28 Şubat askerî darbesinin failleri, Allah’a ve Müslümanlara kafa tutmayı o kadar ileri derecede bir kibir hâline getirmişlerdi ki, o günlerde yaptıkları hareketi “bin yıl sürecek” bir darbe olarak nitelemişlerdi. Kemalizm’in sönmeyecek ışığıyla Allah’ı ve ona inanan Mü’minleri boğuverecekler, güya karanlığı alt edeceklerdi...
“Işık başka nur başka” diyor ya “Visal” isimli şiirinde Üstad Necip Fazıl; Kemalizm taraftarlarının bir kibritin bir anlık parlamasına benzer ışığı da nur’un şuaları karşısında ne yapabilirdi ki? “Bir şey yapabilir” zannedenleri, suskunluklarıyla onlara destek verenleri, bir köşeye çekilip olanları sineye çekenleri, o gün sus-pus olup bugün arslan kesilenleri ve hepsinin ayrı tondaki renklerini geçen yirmi yıl içerisinde ayan beyan gördük. Bunun yanında, matematik hesabı yapar gibi saymaya çalışsak, çift haneli rakamlara ulaşmaz sayılarda kalacak 28 Şubatçılara karşı açıkça meydan okuyanları, direnenleri de...

Kimse alınganlık göstermesin, “mağdurlar” değil meydan yerine çıkıp direnenlerden bahsediyoruz; şöyle cemiyetin orta yerine, Agora’ya çıkıp ta, Üstad’ın “haykırsam kollarımı makas gibi açarak” diye tarif ettiklerini hani!..

Olsun, herkes savaşacak, herkes ailesi ve sevdiklerinden vazgeçip gençliğini, maişet düzenini berhava edecek ve bazen “koca bir ömür” diye tarif ettiğimiz  bütün seneleri zulme karşı durmak için harcayacak diye bir kâide yok! Öyle ya! Herkesin kahraman olduğu bir devri dünya tarihinde ancak “Asr-ı Saadet”ten biliyoruz. Fakat, insan olarak, hayvandan farklı biçimde vicdan ile yaratılmış bir varlık olarak, iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin arasında ya eliyle, ya diliyle, yahut da vicdanı ile seçim yapmak diye bir kâide vardır. Ve aslında bütün bu “hayat” diye isimlendirdiğimiz koşuşturmaca, saydığımız mefhumlar arasında yaptığımız seçimlerden ibaret değil midir? Öyledir vesselâm...

O hâlde “kahraman” dediklerimizin bir elin parmaklarını geçmez olması da tabiîdir! Bunun yanında, kahramanların etrafında kümelenen ve yine cemiyetlerin kemiyetine nisbetle sayısı pek fazla olmayan, kahramanların keyfiyetini icrâ etmeye niyet etmiş civanmertleri de yaptığımız hesaba eklersek matematik olarak yine yüksek rakamlara ulaşmamız mümkün gözükmüyor...

Bu mevzudaki karışıklık galiba “mağdur olmak” ile “karşı durmak” arasındaki kalın çizgide; mağdur olanlar gibi karşı çıkanların da aynı zulme maruz kalmış olması dolayısıyla umumî olarak herkes kendini 28 Şubat çuvalına sokup doğru-yanlış ya bir şeyler söylüyor yahut bir şeyler çiziktiriveriyor.
Eh böyle olunca da 28 Şubat yıldönümlerinde kamuoyu dediğimiz efkârı umûmiye’nin önünde bir kalabalık ki sormayın? Uzaktan gören zannediyor Bahçelievler Sosyete Pazarı gününü şaşırmış.

Bir nevi kutlama ayarında geçen bu manzaraya ve söylenenlere bakınca insanın “iyi de hacım-bacım! Madem bu kadar 28 Şubat kahramanı vardı, bu darbe teşebbüsü nasıl gerçekleşebildi?” diye hayıflanması işten bile değil! Hani Nasreddin Hoca Hazretleri’nin ciğer hikâyesindeki gibi bir paradoks... Hülâsa mağdurlar başka, direnenler başkadır; evvela bunu bir düzeltelim...

28 Şubat yıldönümlerinde yapılan programların ekserisi ironik, birazcık dramatik ve olabildiğince melodram yüklü. Bütün bu pek dramatik ve aşırı melodrama mukâbil yapılan programların içeriği ile uyuşmaz bir kahramanlık edâları, arslan Yürekli Rişar pozları ise büsbütün bir tezat hâlinde gırla gidiyor. Kimsenin kahramanlığında, DGM’lere nasıl göğüs gerdiğinde ve hapishânelerde nasıl yattığında gözümüz, buna dâir bir kıskançlığımız yok. Bu hâllere ancak gıpta edilir. Fakat, aşırı ironik, olabildiğince dramatik ve tüm pozlarıyla bir melodramı andıran bütün bu organizasyonları düzenleyenler ve katılımcıların atladığı pek ufak, minicik, mini minnacık bir nüans, bir ayrıntı var ki şu:
Savaşçının dramı olmaz!

Bu açıdan, yani doğru bakış açısından yola çıkılarak ele alınan meseleye azıcık dikkat verilerek bakılırsa görülecek olan şey, hâlen cezâevlerinde bulunan ve 28 Şubatçı zihniyete karşı mücadelelerinden ötürü çile çeken ve yaptıkları işi hiçbir zaman dramatize etmeye ihtiyaç duymayacak kadar şerefli insanlardır; İsmail Uysal’dır, Cihat Özbolat’tır, Ethem Köylüdür, Turan Bartın’dır, Ali Acar’dır, Cemil Şahin’dir... Ve diğerleri... İroninin daniskası, dramın dik âlâsı ve melodramın dibi, bu savaşçıların kaldıkları cezâevlerinin avlusunda her gün voltada ezilmesidir; haberdar olan bir 28 Şubat kutlamacısı var mı aceb?

En İdeâl 28 Şubat organizasyonu, bu kardeşlerimizin, abilerimizin kaldıkları cezâevleri önünde kamp kurmakla, panel düzenlemekle vesâir çalışmalarla yapılır ve bana göre geri kalan tüm aktiviteler –iyisi kötüsü ayırt etmeden söylüyorum- biraz sade suya tirit, piyasa yapma mesâbesindedir. Çünkü bu insanlar –insan olmanın gereği olarak zulme karşı çıkabilmek cesaretini gösterebilmiş cengâverler- içeride kaldıkça 28 Şubat etrafındaki yıldönümü anmaları en hafif tabirle kendi kendini kandırmak ve günü kurtarmak diye isimlendirilmelidir.
28 Şubat’tan yirmi yıl sonra askeriye ve devlet kademelerine hâlâ Kemalist yanlısı şahısların görev alabiliyor, yer bulabiliyor ve yerinde kalabiliyor olması 28 Şubat anmalarının içeriğini gayet sarih bir biçimde izâh eder anlamak isteyene!

Ha, bir de unutmadan şunu söyleyeyim; mağdurları anladık, Allah selâmet versin, yardımcıları olsun. Şu panel, gösteri, anma şeysilerine bakınca ne DGM koridorlarından, ne Metris avlusundan, ne de Bolu F Tipi’nden tanıdık bir yüze şahsen rastlayamadım! Yine de günahlarını almayayım, dikkatsizliğimden olsa gerek gözümden kaçmış olabilir, diğer arkadaşlara sormak lazım... Kendilerini 28 Şubat kahramanı diye piyasaya sunan zevata Münir Özkul’un canlandırdığı Yaşar Usta karakterinin edasıyla “iki çift lafım var” ama:
Eğer satış yapmak ve piyasada kendinizi pazarlamak derdindeyseniz 28 Şubat panelleri vesâir işlerin tezgâhını yanlış yere açıyorsunuz. Sizin ve diğer esnaflar için kurulmuş mağrur, gururlu, gariban dostu, AVM karşıtı İstanbul’un popüler birçok semt pazarı var. Haberiniz ola!

Baran Dergisi 529. Sayı