Türkiye’de son yıllarda devletin doğrudan dahli olanlar haricindeki neredeyse tüm yatırımların inşaat sektöründe gerçekleştiği bilinen bir durum... İnşaat sektöründeki yatırımlar, meydana getirdikleri sunî tedavül sürati ve istatistikleri köpürtüşleri dolayısıyla, demokrasi ile idare edilen memleketlerde iktidarda olanlar açısından adeta bir can simidi olarak görülür. Oysaki neredeyse 2 bin kalem sektörün ve binlerce kişinin istihdamını sağlayan inşaat sektörünün meydana getirdiği devri daim sunidir.

Kapitalizm bu suniliği hakikate tahvil edebilmek için her ne kadar “hızlı tüketim” manyaklığını pompalıyorsa da, uzun vadede inşaat sektörüne dayanan bir ekonomik sistemden bahsetmek mümkün olabilir mi? Normal şartlarda Türkiye gibi servetin hâlen devlet eliyle dağıtılmaya ve paylaştırılmaya devam edildiği memleketlerde, inşaat sektörü, yatırımcıların ellerindeki sermaye birikimini çoğaltmak ve bunun üzerinden de esaslı yatırımları gerçekleştirmenin vesilesi olacak bir finansman modeli olarak kullanılabilir ancak... Oysaki bizde tam tersine, sanayici adam bile fabrikasını yıkıp arsasına AVM yahut iki üç tane blok dikip satmanın peşindeyse, demek ki çok daha büyük bir sorun var.

Türkiye’de elindeki sermaye birikimi ne olursa olsun sermayedarlar aynı hesabın peşindedirler; en küçük bir riske girilmeyen, düşük yatırımlı, getirisi garanti, kafa maliyeti olmayan distribütörlük, hizmet ve hızlı tüketim sektörüne yönelik yatırımlar gibi.
 
Ömer Emre Akcebe - Köksüz İktisat ve Teşvik Politikası 
(Makalenin tamamını oku)