Mutlu Yıllar!..
(Av. Güven Yılmaz, Carlos’un yarı şaka yarı ciddi söylediği bu söze gülerek mukabele ediyor ve kendisi de Carlos’a mutlu yıllar diliyor.)
Teşekkür ediyorum.
Haberler neler?
(Av. Yılmaz, Türkiye’de aynı haberlerin, aynı şartların sözkonusu olduğunu, bir problem bulunmadığını söylüyor.)
Tamamdır.
Bana soracağınız herhangi bir soru var mı?
(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)
Hakkında konuşulabilecek çok şey var gerçi ama Suudî Arabistan’da idam edilen insanlar dolayısıyla gerçekleşmekte olan hâdiselerle ilgili olarak bir değerlendirme yapmak istiyorum bugün. El-Kaide’nin Arab Yarımadası sorumlusunun, Suudî Arabistan El-Kaidesi liderinin de aralarında olduğu, çoğu Sünnî cihadçı olmak üzere, sanıyorum 50’den fazla insan idam edildi Suudî Arabistan’da. Yine, bir Şii imam ile birkaç takibçisi de idam edildi. Gerekçe ise, bu imam ve takibçilerinin, Suudî Arabistan’ın doğusunda, Suudî kraliyet diktatörlüğünün yanlış politikalarına karşı, legal, daha doğrusu barışçı gösteriler düzenlemiş olmalarıydı. O Suudî kraliyet diktatörlüğü ki, insan haklarına hiçbir saygıları olmadığı gibi, İslâm geleneklerine, “hakiki” İslâm geleneklerine de hiçbir saygıları yoktur.
Her neyse; bu idam hâdisesine tepkiler devam ediyor ve berbat bir yanlış olarak, bazı göstericiler İran’ın başşehri Tahran’daki Suudî Arabistan Büyükelçiliği’ne saldırmış, büyük kısmını tahrib etmiş ve yakmış bulunuyorlar.
Bu bahiste İran’ın yaşadığı geçmiş bir tecrübe var oysa. İran İslâm Devrimi, Tahran’daki Amerikan büyükelçiliğine düzenlenen saldırı dolayısıyla uzun yıllar büyük sıkıntı yaşamıştı hâlbuki. Böyle bir saldırı tecrübesi ortada dururken, Tahran’daki bir başka büyükelçiliğe saldırılmasının hiçbir gerekçesi yoktur.
Bence iki sebebi olabilir Suudî büyükelçiliğine düzenlenen saldırının:
Ya bu saldırıdan oradaki insanlar sorumludur, veyahud da düşman ajanları, İran halkının düşmanlarının ajanları, İslâm Devrimi’nin düşmanlarının ajanları, İslâm düşmanlarının ajanları vardır bunun arkasında.
Bir üçüncü ihtimal daha olabilir ki, o da, bu provokasyonun, son hac mevsiminde Mekke’de gerçekleşen ve tam sayısı bilinmemekle beraber 1000’den fazla hacı adayının hayatını kaybettiği vinç faciası dolayısıyla, İran özel servisleri tarafından perde gerisinden organize edilmiş olmasıdır.
İranlı hacılara ait birkaç yüz cesed hâlâ yoktur ortada ve henüz iade edilmemişlerdir İran’a. Bu kayıb cesedler arasında, İran’ın diğer ülkelerle gerçekleştirdiği nükleer müzakerelerde rol almış çok önemli bir İranlı yetkilininki de vardır.
Zeki insanlardır İranlılar. Politika olarak falan söylemiyorum, rejim bakımından söylüyorum. Kendi İslâm anlayışları dairesinde inançlı olduklarını, kendilerini fedâ etmeye hazır olduklarını da isbatlamışlardır.
Dünyanın bu bölgesinde yeniden bir düzenleniş sözkonusu aslında.
Suudî Arabistan ise, dinî bir maske, Vehhabî maskesi ardında nesillerdir bu bölgede bir karışıklık üretiyor. Bizzat tanıdığım kimseler dolayısıyla gayet iyi bildiğim bir şey de şudur: Suudî kraliyet ailesinin, Suudî dinî kanunları tarafından günlük hayat için belirlenen o sınırlara bile gösterdiği herhangi bir saygı yoktur. Ama aynı zamanda, ülkeyi vahşice bir diktatörlük rejimi altında tutanlar da yine bunlardır.
Birkaç gün önce –sanıyorum- Tahran’dan yapılan bir açıklamayı işittim. Etkilendim, çünkü benim daha önce ifâde ettiğim hususların yanlış olmadığını gösteriyordu. Şöyle ki, dünyadaki en kötü rejimin, Müslümanların en kötü düşmanının, İsrail veya ABD olmadığını; bunun, Suudî kraliyeti, Suudî kraliyet ailesi, Suudî rejimi olduğunu dile getiriyordu.
Unutmayalım ki, şimdi Suudî kraliyet ailesini teşkil eden bu insanlar, henüz 250 yıl önce Müslüman olmuşlardır. Daha öncesinde Müslüman değillerdi yâni. Daha fazla teferruat vermeyeceğim ama bu da bir sır değildir zaten.
İşte bu insanlar, biraz önce belirttiğim gibi, bir karışıklık çıkartıyorlar bölgede. Bunun için de, gerçek Müslüman ama fanatik olanları kullanıyorlar. Bir zamanlar nasıl Türk-Osmanlı güçlerini vurmaları ve binler hâlinde kendilerini fedâ etmeleri için Müslüman kardeşlerimizi kullandılarsa, aynen öyle. 1920’lerde iktidara geldiklerinde de aynısını yaptılar ve sonunda İngiliz Hava Kuvvetleri tarafından katledilmek üzere, Suudî Arabistan’daki gerçek Müslüman kardeşlerimizi, İslâm toprağını kurtarmak isteyen Müslümanları da kullandılar böyle.
Evet, dünyanın en kötü rejimidir Suudî Arabistan!
Özel birtakım kanunlarına, Müslümanlara ve Filistin davası için savaşanlara karşı ayrımcılığa rağmen –ki sadece Müslümanların veya Arabların değil, Türklerin, İranlıların, Pakistanlıların, Afganların, Venezüellalıların, Allaha inanan dünyadaki herkesin davasıdır Filistin-, ABD’de bile Suudî Arabistan’da olduğundan çok daha fazla hakka sahib olursunuz.
Aynı şekilde, İsrail gibi sun’i bir ülkede bile; sapkın ve kendi dinlerine dahi inanmayan çoğu ateist Yahudiler tarafından kurulan bu rejimde bile; II. Dünya Savaşı’nda işgal edilmiş ülkelerin desteğiyle, Nazilerin işledikleri suçların zemini üzerinde ve Avrupa Devletleri’nin parasıyla inşâ edilen bu nükleer güçte bile; uluslararası hukuka, anlaşmalara yahut herhangi bir şeye hiçbir saygısı olmayan, insanlara yol ortasında açıkça suikast düzenleyen, aileleri ve çocukları katleden, işgal altındaki Filistin topraklarında kendi kanunlarını dahi uygulamayan ama uluslararası arenada tanınan bu “İsrail devleti”nde bile; eski Osmanlı kanunlarının uygulandığı dönemler dâhil, İngiliz mandası kanunlarının uygulandığı dönemler dâhil, Ürdün kraliyet kanunlarının uygulandığı dönemler dâhil, Siyonistlerce işgal edilmiş bu topraklarda bile, Suudî Arabistan’da olduğundan çok daha fazla hakka sahib olursunuz.
Devlet karşıtlığı bulunmayan ve bu geri toplum için bir tehlike teşkil etmeyen herhangi bir Suudî vatandaşı veya yabancı uyruklu biri de olsanız, İsrail’de, ABD’de, hatta savaş zamanlarındaki Sovyet Rusya’da veya Nazi Almanya’sında bile, Suudî Arabistan’da olduğundan çok daha fazla, binlerce hakka sahib olursunuz.
Hakikattir bunlar.
Ve işte bu ülke, ABD ve emperyalistlerin –elbette İsrail’den sonra- Ortadoğu’daki esas müttefiğidir. Gerçi öyle lâfın gelişi bir “müttefik” de değildir İsrail. Çok karmaşık bir pozisyonu vardır. Ancak, meselemiz İsrail değil şu ân. Suudî Arabistan hakkında konuşuyoruz.
Yine unutmamalıyız ki, birçok defa da ifade ettim zaten, Suudîler, 1969’dan beri her yıl, Batılı bankalar aracılığıyla “vergi” –böyle diyelim- ödemektedirler İsrail devletine.
Yetmiyormuş gibi, son birkaç yıldır, bu seneye, bu son zamanlara kadar devam etmek üzere, haccın, Müslümana haccının güvenliğinden sorumlu olan özel güvenlik şirketi de, İsrail özel kuvvetler subayları tarafından kurulmuş ve onların sahibi olduğu özel bir –Suudî falan değil!- “yabancı” şirket, hem de İsrailli bir şirkettir! Münafıklığın en üst derecesi, “nifak’ül a’lâ” diyebileceğiniz şey tam da budur! Haramdır!..
Ben öyle sofu bir Müslümana değilim. Biz Venezüellalıların kendimize has geleneklerimiz; yeme, içme, çapkınlık yapma alışkanlıklarımız falan vardır. Her ne olursa olsun, tekrar telaffuz etmem gerekirse, tek olan Allaha ve O’nun indirdiklerine, Hatem’ül-Enbiya’ya, vahyin kendisiyle mühürlendiği İslâm’a inanıyorum.
Bu vesileyle bir şey söyleyeceğim size: Benim o günah içerisinde yaşadığım gençlik yıllarımda yaptıklarımı bile geçer Suudî kraliyet ailesinin fert fert -kendi özel hayatlarında- yaptıkları. Kuşkusuz bazı istisnâları da var ve bu gerçekten namuslu insanların bazılarıyla bizzat tanışma fırsatı da buldum. Ne var ki, istisnâdır bunlar, kural değil.
Şii kardeşlerimize gelince; benim kanaatime ve tahlilime göre Hulefa-i Râşidîn’in en büyüklerinden olan Hazret-i Ömer’e karşı olan tutumları gibi birtakım pozisyonlarından hoşlanmasam bile; bunun gibi, nazarımda sapma belirten birtakım anlayışlarına rağmen, inanıyorlar ve bu inandıkları için kendilerini fedâ etmeye de hazırlar. Ki, en önemli şey de budur.
Dininiz ve inancınız ne olursa olsun, kabul etmemiz gereken şey, Şiilerin Müslüman olduğudur. Bizim kendi örgütümüzdeki Şiiler Müslümandılar meselâ. Bunda bir tereddüt yok. Üstelik Müslümanların dünyanın her yerinde, her hükümette, İslâm düşmanlarına hizmet edenler tarafından idare edildiği bugün, şurası da bir gerçektir ki, ajan olmayan ve bağımsız olan, politik, stratejik ve tarihî bakımdan daima doğru tarafta yer alan tek Müslüman devlet ve hükümet olarak, Şii İran İslâm Cumhuriyeti’nden başkası kalmamıştır geriye.
Başta da söylediğim gibi, geçtiğimiz aylardaki hac faciasında ölen ve aralarında önemli şahsiyetlerin de bulunduğu birkaç yüz İranlının cesedi Mekke’de kaybolmuştur ortadan!
(Uzaktaki ABD’yi o kadar ilgilendirmese ve kendisi için bir tehdit teşkil etmese bile, İsraillilerin İran’daki teknolojik gelişmelerden ve İran’ın atom bombası yapacak güce erişmesinden çok endişelendiğini belirten Carlos, her şeye rağmen, İran’ın Arabları bölecek ve Türkiye’yi bölgede olabildiğince etkisizleştirecek bir güç olarak muhafaza edileceğini; bu arada, 2016 yılı içerisinde bölgede hem yeni mini devletlerin oluşmasının, hem de pragmatik ve köklü stratejik değişmelerin ve ittifakların yaşanmasının muhtemel olduğunu; İran’la Lübnan arasındaki hat bu yeni oluşumlar tarafından kesilse bile, doğuda ve batıda Şii güçlerin varlığını sürdüreceklerini; bu süreçte birçok insanın öleceğini ve bölgede ister Sünni ister Şii herhangi bir güçlü devlet istemeyen İsrail’i endişelendirecek gelişmelerin yaşanacağını; hakiki savaşçıların savunduğu Yemen’de olduğu gibi, Suudî Arabistan’ın büyük bedeller ödeyeceğini ve tüm o hava kuvvetlerine veya füzelerine rağmen savaşacak adam bulamayan ve tâ Latin Amerika’dan Yemen’e paralı asker getirten Suudîlerin, ancak Suriye’de olduğu gibi gerçek Müslüman savaşçıları provoke edip, emperyalistler çıkarına boş yere kitleler hâlinde ölmelerini sağlamada başarı kaydedeceğini belirtiyor.)
Kendinize iyi bakın ve Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden. Yeri gelmişken, tam 1 Ocak 2016’ya girdiğimiz gece, bilgisayarıma O’nun konferanslarının fotoğraflarını koydum. O’nunla, sizinle, Hasan Ölçer’le ve adını hatırlayamadığım (Carlos Av. Ahmed Arslan hakkında yine lâtife yapıyor) o arkadaşla gurur duyuyorum. Hepinizi kucaklıyorum. Allah sizi, eşlerinizi ve çocuklarınızı korusun.
Selâmetle kalın.
 
3 Ocak 2016
 
Baran Dergisi 469. Sayı