençlik hareketi Akıncıların kurulmasına ön ayak olan isimlerden biridir O. Necip Fazıl ‘Üstad’, Erbakan ise ‘Hoca’dır O’nun için.. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinde gözaltına alınma sebeplerinden biri de bu faaliyetleri olur.  1970’lerde Milli Görüş geleneği içinde şekillenen fikirleri, 1980 sonrasında bir devlet teorisine kadar uzanacaktır. “Silahlı mücadele ne reddedilebilir ne de kabul edilebilir bir şeydir” demişti. En önemli eserlerinden ‘Başyücelik Devleti’nde hayalindeki devleti anlatmış, Necip Fazıl’ın eserlerini bu anlamda yeniden yoğurmuştu. 

28 ŞUBAT’TA İDAM VERDİLER

Yaklaşık 17 yıl cezaevinde kalacağı süreci başlatan 28 Şubat darbesi...

Dindarların en büyük tehdit olarak görüldüğü bu dönemde, Mirzabeyoğlu gibi bir iman ve aksiyon adamının rahat bırakılması düşünülebilir miydi? Olmadı da zaten... Bir sabah çocuğunu götürdüğü okul kapısından alındıktan sonra işkence dolu günler de başladı. Dönemin İstiklal Mahkemeleri gibi çalışan Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne götürülürken, çok ağır bir işkenceden geçtiği görülüyordu, üstelik mahkemede bile bu gizlenmemiş, özellikle göz önüne çıkarılmıştı. Ramazan ayıydı, Mirzabeyoğlu, gözaltında da oruç tutmaya devam etti. Örgüt evinde yakalandığı iddia ediliyordu, oysa çocuğunun okulu önünden gözaltına alınmıştı. Mirzabeyoğlu Akit Gazetesi’ne verdiği röportajda, “İBDA’nın ne olduğunu bile bilmiyorlardı. Korkunç bir baskı altında devam etti sorgu. Tabii adı sorgu. Aslında niyet belli: İşkenceyle istenilen sonucun alınması. Kimi zaman 14 saat aralıksız sorguda kalıyordum. İrademi kırmaya çalışıp, tüm suçları kabullenmem isteniyordu” diye anlatmıştı. Şimdilerde erken saatlerde gözaltına alınmayı dahi ‘işkence’ gören basınımız, Mirzabeyoğlu’nun darp yaraları ile dalga geçmiş, devletin bu ‘asi’ye hadddini bildirdiğini gururla yazmıştı. 

BAŞIMA NE GELDİYSE BU YÜZDEN

5 Aralık 1999’da, 3 bin 500 civarında jandarma ile yapılan müdahalede alenen işkence gördü.. Darp izleriyle gazetecilerin önüne çıkarıldı.. Akıllarınca dalga geçtiler.. Ancak o hiç bir zaman pes etmedi, ümitsizliğe asla yer vermedi..  “Bekliyorum, hiç kimsenin benim kadar beklemediği bir şafak vaktini!..  Ve yalnız ben... Gözlerim, sökmeye yakın şafak aydınlığını seyre hazır, o olağanüstülüğü bekliyorum... Olağanüstülük?... Ömrümün bütün girinti ve çıkıntılarını kendisine mahsus bildiğim büyük zuhur... Muazzam bir İslami zuhur.. Başıma ne geldiyse bu yüzden.. “

TELEGRAM İLE İŞKENCE

2001’de idamla yargılanırken, idam cezasının kalkmasının ardından cezası ömür boyu ağırlaştırılmış müebbet hapse çevrildi. Bu dönemde sözümona pek çok muhafazakar bile O’ndan bahsetmekten korkuyordu.. Böylece 17 yıl süren cezaevi günleri de başlamış oldu. Tek başına bir hücrede kalıyor, beyin fonksiyonlarının Telegram kullanılarak yönlendirildiğini söylüyordu: “Uzunca bir süredir Telegram yöntemiyle, çeşitli görüntü ve seslerle işkenceye maruz kalmaktayım. Günlük yaşantım Telegram’ın bendeki etkisine göre değişip şekilleniyor.” Lakin O vakurdu, yaşadıklarına rağmen, af istemedi. Cezaevinde de üretmeye, yazmaya devam etti. 2014 yılında tahliye edildiğinde, yine de yaşadığı yıllara bakarak şikayet etmiyor, başına gelenleri İslam davası adına ödenmiş bir bedel olarak niteliyordu. 68 yıllık zindan ve çile dolu hayatına 60 kitap sığdırmıştı. Mirzabeyoğlu cezaevinde geçirdiği 16 yıl için “Hayatımı heba olmuş veya boşa geçmiş görmüyorum” demiş, “Bana zehir yedirdiler, ben onu bala çevirdim. Bundan dolayı yaşamayı fikir, fikri yaşamak diye bilen bir insan olarak bu devreyi de bu şekilde verimli geçirdim. Bu yönden kayıp olarak görmüyorum. Bizi uçurumdan attılar biz yere sağlam indik. Paraşütü icat etmiş olarak indik” diye devam etmişti.  

DEDESİ SİVAS DELEGESİ

Mirzabeyzade Hacı Musa ya da Mutki Aşireti Reisi Hacı Musa Bey. 1915’te Muş ve Bitlis’in Rus ve Ermeni işgalinden kurtarılmasında önemli rol oynar. 24 Ağustos 1919 Erzurum’da Heyet-i Temsiliye toplantısı 4 ve 11 Eylül 1919’daki Sivas Kongresi’nde aktif görevler alır. M. Kemal’in hemen solunda oturan siyah sarıklı şahıs Musa Bey, Salih Mirzabeyoğlu’nun dedesi. Cumhuriyet sonrası yollar ayrılır, 1925 sonrası 15 yıl hapis edilir. Oğullarından İzzet bey hunharca öldürülür. Mutki aşireti üyeleri de sürgün edilir. Hacı Musa Bey, Suriye’de hastalanıp ölür. Ailenin bir çok ferdi yok edilir. Mirzabeyoğlu’na yapılan Telegram dahil işkencelerde de 100 yıllık ‘sakıncalı aile’ fişlemesinin rolü nedir bilemeyiz. 


Muharrem Coşkun - Star Gazetesi