Hayatı “Kurtlar Vadisi” gibi zannedenler var. Elbette çoğunlukla “yeni nesil zihinler” bunlar; “yeni nesil zihinler” derken yaş olarak kastetmediğim anlaşılıyor herhalde.

Veya “Kurtlar Vadisi”nin gerçek hayattaki aktörü olduğunu söyleyip “gemisini yürütenler” sebebiyle, böyle düşünenler. Ama hayat öyle değil. Kurtlar Vadisi bir senaryo, üstelik lanetli bir Devlet’i “kutsayan” bir senaryo.

O malûm dizide canlandırılanlar da hayatın en çirkef sahasında yer alanlar üstelik. Buna rağmen yapmaları gereken bir “faaliyet” olduğunda ya kendi ceplerinden ya ortak havuzdan -ki bu da genellikle “operasyonel giderleri karşılamak amacıyla” kurdukları şirketlerden biri oluyordu- hiç çekinmeden finans akımını sağlıyorlardı.
Böyle bir hareket usulünün bizim gelenek veya tarihimizdeki kökü, Allah Resulü devrinde ilan edilen gazaya gidecek. Seriyye kollarının teçhizat ve ihtiyaçlarının sağlanmasında da görülebilir. Malûm ki Hazreti Osman ve Hazreti Ebubekir tüm mallarını bağışlar ve Seriyyenin donanımını sağlarlardı. Malının yarısını bağışlayan da olurdu, eldekinin bir kısmını veren de. Kök, bu. Bizde!
*
Bir dönemler, yaşı küçük olanlar bilmez tabiî, “Ekonomik Cihat” denilen bir şeyi çıkardılardı. İktisadî olarak güçlenmemiz gerektiğinden bahsedilirdi. Ardından da zaten başta Almanya olmak üzere Avrupa’daki Müslümanlardan toplanan paralarla meşhur “yeşil sermaye şirketleri” kuruldu. Aynı şekilde birden bire etraf önce derneklere sonra da vakıflara boğuldu.

Bütün bunlar olurken akıldan çıkarılmaması gereken şu: Bu kurulan şirket ve derneklerin “ümmetin ortak malı” olduğu nutkunun en bayağı şekilde bol bol atılması!

Belediyelerin elde edilmesi ve kısa bir süre sonra da hükümete gelinmesi ile kurulan şirket ve STK’lar da Üstadımızın tabiriyle “dehhameleşti!” Ve artık “ümmetin ortak malı” nutkuna gerek kalmadı tabiî.

Erbakan’ın vefatı ile başlayan ve hâlâ devam eden “miras kavgası”, bunun en bariz örneği. (Aynı durum, Alpaslan Türkeş’in vefatı ve mirasının açıklanması ile de ortaya çıktı aslında.) Kurulan şirketlerin yönetim kurulunda bulunanların kişisel servet yığmaya başlaması da. Deniz Feneri’nin Almanya ayağı üzerinde başlayan mahkeme safhası ki basit bir vergi olayı idi sadece, bu esnada hapis ve para cezasından kurtulmak isteyen birinin itirafları ile ortaya dökülen malum kanalizasyon! İşin garip, tuhaf noktası, bu “yeşil sermaye” mevzuunda ortaya çıkan Holdingleşen şirketlerin ezici kısmının, Millî Görüş’e bağlı olanlar değil, 1990’larda (son tahlilde) “şeyhlerini terkederek ayrılanlar” tarafından kurulmuş olması.

Önce Ak Parti ile Saadet Partisi arasında Recai Kutan üzerinden başlayan Deniz Feneri vasıtasıyla kurulmuş Kanal 7’deki hisse davası, Kutan’ın “sahte imza attılar” şikayeti ile tam bir rezilliğe kıvrılacakken, bir müdahale ile mahkeme aşamasının bitirilmesi ve eldeki hisselerin “devri” ile “tatlı”ya bağlanıp, “ümmetin ortak malı” da birilerinin “helal malı” haline dönüşü!

Bir sürü dernek, vakıf ve “medya organı” güya bu şirketler eliyle finanse edilip “cihat yapılacak” iken, bir de ne görelim, şirketler “şahsî mal” yapılmış,  medya ve dernek finansmanı da ya belediye ya devlet eliyle (sponsorluk, reklam, ayni yardım vs) sağlanmaya başlanmış. Dillerde artık “cihat”ın “c”si bile kalmamış, “milletin a.... koyacağız” diyerek (oradaki “millet”, bildiğimiz millet değil, rakip şirketler) ihale ile bağlananlar el üstünde tutulur olmuşlar. Doğaldır tâbii; “cihat” diye etraftan para toplanarak kurulan şirketler “şahsî mal” haline dönüşüyor ve kendilerinde “ekonomik güç” vehmetmeye başlıyorsa, birilerinin de bu ağız kokusunu çekmektense “para karşılığı iş yapan” tiplerle çalışması normal görülmeli.

Bu “tür” yazıların kaleme alınmasını istemeyen bir kısmı samimi, ezici kısmı haysiyetsiz insanlar olduğunu biliyorum. “Kol kırılır yen içinde kalır”, bunun tatbikini isterler, hatırlatmak gerekir, zaten öyle oluyor, “bu türden” haberleri hiç Müslümanların yayınlarında okuyor musunuz? Ancak Aydınlık, Sözcü, OdaTV aşağılayıcı bir şekilde yazdığında görebiliyoruz ve “fitne” diyerek reddediyoruz, değil mi?
 
Yalnız başlangıçta yazdığımız kısmı unutmayın ve hemen şimdi aklınıza getirin: Kurtlar Vadisi ve “ortak havuz”, bizimkilerin de böyle başlaması!
*
28 Şubat devrinin başlangıç günlerinde Rahmi Koç’un “devirin bu hükümeti, 30 milyon dolar bütçe!” dediği anlatılırdı. Para yüksek gibi gözükse de bu miktar Koç’un sadece bankacılık üzerinden uğradığı “kârdan zarar”ın üç aylık kısmına denk geliyordu. Koç bir üç ay da benden dedi kısaca ve zaten RefahYol da o süre içinde yıkıldı!
Biti kanlanan tiplerin elindeki “havuz medyası” denilen yapıya bakıyorsunuz, bırakın “üç ayda hükümet deviren” malum medya hatta şimdi korsanlaşan Gülenist medya kadar bile aktif değil ve sadece basit itiş kakış ve polemikler ile günü kurtarma derdindeler; ama artık kurtarılacak gün de kalmadı gibi.

Çünkü niyetleri halis değil! Hangi nutuklarla toplanıp nereye evrildiğini kabaca gösterdiğimiz ve hatta “milletin a.... koyacağız” zarif cümlelerini kuran tiplerin gayri meşru parası ile de kurulan bu “tezgâh”tan hayrlı bir netice veya iş çıkabilir mi!?

Karşıt gruplar kendileri gibi olan şirketler eliyle az çok finanse edilip eldeki kısıtlı imkanları ile (büyükşehir belediyelerinin elde edilmesi ile onlar da aynı yola girecekler tabiî!) en verimli işi ortaya koymaya çalışırken, 40 senedir “ekonomik cihat” diyerek milletin başını ve parasını elde eden tipler, “ümmetin ortak malı”nı “şahsî mal” olarak kendi nefslerine geçirmekle kalmadılar, nefsleri tarafından ele geçirilen aşağılık karakterleri ile, üstelik ülkenin ve milletin en zor günlerinde, nasıl bir kibir, hırs veya aptallık ile doldularsa, 600 milyon lirayı uçakla yurtdışına kaçırmaya teşebbüs ettiler. İddiaya göre diyelim, Karadeniz bölgesinde yeralan bir şehrin ismine sahip Ankara merkezli bir holdingin “gerçek sahipleri” tarafından gerçekleştirilen bu aşağılık iş bir yana, bir de bunların en büyüğünü çok tepeli bir yerin başına geçirmeye çalıştılar! Tutmadı!
*
Ekonomik cihat ile yola çıkıp ruhlarını satmakla yola devam edenler nerede, doğru - yanlış bir hedefe yönelip onu devamlı işleyip, bu Ruhsuzlar sayesinde de hedeflerine yürüyenler nerede?

Rahmi Koç 30 milyon dolar ortaya atsın ve üç ayda hedefe ulaşsın, “bizim serseriler” 100 milyon doları uçakla kaçırmaya çalışsın!

Kurtlar Vadisi’ndeki “kötü herifler” hep ceplerinden para koyarak, “kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” diyerek işlerini halleder ya, Rahmi de öyle; ama bizimkiler öyle değil, çünkü bizimkiler ruhlarını satmış!

Oysa en fazla 10 milyon lira, hatta o ruhunu satmışın uçakla kaçırmaya çalıştığı paranın onda biri ile bu ülkede yer yerinden oynar, tüm pislikler ya içeri ya dışarı gider ve ferahfeza bir ülke sahibi olunur! Alın işte size “inkılabın bütçesi!”

(Adnan Menderes’in 5816’nın meclis görüşmeleri esnasında kanunun gerekliliği üzerine söylediği “50 heykel bir gecede kırılsa ne olur memleket” dediğini hatırlayın. “Heykel” yerine “sarsıcı haber” deyin, mesela. Ne olur memleket?! Yıkmak, her zaman kolay!)

Cüret yok, cesaret yok, fikir yok, hayal yok, ama satılık ruh ve paraları var! Bu ülkede gerçek inkılabı bir değil bin defa yapacak “ekonomik güce” sahip olanlar, mevcut sistemin devamını, sadece nefsleri için gasp ederek üzerlerine kondukları “ümmetin ortak malı” şirketler eliyle sağlıyorlar.

Suratlarına tüküreyim!
Yakında ama çok yakında herkes suratlarına tükürecek zaten.
 
26.7.2019 /5.8.2019


Baran Dergisi 656. Sayı