İleride kullanacağımız ve her birinin kendine has tarihî geçmişi olan tabir ve deyimlerin anlaşılması için tertib ettiğimiz vakıf lügatçesine devam ediyoruz. Hayatın tarifler üzerinden yürümesi sebebiyle bir miktar geniş tuttuğumuz ve gelecek sayı bitireceğimiz bu lügatçenin bizatihi kendisinin İslâm ve Osmanlı vakıf anlayışının ne kadar derin olduğunun ipuçlarını verdiği kanaatindeyiz.
(...)
Karz-ı hasen: Faizsiz ve borçluya rahat ödeyebilmesi için süre tanıyarak borç vermek demektir. Bazı vakfiyelerde sağlam kefil ve kuvvetli rehin ile ihtiyacı olanlara faizsiz ödünç verilmek üzere paralar vakf edilmiştir
Li-eb: Baba bir demektir. Li-eb kardeş, baba bir kardeş ve li-eb amca ve hala, babanın baba bir erkek ve kız kardeşi ve li-eb dayı ve teyze, ananın baba bir oğlan ve kız kardeşidir.
Li-ebeveyn: Ana-baba bir demektir. Li-ebeveyn-kardeş, ana-baba bir kardeş, li-ebeveyn amca ve hala, ana-baba bir kişinin babasının kardeş ve kız kardeşidir, vs.
Li-üm: Ana bir demektir. Li-üm kardeş, ana bir kardeş, li’üm amca ve hala, babanın ana bir erkek ve kız kardeşidir.
Lüzûm-u vakıf: Vakfın feshi kabil olmayacak bir halde bulunmasıdır. Vakfın dinen caiz olduğunda âlimler ve mezhebler arasında ittifak bulunsa da, bir kere kurulduktan sonra asla bozulamayacağı hususunda ittifak bulunmamaktadır.
Mahall-i sadaka: Sadakayı kabule hakkı olan kimselerdir; fakirler, miskinler gibi.
Mahall-i vakf: Mevkûf kelimesinin eş anlamlısıdır. Vakıf tasarrufu kendi üzerine vârid olan mal demektir.
Mâhi-i nukûş: Yazı ve resimleri silen kişi. Bir vakıfta bu hizmete tâyin olunan kimse, câmi, şadırvan vs. vakıf binaların duvarlarına yazılmış veya hakkedilmiş yazı ve resimleri silip düzeltmekle mükellefti.
Mahkeme-i evkâf: Vakfiyyet, tevliyet, icâreteynle tasarruf gibi dâvalarla gayr-i menkulü kiralayan kişilerin kiralarını ödememeleri halinde icâre-i müeccelenin feshi, mütevelli muhasebeleri, vakfiye tanzimi vs. belli bazı hususları görmek üzere eski Evkaf Nezareti nezdinde teşkil olunan mahkeme... Bu mahkemeye Meşrutiyet döneminde “Mahkeme-i Teftiş-i Evkaf” denmekte idi. 1839 tarihine kadar Evkaf-ı Hümâyûn ve Haremeyn Evkafı Müfettişlikleri ayrı olduğu halde o tarihte birleştirilerek Evkaf-ı Hümâyûn Müfettişliği unvanıyla Mahkeme-i Teftiş oluşturulmuştur. Cumhuriyet’ten sonra şer’î mahkemelerin ilgası ile bu vakıfların evrakı İstanbul 6. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne devredilmiştir.
Mahlûl: Sürekli kiralama hakkını elinde bulunduran kişinin hakkını bir kişiye bırakmaksızın vefatı gibi bir sebeple vakfına rücu eden müstegâl, yani gelir getirici mevkûf mülk.
Mahlûl muaccelesi: İcâreteynli vakıf mutasarrıflarının haklarını başka birine bırakmaksızın vefatları ile vakıflarına dönen akarların tekrar mukataa ve icâreteynle taliblerine kiralanmasında peşin alınan paradır.
Maklûan kıymet: Yıkıldıktan sonra kalan bina enkazının ve sökülen ağacın kıymeti...
Mal: İnsanların meylettiği ve ihtiyaç zamanı için biriktirilen şeydir. Rahatlıkla harcanabilen ve elde etme için çekişmeye konu olan şeydir diye de tarif olunmuştur.
Mâl-i vakf: Vakfa ait mal demektir.
Ma’lûm: Vazife demektir. Çoğulu meâlîmdir. Mütevellinin ma’lûmu denince mütevellinin vazife ve ücreti anlaşılır.
Mâniün-nukûş: Câmi, medrese gibi vakıf binaları dolaşarak bunların duvarlarına yazı yazılmasını ve resim yapılmasını engellemekle görevli kimse…
Mansub mütevelli: Vâkıf tarafından kendisinden sonra belli kişilerin idaresinde bulunması için vakfiyesine şart konmamış ve bu yüzden mütevellisiz kalmış vakıf idarelerine kadı tarafından atanan kişi. Vâkıfın şartı mucibince belirlenen mütevelliye ise “meşrut mütevelli” denir.
Meberrât: iyilik ve ihsanlar demektir. İyilik ve ihsan anlamındaki Arabça “birr” kelimesinden gelir.
Mebniyyet kıymeti: Bina edilmiş şeyin yerinde bulunduğu halde kıymeti demektir. Bunu anlamak için arsanın bir kere bina edilmiş bir kere de bina edilmemiş halde kıymeti çevredekilere bakılarak bulunur. Akabinde aradaki fark çıkarılarak binanın ve arsanın teker teker kıymeti tayin olunur.
Meclis-i şer’: Hâkimin muhakeme veya bir takrir dinleme için belirlediği celse demektir. O celsenin şeriate izafesi şer’i hükümler tatbik olunması itibariyledir.
Mefhum-ı muhalif: Kendisinden bahsedilmeyen şeye dair hükmün, belirlenen hükme muhalif olması halidir. Buna delil-i hitâb da denir. Meselâ, vâkıf vakfiyesinde “vakfımın gelirleri erkek evlatlarıma verilsin” dese bunun mefhum-ı muhalifi “kız evlatlarıma verilmesin”dir.
Menafi-i Vakıf: Vakıf malların sağladığı yararlanma ve menfaattir. Kira, kazanç, meyve ve diğer gelirler.
Menkul: Bir mahalden başka mahalle nakli mümkün olan şeydir. Madeni veya kâğıt para, sözleşmeler, senedler, hayvanat, yiyecek, vs.
Men lehü’l-istiğlâl: Vakfın gelirleri kendisine tevcih edilmiş kişi veya kişilerdir. Eğer bir aileye tahsis olunmuşsa, o ailenin nesebinin kesilmesi halinde, yine hayır gayesi güden bir sahaya tevcihine kadı tarafından karar verilebilir.
Men lehü’s-süknâ: Bir vakıf binada oturup ikamet etmesi kendisine vâkıf tarafından vakfiye şartı olarak konulmuş kimsedir. Mesela, bir kişi bir daire ya da ev vakfedip orada oturmasını herhangi bir kimseye şart etse, o kişiye “men lehü’s-süknâ” denir.
Merâfık: Bir işe yumuşaklık ve nezaketle başlayıp öyle devam ettirmek mânâsına da gelen mirfakın çoğulu. Bu münasebetle bir mahallin ve bir evin ortak bir şekilde faydalandığı şeylerdir. İrtifak kelimesi de bu anlama istinaden kullanılmaktadır.
Meremmet: Islah ve tamir etmek demektir. İki türlüdür. Meremmet-i gayri müstehleke, yok edilmeden binadan ayrılması mümkün meremmettir. Merdiven, dolap, pervaz gibi… Meremmet-i müstehleke ise yok edilmeden binadan ayrılması mümkün olmayan meremettir. Boya, sıva gibi.
Mesâlih-i vakf: Vakıf ile hedeflenen gayenin tahakkukunun varlıklarına bağlı olduğu hususlardır. Muallim, Tabib, Müderris, vs. tayini ve vakıf akarların tamir ve termimi ile icar ve ücretlerinin tahsili gibi…
Mesârif-i vakf: Vakfın gelirleri kendilerine şart kılınmış vazife veya cihetlerdir. Buna meşrûtun-leh veya mevkufun-aleyh de denir.
Mezbur: Okuması ve yazması olmayan ve ismi geçen şahıs beyanında kullanılırdı.
Mevkûf (Vakfedilen şey): Vâkıfın kendisini ya da gelirlerini halkın veya belli kişilerin kullanımına tahsis ettiği her tür mülk... Elbette bunda da temel kıstas şeriata uygunluk ve kamunun umumî istifadesine açıklık… Mesela bir meyhane vakıf olamaz; şer’en ve sıhhen vakıf mahiyeti taşımamaktadır.
Mevkufun aleyh (Meşrutun leh): Vâkıf tarafından, vakıf mülkün doğrudan kendisinin ya da gelir ve menfaatinin tahsis olunduğu kişi veya kurum. Bu kesimin kapsamı bir kişiden başlar, hiçbir ayırım yapmaksızın tüm insanlığa kadar uzanır. Mevkûfun aleyhin kim olacağının vakfiyede sarahatle belirtilmesi gerekir.
Mil: Önceleri Osmanlı devletinde 2500 ve Avrupa’da 1000 mt uzunluğunda mesafeye denirdi. Sonra, coğrafyacılar yerkürenin bölündüğü üç yüz altmış dereceden her birinin yirmi parçasından bir parçasına fersah, her fersahın üçte birine de mil dediler. Bu da takriben 1850 mt’ye denk gelir.
Miskin: Hiç bir şeye mâlik bulunmayan kimse…
Muamele-i şer’iyye: Rıbhın (yani, kârın) hukuken borçlunun geri ödemesi gereken meblağ içinde olmasını temin maksadıyla yapılan işlem. Meselâ vakıf bir para, muayyen bir müddetle bir kimseye ödünç verilir. O müddet zarfında ne kadar rıbh tutuyorsa bunu borç haline getirmek için vakfın malından ödünç para alan kimseye o kadar para mukabilinde bir mal satılır ve o kimse o malı vakfa hibe eder. Bu suretle rıbh hukukî bir borç halini alır. Bu muameleye muamele-i şer’iyye denir. Para vakıflarında umumiyetle kullanılan borç verme usûlü buydu. Bu mesele son derece ehemmiyeti haizdir. Para vakıfları konusuna geldiğimizde, etraflı bir şekilde inceleyeceğiz.
Mugârese: Bir toprak parçası üzerinde ağaç dikip yetiştirmek ve meydana gelecek semereden muayyen bir hisse dikip yetiştirene ait olmak üzere yapılan sözleşmedir.
Muîd: Lügatte iade eden mânâsına gelir. Örfte medreselerde talebenin derslerini müzâkere ve hocanın takrirlerini iâde ve izah eden kişidir. Müderris muavini de denir.
Mukataa: Arsası (mera veya ağaçlıksa arazisi) vakfa veya hazineye, ancak üzerindeki bina ve ağaçlar kiracıya ait olan akarda kiracı tarafından arsa vakfına veya hazineye verilmek üzere tayin olunan senelik ücrettir. Buna icâre-i zemin veya mukataa-ı zemin de denir. Osmanlı’da şehirlerdeki arsaların hemen hepsi bu vasıftaydı. Arsa kiralarını ya hazine ya da, vakfedilmişlerse, vakıflar alırlardı. Bu vergi, hazinenin öşür alamaması sebebiyle husule gelen zararı telâfi için çıkarılmıştı. Osmanlı gelir idaresi açısından son derece önemliydi. Yeri geldiğinde ayrıntılı bir şekilde ele alacağız.
Mukataa-ı kadimeli müstegallât-ı vakfiyye: Mukataa ile kiraya verilen ancak üzerine henüz kiralayan kişi (mutasarrıf) tarafından bir bina yapılıp ağaç dikilmemiş vakıf akarı.
Mumâ ileyh: Evraklarda ismi geçip de okuması yazması olan şahıslar için kullanılır.
Munzam mütevelli: İhtiyaç zamanında mütevelliye yardım etmek üzere kadı tarafından atanan kişidir.
Musalla: Namaz kılınacak yer demektir. Bazı şehirlerde ve yollarda su başlarında namaz kılmağa mahsus yerler vardır. Buralarda kıble tarafı mihrab veya bir taşla belirtilmiştir. Bunları yapmaya ve tamire matuf vakıflar vardı.
Muske: Bir arazide tarım yapmak hakkına mâlik olmak.
Mutasarrıf: İcâreteynli vakıflar gibi tedavül (dolaşım) kabiliyetini hâiz bir vakıf gayrimenkulü tedavül ettirmek salahiyetine mâlik olan kiracıdır.
Müctehedun-fih: Hakkında sarih ve kat’i nass olmadığından İslâm müctehidlerinin muhtelif görüşler beyan ettiği meselelerdir. Kur’an ve hadisi anlamaktaki anlayış farkından ileri gelir.
Müddet-i sefer: Orta yürüyüşle üç günlük yol… Bulunduğu yerden üç gün uzak bir yola giden kimse şeriata göre misafirdir.
Müessesât-ı hayriyye: İbadethane, mekteb, medrese, hastane vb. hayrî eserler.
Müftekir: Fakir ve muhtaç kişi... Çoğunun sandığı gibi, zengin iken sonradan fakir düşen kimse demek değildir.
Müftî veya müftü: Şer’i meseleler hakkında sorulan suallere cevap veren zattır. Osmanlı devletinde kaza, liva ve vilâyet merkezlerinde dinî ve dolayısıyla dünyevî meselelerin halli için müftüler tayin edilmişti. Müftülerin vazifesi yalnız anlatılan hâdisenin mâhiyetine göre şer’î hükmün neticesini beyandan ibaretti. Hüküm mâhiyeti yoktu. Alâkadarlar kabul etmezlerse mahkemeye müracaat ederlerdi.
Mülk: İnsanın mâlik olduğu şeydir. Ayn, alacak ve faydalanılan şeyleri kapsar.
Mülk gedik: Vakfedilmemiş gedik.
Münakale-i vakf: Vâkıfın bir maldan vakıf halini diğer malına nakletmesidir ki istibdâl mahiyetindedir. Ancak istibdal vakfiyede kabul edilmiş ise câiz olur; edilmemiş ise olmaz.
Münâkasa: Eksiltmek, noksanlaştırmak demektir. Hayrî müesseselerin satın alacakları malları ve yaptıracakları inşaat ve tamiratın ihalesi dolayısıyla tüccar ve müteahhitlerden en az bedel teklif edenin belirlenmesi için yapılan işleme denir. Zıddı “müzâyede”dir
Munkati’ul-evvel: Başlangıçta meşrutun-lehi olmayan vakıftır. Meselâ vâkıf, vakfının gelirini evlâdına şart etse ve evlâdı da olmasa buna munkati’ul-evvel vakıf denir.
Munkati’ül-evsât: Başlangıçta meşrutun lehi mevcutken bir aralık kesilen vakıflardır. Meselâ, vâkıf, vakfının varidatını zürriyetinin erkeklerine şart etse, oğlu da bir müddet vakfın gelirini aldıktan sonra yalnız kız evlat bırakarak ölse, bu kız evlat, erkek çocuğu olana kadar vakıf gelirlerinden faydalanamaz. Bu duruma, munkati’ül-evsât denir.
Munkati’ül-âhir: Başlangıçta meşrutun-lehi bulunduğu halde sonradan tamamen yok olan vakıf…
Murâbıt: Düşmanın tecavüzünden memleketi muhafaza için sınırlarda ikamet eden asker ve mücâhid.
Mürsad: Bir vakıf mülkü tamirden doğan borç... Şöyle ki, vakıf mülkü tamire muhtaç olup da vakfın tamire geliri müsait olmaz ve tamirata kâfi peşin ödemeli kiraya da talib çıkmazsa, bu mülk, tamir edip ileride vakfa geri vermek şartıyla başka birine kiraya verilebilir. Bu suretle kiracının tamir için malından harcadığı para mürsad olmuş olur ki, bunu kiracı kira bedelinden mahsub ederek öder.
Murtezika: Vakfın gelir ve menfaati, kendilerine şart kılınan kimseler için kullanılan tabirdir. Meşrutun leh ve mevkufun aleyh tabirleriyle aynı anlamı taşımaktadır. Bazı vakfiyelerde bu tabir kullanılmaktadır.
Musakât: Bir kimsenin hâsıl olacak ürünü taksim şartıyla ağaçlara bakması hususunda yapılan mukavele…
Musakkaf (Musakkafât): Tavanı bulunan ve gelir getiren vakıf binalar bu isimle anılırlar. Ev, daire, dükkân, mağaza ve benzeri her tür korunaklı yapı bu kapsam içindedir.
Muvakkithâne: Bazı cami avlularının bir köşesinde vakit tayini için yapılan binalardır. Bu binalarda vakit tayinine yarayan saat, rubu’ tahtası vs. aletler bulunurdu. Muvakkit atanan kişi, sabah ve akşam saatleri ayarlar ve tamire ihtiyacı olanları tamir ederdi. Vakfiyelerde, eğer bu vazife varsa, ne yapacakları ayrıntılı bir şekilde anlatılırdı.
Müsennât: Su bendi ve harkların kenarları.
Müstağnen anh vakf: Kendisine ihtiyaç kalmayan vakıf... Meselâ bir köy tamamen dağılıp orada cemaatle namaz kılacak kimse kalmasa, köyün camii mustağnen anh olur; yâni varlığına ihtiyaç kalmaz. Müessesat-ı hayriyeden bir vakıf böyle mustağnen anh hale gelirse, buna ait gelir yetkili makamın onayı ile geliri ihtiyacını karşılamayan aynı cinsten diğer bir hayrî müesseseye harcanır. Mustağnen anh kalan hayrî müessesenin kendisinin arsa ve enkazı, bir görüşe göre vâkıfa, vefat etmiş ise vârislerine rücû eder. Vârisleri yoksa veya bilinmiyorsa aynı cinsten başka bir hayır müessesesine harcanır. Diğer bir içtihada göre ise, vâkıf ve vârislerine rücû etmeyip aynı cinsten bir vakfa verilir.
Müstegâl: Hayır işlerinin sürekli görülebilmesi için gereken varidatı temin etmek üzere vakfedilmiş gelir getirici her tür mala denir. Bunlar çok farklı şekillerde olabilir, ancak esas olan ana sermayenin tükenmemesidir. O yüzden, geçici veya kısa bir zaman dilimi içinde tükenmesi mukadder malların (mesela, yiyecek, içecek, hızla bozulabilecek mallar) vakıf konusu olması mümkün değildir.
Müstahlâs gedik: Başka yere nakledilmek üzere eski yerinden çıkarılan, ancak yeni yerine de nakledilemeyen gediktir.
Müstehikkul-kal olarak kıymet: Yerinden sökülen (maklu’ edilen) bir şeyin söküm veya yıkım ücreti ödendikten sonra kalan değeri.
Müstekar gedik: Belli bir gayrimenkulde yerleşik bulunan gediktir.
Müstesna evkâf: Evkâf idaresinin murakabesi olmaksızın doğrudan doğruya mütevelliler tarafından idare olunan vakıflardır.
Müşârün ileyh: Vesikalarda ilmi veya resmî mevkii yüksek olan kişilere ithafen kullanılır.
Mütefevviz: Tedavül kabiliyetini hâiz müsakkaf yapılar ile gelir getirici mülklerde tasarruf hakkının vâkıf tarafından kendisine bir bedel karşılığı verildiği kimse. İcâreteyn ve mukataalı vakıflarda olduğu gibi.
Müşrif-i Vakf: Bu tabir nazır ile aynı mânâyı haizdir. Bazı vakfiyelerde nazır yerine kullanılır.
Mütekellim alel-vakf: Vakfın mütevellisi demektir. Mütevelli ve mütevelli mânâsına olan kayyum tabirinin eş anlamlısıdır.
Mütevelli: Vakfın şartlarına uygun olarak, şer’i hükümler gereğince vakıf işlerini idare etmek ve vakfı gözetip kollamak üzere tayin olunan kişi veya kişilere denir. Hukukî açıdan gereken şartları haiz olan herkes mütevelli olarak tayin edilebilir. Bazı vâkıflar, vakıflarının idaresini makamlara da verebilirler. Şeyhülislam, şehrin kadısı, caminin imamı, vs. Bazı durumlarda, mütevellinin görevini yerine getirmek üzere kadı tarafından muvakkaten atanan kimselere de “kaim-i makam-ı mütevelli” denir. Böyle bir atamaya, mütevellinin aleyhine bir dava açılması veya yerine bir vekil bırakmadan uzun süre izinsiz olarak başka bir şehre gitmesi sebeb olabilir. Mütevelli, vakfiyede belirtilen kaideler çerçevesi içinde olmak kaydıyla vakıf gelirleri üzerinde her tür tasarruf hakkına sahibtir. Vakıf gelirlerinden, vakfiyede belirtilen miktarda maaş alır. Mütevellinin icraatlarını kayda aldığı sicil defteri, her sene kadı denetiminden geçer ve vakfiye şartlarına aykırılık tesbit edilirse, mütevelli azledilebilir ya da cezalandırılabilir. Ortaya çıkan zararı tazmin etmesi istenebilir. Mütevelli kurumu, vakıfların hukuken “hükmî şahsiyet” olmasını sağlayan en önemli unsurdur.
Müteverri: Sadece haramlardan değil, şüpheli şeylerden de sakınan zat. Mütevellilerde ve vakıf vazifelilerinde aranan, ama çoğu zaman uygulanamayan şartlardandır. O yüzden vâkıf, vakfına “eğer olursa” hükmünü koyar.
Mütteki: Haram şeylerden sakınan kimsedir. Yine vakfiyelerde idari kadrolar ve diğer vazifeliler için aranan şartlardan…
Müvellâ: Mahalli hâkimin bakmasına mani bulunduğu hallerde, hukukî bir ihtilâfı hâl ve fasletmek üzere o bölgenin en yüksek yerel idarî otoritesi tarafından atanan hususi hâkim.
Müzâraa: Bir tarafta arazinin diğer tarafta işçiliğin olduğu ve ürünün aralarında kararlaştırdıkları şekilde paylaşılmak üzere yapıldığı sözleşme.
Müzâyede: Ziyadeleştirmek, artırmak demektir. Vakıf akarların icarı ve hasılatının satılması gibi hususlarda en fazla bedelle tâlib olana verilmek üzere açık artırmaya çıkarılması… “Münâkasa”nın zıddı…

Baran Dergisi 463. Sayı