Sanayileşme ve kapitalistleşme ulus devletler eliyle gerçekleşti. Fakat kapitalizmin doğurup büyüttüğü uluslararası sermaye şirketleri ulus devletlerin önüne geçti. Kapitalizmin olmazsa olmazı ise emperyal devletlerin askeri gücüdür. Dünyadaki hâkim sistem bu: Yahudi ağırlıklı büyük şirketler ve Amerika Birleşik Devletleri'nin askerî gücü… Bunlar iç içe hegemonik gücü temsil ediyor. Diğer ülkeler kapitalizmin pazarı konumunda. Pazar şartlarını bozacak olursa da başına gelecekleri Allah bilir. Kendi kurallarına göre işleyen piyasa ekonomisinin yerleşmesinde "demokrasi ve küreselleşme" dayatılan kavramlar.
Kendi çağının süper gücü Osmanlı'da Fas'tan Gucerat'a kadar ticaret kervanları özgürce gidip gelirken sömürü söz konusu değildi. Ne zaman ki Batı bu bölgelere el attı, o zaman işler değişti… Osmanlı'nın Batı kapitalizmine direnmesinin basit bir geri kalmışlık değil, bilinçli bir tercih olduğunu belirtelim. Her ne kadar teknolojik gelişmede Batı öncü olsa bile, burada karşı çıkılan sanayileşme değil, kapitalistleşme sürecidir. Osmanlı bu hususta yapılması gerekeni yapmış, son kale olmanın gereğini layıkıyla yerine getirmiştir. Osmanlı'nın kendi topraklarına ve kontrol ettiği bölgelere Batı kapitalizmini sokmamasının Batı emperyal büyümesi üzerindeki etkileri henüz gün ışığına çıkmadı. Osmanlı direnmeseydi dünyanın çehresi nasıl olurdu?  Hem ahlakî hem iktisadî olarak direniş ruhunu Osmanlı'dan tevarüs ettik. 
 Şu hususu da belirtelim ki, sanayi devrimi üzerindeki Osmanlı'nın etkileri henüz gün yüzüne çıkmadı. Viyana'ya kadar, neredeyse Avrupa'nın yarısını kontrol eden ve tedricî bir süreçle geri çekilen bir gücün Batı gelişmesinin üzerindeki etkileri yeterince bilinmiyor….
Osmanlı, Batı emperyalizmini durduramadı ama geciktirdi. Antiemperyalist mücadelenin kökleri buralara kadar gider. Eğer emperyalistlerin ağızlarıyla ve değer yargılarıyla konuşmayacak isek objektif olarak bu tarihler incelenmeli. Batılıların kendilerini merkeze aldığı tarih ve tarih anlayışıyla değil, Büyük Doğu-İBDA'nın tarih anlayışıyla hadiselere bakmak bu kaos ortamında elzemdir. BD-İBDA'nın istikamet çizgisi bunun ispatıdır. Üstadın terkibi tarih ve hal muhasebesinin yeni veriler ışığında tahlile tabi tutulması şart; ilim ve aksiyon adamlarıyla, ciddi araştırmalarla…
Sanayileşme ve kapitalizm birbirini besleyen unsurlar olarak gösteriliyor. Ama aslında kazın ayağı öyle değil. Sanayileşme illâ ki kapitalist sistemi ilzam etmez. Fakat Batı bunu dayatıyor. Çünkü böylelikle onların pazarı olunacak… Bizler, kapitalist yoldan sanayileşmeye karşıyız, kendi anlayışımız doğrultusunda üretimimizi yapma, sanayimizi kurma ve bağımsız gelişmeden yanayız.
1780 Sanayi Devrimi ve öncesindeki Liberalizm… Ve Sanayi Devrimi sonrasındaki Kapitalizm… Liberalizmin iktisadî ayağı olan Kapitalizm…
Sanayileşme kapitalizme nasıl evrildi ve liberalizm neden Kapitalistleşmeye bağlandı? Halbuki bunlar birbirinin mütemmim cüzü değil. Fakat oyun öyle kuruldu ve aralarındaki çelişki  gözlerden kaçırıldı. Aynı ülkelerde doğmuş olsalar da birilerinin tekelci anlayışını kabul etmek zorunda değiliz. Sanayileşebiliriz ama vahşi kapitalizme yol açmayabiliriz. Fakat Batının istediği bu değil tabii… Şu çelişkiye de dikkat: Liberalizmin serbest piyasası kapitalizmin tekelci zihniyetiyle nasıl birleşiyor?
Serbest Pazar hilesine temas etmek istiyorum. Sermaye ve teknoloji onlarda, bize de serbest piyasa ekonomisi anlayışını öneriyorlar, kabul etmeyene de silah ve işgal zoruyla dayatıyorlar. Bize de onların pazarı ve sömürgesi olmak kalıyor. Ne güzel serbestlik (!), ne güzel pazar (!)…
Avrupa Biriliği'ne girebilmek için onlarca yıldır yapmadığımız maskaralık kalmadı. Girmeyi bırak, rekabet edecek ekonomik güç olmamızı bile istemezler. Sömürü düzenlerinin bozulmaması için sivil, kadın-çocuk demeden katliamdan çekinmemeleri onların ne kadar demokrat (!) ve liberal (!) olduklarının göstergesidir.
Bugün Çin, kapitalizmin mantığını tersine çevirdi. Batının kaliteli üretimine karşın Çin daha ucuz mal üretiyor ve on yılda bir buzdolabı yerine her yıl bir buzdolabı tüket diyor. Bu da tüketimi azdırıyor. Böylece Çin, Kapitalist ülkelere önemli bir rakip oluyor. Çin, elindeki dolar rezervini piyasaya sürse piyasaları allak-bullak eder. Fakat Çin'in emperyal güçlere karşı ne askerî gücü ne de yeni bir dünya düzeni anlayışı var. Emperyalizme karşı durmak için hem askerî güç hem de fikir olarak güçlü olmanın gerekliliği görülüyor. 
Amerika, emperyal güç olmanın rahatlığıyla dolar basarak ve dış borç rekoru kırarak dünya sermayesini ve insanların alın terini kontrol ediyor ve sömürüyor. Biz ise Firavunun ehramına taş taşıyor ve bununla övünüyoruz. Global sermayenin tasallutundan kurtulmadığımız sürece bu böyle devam edecek. Buradan beslenenler ise kuyrukçuluğa razı. Altta kalan milyarların yani halkın canı cehenneme deniyor aslında. Kendilerine isyan edileceğini bildikleri için terörist sopası da hazır bekliyor kapıda. Kanunlar da buna göre düzenleniyor.
Bu sömürü düzeninden nasıl kurtulunur?
Seçim yoluyla gelmiş bir hükümetin yapacağı iş değil bu; inkılâp mevzuu… Necip Fazıl'ın ortaya koyduğu Büyük İslâm İnkılâbı yoluyla...
Şunu da belirtelim ki, ehveni şer kabilinden olsa da bu sömürüye karşı olan ve kendi ayaklarımızın üstünde durmamızı temin eden tedbirleri kim alır ve iyileştirmeleri kim yaparsa desteklememiz gerekir.
On küsur yıldır iktidarda olan AKP'nin, ABD'nin izin verdiği alanlarda faaliyet yaptığını biliyoruz. Bu husus hem dinî, hem siyasî-hukukî, hem iktisadî alanlarda geçerli… Aslında ABD'nin türbanla da bazı şekli ibadetlerle de sorunu yok, yeter ki bölgedeki çıkarlarına halel gelmesin. Hâlbuki biz İslâm'ın ihyasını ve sömürü sisteminin yıkılmasını istiyoruz. Tüketim alışkanlıklarından tutun da Batıcı-seküler hayat tarzını hiçbir alanda istemiyoruz. Hayatımızda Allah'a niye ortak koşalım ve Batıcı dogmaları ve materyalizmini niye kabul edelim?
Uygulamada desteklediğimiz müspet hususlar olsa da AKP ile temelde farkımız şudur: Bizler İslâm temelli bir sistem isterken, AKP mevcut Batıcı sistem içinde düzenlemelerden yana… İnkılâp ve ıslahat farkı…
Şunu da belirtelim: İslâmcılar genel olarak AKP'ye güvenmenin rahatlığı ve rehaveti içindeler,  Türkiye'deki ABD üsleri bile kanıksandı. Her şeyi AKP'den bekleme veya suçu AKP'ye atıp rahatlama psikolojisini eleştiriyorum. Bizler, bir şeyler yapıp, teklif ve eylemlerimizle AKP karşısına dikilsek, AKP ne yapabilir?
Dünyanın içinde bulunduğu konjonktür, ABD'nin zayıflaması ve kontrolü elinden kaçırmasının avantajıyla Türkiye bölgesel güç olma yolunda ve AKP de bu durumu zaman zaman akıllı politikalarla doğru kullanıyor, yapması gerekeni yapıyor. AKP'nin ekonomik kurmayları işi bilen insanlar, piyasayı ve halkı yönetmeyi iyi biliyorlar; uluslararası sisteme kafa tutacak güç ve cesaretleri olmasa dahi, kendi kendine yeten ülke olmayı isterler, koltuklarını koruma ve pragmatistlikleri gereği…
Şu eklemeyi de yapalım ki, gerek tasarrufların düşüklüğü, gerekse patent ve marka üretecek bir zihnî kapasiteden uzak olmamız neticesi katma değerli üretim yapamıyoruz ve dünya ölçeğinde çok gerideyiz. Burada Üstadın, "Bir toplum ideolojisini üretebildiği nispette teknolojisini üretir" tespitine çatmış bulunuyoruz. Büyük Doğu İdeolocyası'nın özümlenmesinin aynı zamanda ekonomik yatırım ve getiri olduğu da ortaya çıkıyor. Zaten şartlar ve gelinen nokta bunu ihtar ediyor. BD-İBDA fikir ve inanç sistemi, ekonomik kalkınmanın da şartı olarak hayat tarafından dayatılıyor. Batı taklitçisi kafalarla orijinal ve mucit zekâlar yetişemeyeceği açık… 
Batıcı hayat tarzının sembolleri ve egoyu şişirme mekânları olarak gördüğüm alışveriş merkezlerinde (AVM) %80 ithal mal satılıyor.
Eskinin "Bakkal Amcası" daha düne kadar yaşamıştı. Halkı "yolunacak kaz" olarak değil de "velinimet" olarak gören esnafla halkın kaynaşmasını ve ekonomi içinde tüten ahlâkı öldürdüler, şimdi her şey zevksiz ve tadsız. Alışverişte mutmainlik yok, daha çok aç gözlülük ve ihtiras var. Hem insanlığımızı kaybettik, hem ekonomimizin bereketini ve tadını... Açlar ve yoksullar da çoğaldı. Gelecek kaygısı ise başta gençler olmak üzere karabasan gibi yürekleri sarmakta. Kimilerinde hiç yok, kimileri ise varlık içinde yokluk çekiyor. Boğaz tokluğuna kölece yaşamak, hayvanlar gibi sadece karnını doyurmak peşinde geçen bir hayat.
Üretim yapmıyoruz, borçlarla yaşıyoruz. Büyüyoruz derken hesapta olmayan mallar pazara gelebilir. Cari açık sorunu var ve hepsinden önemlisi işsizlik sorunu olduğu gibi duruyor.
1999'dan beri uygulanan ve AKP'nin sadık bekçisi olduğu, "düşük kur-yüksek faiz" politikasında ısrar ediliyor. Üretmeden bilançolar şişiriliyor. İthalat arttıkça ihracat azalıyor. Çünkü ağa abalarımız öyle istiyor.
Uluslararası dev şirketlerin çöplüğü olduk. Bu mu küreselleşme? Bu mu serbest Pazar? Benim üreticimin hiçbir şansı yok. 48 kiloluk güreşçiyi 100 kiloluk güreşçinin karşısına çıkararak, "hadi rekabet et!" diyorsun. Eşitlik ve özgürlük bu mu? Sadece tükettiğimiz nisbette özgür olma hakkımız var.
Dünyanın birçok bölgesinde cereyan eden emperyalist güçlerle Müslüman direniş örgütleri arasında askeri savaşta da silahlar bakımından büyük orantısızlık olmasına rağmen, Müslümanların saldırılarından şikâyetçiler ve içimizdeki işbirlikçileri sıkça kullanıyorlar. Zoru zor bozar hesabı emperyalist hedeflere yapılan saldırıları da önemsemeliyiz.
Kapitalizmin en önemli ayağı askeri güç… Onun için terörden bu kadar çok korkuyorlar, çünkü onları sarsacak ve yıkacak olan sistemli saldırılardır, alternatif fikir ve eylemlerdir. Yıkacağının yerine ne getireceğini de ortaya koymak gerekiyor. Tüm medya emperyalistlerin kontrolünde olmasına rağmen sömürüye karşı duran ve halktan destek bulan her çapta direniş ve isyan, ittifaklar ve eylemler yaygınlaşıyor. Şu hususu da hatırlatalım ki hem emperyalizme karşı olduğunu söyleyip hem de Amerika ve onun çıkarlarına yönelik saldırıları Amerikan ve Batı ağzıyla "terör saldırısı" şeklinde değerlendirmek, emperyalizme hizmet olur.
Bizler, BD-İBDA bağlıları olarak, batıcı bir sistemi ve onun bir parçası olmayı reddediyoruz.
Ne olursa olsun kendi ayaklarımızın üzerinde durmalıyız. Uluslararası sömürü şirketlerine tabiî kaynaklarımızı niye açalım? İstediği gibi malını satsın, vergi de vermesin diye mi?
Halk dünyanın en pahalı benzinini tüketmek, dolaylı vergiler dâhil verginin vergisini vermek zorunda kalırken, alın terinin ve emeğinin hakkını aramak ve uluslararası sermayelere değil, kendi ülkesi için çalışmak istemektedir.
Çalışanın ve emeğin gerçek hakkını alacağı düzen istemekteyiz. 
Bir kuruşumuzun ve tek damla alın terimizin bile hem içte hem dışta sömürülmeyeceği bir sistem istemekteyiz. Ne dış firmaların pazarı, ne de adaletsiz vergilerle sömürü!
Gelirin adaletli paylaşıldığı, sermayenin urlaşmadığı ve herkesin yuvasında mesut yaşayabileceği yepyeni bir nizam istiyoruz.
Bugün kapitalist sisteme tam entegre olamadıysak bunu Osmanlı ve İslâm dokusuna borçluyuz. İktisâdî olarak da bu böyledir, kültürel olarak da. Osmanlı, modern devletlerin bugün ulaşamadığı ve ulaşması mümkün olmayan bir sosyal devlet anlayışını parıldatıyordu.
İslâm'da sermaye urlaşmaz ve tekelci piyasalar makbul görülmez. İslâm'da sosyal refah esastır ve bu devletin vazifesidir.
Türkiye'nin üzerindeki deli gömleği kapitalizmin lider ülkesi Amerikan gömleğidir. Anadolu bundan kurtaracak babayiğidi bekliyor. Müslüman-Hıristiyan, tüm dünya Amerikan tasallutundan kurtulacağı güne hasret. Dünya kaos ve kriz ortamında fokur fokur kaynarken, insanlık yaşanmaya değer hayatı gösterecek öncülerini-kahramanlarını bekliyor. Bu işin öncüsü-merkezi Türkiye olabilir. Ancak, bunu gerçekleştirebilmesinin yolu, " Mutlak Fikir" den hareketle temellendirilmiş " kurtuluş yolu" nu müjdeleyen BD- İBDA dünya görüşünü toplumun genel fikir çerçevesine yerleştirmekten geçer.




Baran Dergisi 321. sayı