ABD ve İsrail, Ortadoğu’daki kimi rejimler üzerinden nasıl bir bölge düzeni kurmak istiyor sorusuna gelmeden önce, Bugünkü Ortadoğu’nun hali pürmelaline bir bakalım. Nasıl bir siyasî tablo ile karşı karşıyayız?

Halklar zaviyesinden bakıldığında, Ortadoğu halklarının, bugün, “Arap Baharı” diye nitelendirilen despotik rejimlere karşı isyan ettiği günlerden çok daha zor günler yaşadığını söylememiz gerekiyor. Arap Baharı’nı zemheri kışa döndüren despot yönetimler, bugün eskisine oranla çok daha güçlü ve çok daha acımasızca zulmediyorlar, halklarına.

Bu noktada, BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Mısır’dan müteşekkil Arap Baharı karşıtı bloğun bugün artık “şer ekseni” diye anılmalarına neden olan icraatlarına ve bunların Ortadoğu’daki yansımalarına bir göz atmak lazım. 

Arap Baharı’nın kışa dönmesi sonrası Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır’ın başını çektiği eksenin belirlediği ortak stratejisi şuydu; “Hüsnü Mübarek döneminde Müslüman Kardeşler’e çok toleranslı davranıldı, başımıza bunlar geldi. Bundan sonra hangi tonda olursa olsunlar ‘İslâmcılara’ nefes aldırmamamız gerekiyor.”. Bu ülkelerin hepsi de sözüm ona şeriatle yönetiliyor; Mısır bile öyle.

Öyle de yaptılar “İslâmcılar” şeytanlaştırılmaya, kriminalize edilmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Bu noktada medya ve din adamları da dahil olmak üzere her türlü enstrüman kullanıldı. Tüm rejim muhaliflerinin üzerine son derece sert uygulamalarla gittiler. Ta ki bir daha özgürleşme hayali kurmasınlar diye…
Belirledikleri bu strateji ile Ortadoğu’da değişim kıvılcımlarının çaktığı her yere müdahale ettiler. Libya’dan Yemen’e, Tunus’tan Fas’a, Somali’den Moritanya’ya kadar, siyasî mühendislik faaliyetleriyle tüm Ortadoğu coğrafyasında “İslâmcıları” iktidarlardan uzak tutmak için devreye girdiler. Bölgede domino etkisi yapacak demokratikleşme hareketlerini daha doğmadan boğmaya yönelik ayak oyunlarıyla siyasete müdahale ettiler.

Yürüttükleri algı operasyonlarında medyayı, uluslararası lobileri, İslâm dünyasının en kullanışlı aktörü haline gelen kimi din adamlarını, dini otoriteleri kullandı ve hâlâ kullanıyor ve bununla eş zamanlı olarak da “Ilımlı İslâm” kamuflajı ile bölgenin İslâmsızlaştırılması projesini yürütüyorlar.
Sudan’daki halk devrimini çalmaya çalıştılar…

Libya’daki darbeci lider Halife Hafter’i, Batılı emperyalistlerle birlikte Libya’nın Sisi’si yapmaya çalışanlar yine onlar oldu…

Cezayir’deki, Tunus’taki yeni siyasî süreçleri şekillendirmeye çalışanlar yine onlar…

Halklarına rağmen iktidarlarını korumaya çalışan Ortadoğu’nun otoriter rejimlerinin tek korkuları kendi ülkelerinin “İslâmcıları” değildi. ABD’nin önünü açtığı İran’ın Ortadoğu’da izlediği yayılmacı siyaset, diktatör rejimlerin bir başka endişe kaynağı idi. Bu iki korku, yani bir tarafta yönetimlerine karşı öncelikli tehdit unsuru olarak gördükleri ‘İslamcılar’ ve diğer muhaliflerin rejimleri devirme potansiyeli, öte taraftan İran’ın yayılmacı politikaları onları Amerika’nın kucağına itti. Amerika da İsrail ile birlikte onların bu korkularını sonuna kadar kullandı, kullanmaya da devam ediyor.

Kaba bir mafya lideri gibi “Biz olmasak iki haftada yıkılırsınız. Bunun bedelini ödemelisiniz.” şeklinde tehditler savuran ABD Başkanı Donald Trump, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez’deki müttefiklerine sattığı yüz milyarlarca dolarlık silahla, korumanın bedeli olarak onları haraca bağladı. Bugün kelimenin tam anlamıyla bu ülkelerin kanını emiyor Amerika…

Trump, koruma karşılığında bedel ödetme meselesini sadece silah satışıyla da sınırlı tutmadı. “Bir de siyasî faturası var.” dedi hadisenin. Bu siyasî faturanın en büyük kalemi, başta güvenliği olmak üzere, işgal gücü İsrail’in çıkarlarını gözeten siyaset izlemelerini istemek oldu, himayesine aldığı Körfez ülkelerinden.
Nitekim o rejimler de kendilerinden istenileni yapıyorlar, hem de fazlasıyla. Hatta o derece ki; gerek içeride kendi halklarına yönelik zulümleriyle gerekse dış politikalarında işgal gücü İsrail’in Siyonist politikalarıyla özdeşleşmiş durumdalar ki, Ortadoğu siyasî literatürüne giren, “Siyonist Araplar”, “Likudcu Araplar” gibi kavramlarla anılıyorlar artık Ortadoğu’ya ilişkin yapılan siyasî analizlerde.

“Mısır lideri Abdulfettah Sisi benden çok daha ileri düzeyde siyonisttir!” diyen İsrailli Siyonist gazeteci Edy Cohen, “Likudcu Arapların” geldiği noktayı ve Ortadoğu’daki mevcut konjonktürü çok iyi özetlemişti. Diyor ki Cohen; “İsrail, Filistin’in Müslüman Kardeşlerine, Arap yönetimlerin muhaliflerine yaptıklarına nazaran çok daha insaflı davranıyor. Mısırlıların, Müslüman Kardeşleri boğduğu kadar biz boğmuyoruz.”

Velhasıl, bugün Ortadoğu’da durum halklar ve ümmet açısından bu denli içler acısı ne yazık ki. Rejimlerini, koltuklarını koruma pahasına Filistin davasından, Mescid-i Aksa’dan çoktan vazgeçmiş, kutsal saydıkları her şeyden vazgeçmeye hazır, Siyonist İsrail ve Amerika’ya teslim olmuş, İsrail’i düşman değil müttefik, hatta ortak düşmana karşı kendilerini onunla aynı mevzide gören rejimlerle dolu bir Ortadoğu var. İşgal gücü İsrail, bugün tarihinin en konforlu günlerini yaşıyor denebilir.

Dolayısıyla ABD, özellikle İsrail’in güvenliği açısından istediği Ortadoğu’ya önemli ölçüde kavuşmuş durumda zaten. Ancak yine de bölgenin İsrail açısından daha da steril hale getirilmesi, enerji kaynaklarının egemenliği ve kullanımı başta olmak üzere bölgeye kalıcı bir sömürü düzeni getirmek isteyen ABD’nin bölgeye ilişkin projeleri tamamlanmış değil. Suriye’de altı ve üstü ile oldukça verimli topraklara sahip Fırat’ın doğusunda, İsrail ile müttefik bir terör devleti tesis etmek, neo-conların elindeki ABD yönetiminin en önemli projelerinden biri mesela.

İşte bu noktada yani bölgeye getirmek istediği kalıcı sömürü düzeninin önünde Türkiye önemli bir engel olarak karşılarına çıkıyor. Amerika’nın bölgesel çıkarlarına takoz koyuyor. “Tehdit ve cezalandırma” politikalarına teslim olmuyor. Oyunbozan hamlelerde bulunuyor. 

Türkiye gerek Obama, gerekse Trump döneminde ABD yönetimlerinin Türkiye’ye düşmanca tavırlarına, kavlî ve fiilî politikalarıyla sessiz kalmadı. ABD’nin sınırımızda bir İsrail uydusu devlet ihdas etme gayretlerini akamete uğratmaya devam ediyor. İsrail’in işgal altındaki topraklardaki gaspına karşı en duyarlı ülkelerden biri olduğunu sürekli gösterdi. ABD, NATO müttefiki Türkiye’ye Patriot hava savunma sistemlerini satmaktan imtina edince Türkiye de buna Rusya’dan S-400 alımı anlaşması ile karşılık verdi. Cezalandırma, yaptırımlarla, “ted’ip etme” taktiklerine, tehditlere rağmen S-400 konusunda geri adım atmadı. Yine Washington’ın ve diğer müttefiklerinin itirazlarına rağmen Doğu Akdeniz’de haklarını korumaktaki kararlılığını sürdürüyor.

Bugün Ortadoğu’da kurulmak istenen yeni sömürü düzenine çomak sokan, haklarına sahip çıkan, eskisinden çok farklı bir Türkiye var. İşte bu durum ABD öncülüğündeki Batı emperyalizminin ve onların kuklası durumundaki kimi Ortadoğu rejimlerinin hazmedemediği bir durum. Bu yüzden ciddi bir meydan okuma ile karşı karşıya bulunuyor Türkiye.

Oluşturdukları anti-Türkiye cephesiyle, Suriye’nin kuzeyinde, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi çevrelemeye yönelik adımlar atıyorlar. Ortak stratejiler belirlemekle meşguller. Çünkü bütün tehditlere rağmen sondaj faaliyetlerini sürdüren Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de bulacağı gaz, onu enerji tedarikçisi ülke olmaktan çıkartıp, enerji ihraç eden ülke haline gelmesini sağlayabilir. Bu da Batı emperyalizmi açısından işlerin çok daha sarpa sarması anlamına gelecektir. Savunma sanayini güçlendiren, bu anlamda dış bağımlılığını her gün daha da azaltan Türkiye’nin bir de enerji sorununu halletmesi, oyunbozan bir ülke halinden çıkıp, oyun kuran bir ülke haline gelmesinin önündeki çok önemli bir engelin kalkmasını da beraberinde getirecektir.

Sonuç olarak güçlü olanın haklı olduğu bir düzen hüküm sürüyor dünyada. ABD öncülüğündeki Batı emperyalizminin güç kullanarak kurdukları sömürü düzenine karşı daha da güçlü olmak gerekiyor. Bir de Ortadoğu’nun işgal altındaki topraklarını, Kudüs’ü, bölgeyi bu hale getiren işgalci İsrail’in elinden kurtarmadan önce belki öncelikle yapılması gereken şey; Ortadoğu ülkelerinin yönetimlerinin, kuklaların işgalinden bir an önce kurtarılmasıdır.

Baran Dergisi 657. Sayı