(Vakıf lügatçemize geçen sayı kaldığımız yerden devam ediyoruz.)
Eizze vakıf: Eizze, aziz kelimesinin çoğuludur. Aziz; âbid, zâhid, kerameti zâhir zat mânâsınadır. Eizze vakıfları Abdülkadir Geylânî, Mevlâna, Hacı Bektaş-i Velî vakıflarıdır ki, bunlar 19. asırda evkaf idaresi kurulduktan sonra dahi bu idarenin dahli olmadan husûsî mütevellileri tarafından idare edilirlerdi. Bunlara müstesna vakıf da denirdi.
Ekber-i evlâd: Çocukların en büyüğü demektir. Birçok vakfiyede vakfın idaresi ekber ve erşed-i evlâda şart kılınmıştır. Bu kabil vakıfların tevliyeti çocukların en büyüğüne tevcih olunur.
Ekere: Takdiren “âker” in çoğuludur. Âker, kazan ve süren demektir. Kazmak mânâsına olan “ekr”den türetilmiştir. Çiftçiler anlamına gelmektedir.
El-ahvecü fel-ahvec: Ahvec, en ziyade muhtaç demektir. Bu takdirde terkibin mânası en muhtaç sonra en muhtaç demek olur. Meselâ vâkıf, “vakfımın geliri el-ahvec fel-ahvec yakınlarıma verile” diye şart koysa, gelir en muhtaç olana verilir. Bazılarının reyine göre evvelâ zekât nisabına malik oluncaya kadar en muhtaç, kalana da bu minval üzere ihtiyaç derecesine göre tevzi olunur.
El-akrebü fel-akreb: Akreb, en yakın demektir. Şu halde terkibin mânası en yakın, sonraki en yakın olur.
Elfâzı-ı vakıf: Vâkıfın vakıfla ilgili arzularını ifade eden sözlerdir.
Emin-i mahzen: Vakıf deposundaki erzak, eşya ve ilâçların muhafazasına memur kişiye denir.
Emin-i sarf: Müessesenin talimatı dairesinde erzak ve eşyayı kilerden sarf ve dağıtıma memur kişi demektir.
Evkâf-ı celâliye: Mevlevi tarikatı menfaatleri ve ihtiyaçları için tahsis olunan vakıflardır. Bunlar, müstesna vakıflar arasındaydılar.
Evkâf-ı hümayûn: Padişah ve akrabalarının vakıflarıdır.
Evkâf-ı mazbuta: Doğrudan doğruya Evkaf İdaresi tarafından idare olunan vakıflardı.
Evkâf-ı mülhaka: Evkaf İdaresinin nezaret ve murakabesi altında, mütevellileri marifetiyle idare olunan vakıflardır.
Evladiye vakıf: Gelirleri evlâd ve evlâd-ı evlâda verilmesi şart kılınmış vakıftır.
Evlâd-ı zuhûr: Bir adamın erkek ve kız çocuklarıyla erkek çocuklarının erkek ve kız çocuklarıdır.
Evlâd-ı zükür: Kişinin erkek ve kız çocuklarının erkek çocukları mânâsınadır.
Fakir: Nisaba yâni kendisine zekât vâcib olacak miktar mala mâlik olmayan kimsedir. Çoğulu “fukara”dır. Mesken, giyecek ve mefruşat gibi zaruri ihtiyaçlara, altı aylık yiyecek ve içecekle 200 dirhem gümüş veya o kıymette mala sahib olmayan kimseye denir. Vakfiyelerde geçen fakir ve fukara tabirlerinden bu mânâ anlaşılmalıdır.
Ferâğ: Vakıf ıstılahı olarak bir kimsenin çatısı olan bir vakıf malındaki tasarruf hakkını başkasına terk etmesinden ibarettir. Verene “fâriğ”, kendisine terk olunan kimseye “mefrûğun leh”, bu feragat mukabilinde ödenen paraya da “bedel-i ferağ” denir.
Ferağ anilcihet: Bir kimsenin vakıf bünyesinde gördüğü vazifeden başkası adına çekilmesidir.
Ferağ bilvefâ: Bir borçlunun tasarrufu altında olan bir vakıf mahallinden, borcunun bitiminde yine kendisine iâde olunmak üzere muvakkaten alacaklı lehine çekilmesidir.
Ferağ-ı kat’i: Şartsız vukû bulan feragattir.
Ferrâş: İmaret, cami, mescid ve benzeri yerlerin temizliğini temin, hasır ve kilim gibi mefruşatını tefriş hizmetiyle vazifeli kimse.
Fersah: Üç mil yâni 7500 arşın mesafe...
Gabn: Alım satım gibi karşılıklı bağlayıcılığı olan muamelelerde aldatmak mânâsınadır. İki kısımdır: Gabn-i fahiş ve gabn-i yesir. Gabn-i fâhiş, kumaş ve meta gibi mallarda onda birin yarısı, hayvanlarda onda bir, akarda beşte bir miktarı veya daha ziyade aldanmaktır. Bu durum, tartılan ve ölçülen tüm mallara şamildir. Gabn-i yesir ise bahsettiğimiz miktarlardan az aldanmaktır.
Galle-i âtiye: İstikbaldeki fayda. Bunlara galle-i hadise de denir. Vakfın kuruluşundan sonra, ancak vakıftan faydalanacakların meşrutun leh olmayı kabullerinden önce oluşan gelirlerdir.
Galle-i maziye: Geçmişteki fayda. Vâkıfın şartını ilk önce red, sonra da kabul eden meşrutün-leh’in kabulünden evvel vücuda gelip vâkıf tarafından hak sahibi kılınan diğer kişilere dağıtılmış varidat ve semeredir. Şartı sonradan kabul eden meşrutun-leh’in bunu geri almaya hakkı yoktur. Çünkü redden sonra kabul, galle-i âtiye durumunda geçerliyken galle-i maziye için geçerli değildir.
Galle-i me’hûze: Vakıf kurulduktan sonra vâkıfın şartını kabul ile meşrutun-lehe ödenmiş gelirlerdir. Meşrutun-leh, daha sonradan şartı reddetse dahi kendisinden geri alınamaz. Bir kimsenin bir malda mülkiyeti sabit olduktan sonra onu reddetmekle bu hakkı kaybolmaz.
Galle: Mahsul ve fayda demektir. Vakıf ıstılahında bu tabir, menkul ve akar nev’inden gelirler için kullanılmaktadır. Tabii ve hukukî semere ve faydalara şamildir. Vakıf paraların rıbhı, vakıf binaların kirası, vakıf bahçelerin meyvesi birer gailedir.
Gani: Zekât verecek kadar zengin olan kişi; Kendisine sadaka caiz olmayan kimse…
Garaz-ı vâkıf: Vakıf yapanın maksadı demektir. Vakfiyelerdeki ibâreler daima vâkıfın kasdına göre yorumlanır.
Garib: Vatanından uzak olan demektir. Çoğulu “gurebâ”dır. Vakfiyelerde geçen garib ve gurebâ tabirlerinin o belde ve zamanın örfüne göre tefsir olunması icâb eder.
Gedik: Ticaret yapmak ve zanaat icra etmek yetkisidir. Ticaret ve zanaat için gelir getiren bir mülk içine konulan alet-edevata da gedik denir. Gediğin, yani alet-edevatın durması karşılığında mülk akarda malikinin, vakıf akarda mütevellinin izin ve rızasıyla belirlenen kira verildikçe gediği kullanan kimsenin o mekân üzerinde kalma hakkı vardır. Bunun, böyle bir yerden çıkarılması mümkün olmadığı gibi, kirası da artırılamaz. Vakıfların bu gedik usulü yüzünden büyük zararlara uğradıkları bilinmektedir. Bilhassa Osmanlıların son devrinde bunu düzeltme yönünde girişilen türlü çalışmalar da akamete uğramıştır.
Gediğin muaccelesi: Hazine arazisinden belli bir bedel karşılığı kiralanmış durumdaki gayr-i menkulün, üzerindeki her tür alet-edevattan ayrı olarak gerçek kıymetine yakın bir rakamla peşin ödemeyle isteklisine verilmesidir. Yani hazine arazisini kiralayan ve üzerinde her hangi bir işletme kuran bir kişinin, bu araziyi üçüncü bir kişiye, gayrimenkul bedelini gözeterek kiralamasıdır. İrsadî vakıfların önemli gelir kaynaklarından birisi bu ve aşağıdaki müeccel gediktir.
Gediğin müeccelesi: Âlet ve edevatın durması mukabilinde üzerinde bulunduğu mahal için aydan aya veya seneden seneye akar sahibine ödenmesi lâzım gelen kiradır.
Gedikât-ı mevkufe: Gedik sayılan âlet ve edevatın yerlerinde kalması ve devam hakkı olmasını temine yönelik bazı gedikler vakfedilmiştir. Bunlara gedikât-ı mevkûfe denir ki, vakıf gedikler demektir.
Gedik mutasarrıfı: O yerde kalma hakkı olan, âlet ve edevatın sahibi kişi; o yerin kiracısı.
Gedik mülkü: Gediğin, üzerinde bulunduğu akardır. Bu akar ister mülk ister vakıf olsun bu yere gediğin mülkü denir.
Guzat vakfı: Gazilere ait vakıf demektir. Mesela Mihal Gazi vakıfları…
Habbâz: Vakfiyelerde geçen bu tabir imaret, hastane gibi yerlerde ekmeği pişirip hazırlayan kişi demektir.
Hademe-i hayrât: Hayır müesseselerinde vazifesi olanlar...
Hademe-i merdâ: Hastalara hizmet edenler; hasta bakıcılar… Dârüşşifa, hastane ve tımarhane vakıflarında bunların ne suretle hizmet edeceklerine dair tavsiye ve emirler vardır.
Hademe-i vakıf: Vakıf işlerinde vazife alan kimselerdir. İmam, hatib, müezzin, kayyum, muallim, müderris gibi…
Haffâr: Mezar kazan şahıs. Bazı vakıflarda haffarlık bir hizmettir.
Hânut: Meyhane mânâsınadır. Dükkân mânâsına da gelir. Vakfiyelerde rastlanan hânut, dükkân demektir.
Haremeyn: Harem kelimesinin “ikili-tesniye” hâlidir. Harem, Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de hudutları belli kudsî mahaller veya doğrudan Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere demektir.
Haremeyn vakfı: Hâlen veya ilerde (yâni meşrûtun-lehleri yok olduktan sonra) gelirleri tamamen veya kısmen Haremeyn (Mekke ve Medine) fukarasına şart kılınmış vakıflardır.
Haremeyn evkafı müfettişliği: Evkaf-ı Hümayun ve Haremeyn Evkafı ve yapılarına ait belli bazı hususlara bakmak üzere Muharrem 995 (1586) tarihinde ihdas olunan şer’î memuriyetti.
Haremeyn evkafı muhasebeciliği: Dârüssaâde ağalarının nezareti altında bulunan vakıfların muhasebelerini tutmaya ve vakfiyeleriyle hizmetlerini kaydetmeye mahsus bir memuriyetti.
Haremeyn evkafı mukataacılığı: Dârüssaâde ağalarının nezareti altında olup mukataaya bağlı vakfedilmiş mal ve mülklerin kaydına, intikaline ve ferağına, vergi ve gelirlerinin tahsiline mahsus memuriyetti.
Havaşî: Asıl ve fer olmayan akraba.
Hayrât: Halkın faydalanması maksadı ve Allah rızası için yapılıp vakfedilen eserlerdir. Cami, mescid, mekteb, kütüphane, misafirhane, cenaze için kazan, tabut gibi… Akarın karşılığıdır. (Akarın, vakfın gayesini devam ettirmek için varidat getirmek üzere vakfolunan gayrimenkuller olduğunu geçen sayımızda belirtmiştik.)
Hıyanet-i vakıf: Mütevellinin vakıf hakkında caiz olmayan bir harekette bulunmasıdır. Vakfın bir akarını zaruret yokken bilerek ecr-i mislinden çok aşağıya kiralamak, vakıf akarın kendi mülkü olduğunu iddia edip isbat edememek, vakfın gallesini vâkıfın şartı hilâfına sarf ve istihlâk etmek, vakfın imar ve muhafazasında ihmal ile vakfa zarar vermek gibi şeylerdir. Vâkıfın şartı o mütevellinin görevde kalması bile olsa, hâkim kararıyla görevden alınıp yerine kayyum atanması böylesi durumlarda zaruridir.
Hukr: Bir vakıf arsayı muayyen bir ücret mukabilinde tasarruf altında tutmaktır.
Huluv: Bir akar üzerinde işgal edilen mücerred faydadır.
İcâre: Fıkıh ıstılahında belirli menfaati, belirli karşılık mukabilinde temlik etmek mânâsınadır.
İcâb-ı vakıf: Vakıf yapmak için söylenen ve mahallî örfe göre vakıf yapmaya delâlet eden sözdür. Vakıf, kasda delâlet eden sözle varlık bulur. Lafız olmadan, sadece mücerred niyetle vakıf yapılamaz. Meselâ, bir kimse vakfetmek niyetiyle bir gayrimenkul satın alsa ama bununla ilgili bir beyanda bulunmasa, o gayrimenkul vakfedilmiş olmaz.
İcâreteyn: Peşin ya da seneden seneye verilecek ücrettir.
İcâre-i muaccele: Peşin ödenen ücret demektir. Adi icarda olduğu gibi mukataalı vakıflarla icâreteynli vakıflarda peşin alınan ücrete, icâre-i muaccele denir.
İcâre-i müeccele: Hazine arazileri ile icâreteynli ve mukataalı vakıf mahallerde kullanılan bir tabirdir. Tarım maksadıyla kullanılan hazine arazisinde öşür ve humus gibi gelir hissesiyle, tarım yapılmayan hazine arazisi için icâre-i zemin veya mukataa yoluyla, icâreteynli vakıflar ile mukataalı vakıflarda (mukataa) ve (icâre-i zemin) adları altında toplanan senelik ücretlerdir. Hazine arazisinde hasat zamanında, vakıflarda ise sene sonunda alındığından müeccele (ertelenmiş) denmiştir.
İcâre-i tâvile: İcâre-i vahideli (en fazla üç yıllık kiraya verilebilen) bir vakıf akarın muayyen sebeplerden birisi neticesinde üç seneden fazla bir müddetle veya daimî olarak kiraya verilmesidir. İster bu müddet muayyen olsun isterse mukataada olduğu gibi bu müddete bir son tesbit edilmemiş bulunsun.
İcâre-i zemin: Mukataa demektir. Bir arsanın üzerinde bina ve ağaç bulunması dolayısıyla icâre-i zemin (yer kirası) denmiştir.
İcâre-i vahideli vakıf: Mütevelliler veya o makama kâim olanlar tarafından muayyen ve kısa bir müddetle kiraya verilen vakıf akarlardır. Mukabili icâreteynli vakıflardır.
İcâre-i vahideli akarât-ı mevkufe: Ay ve sene gibi bir zaman dilimiyle sınırlandırılmış olarak mütevellisi tarafından ecr-i misliyle taliplerine kiralanan akardır. Vakfiyesinde herhangi bir zaman dilimi belirtilmemiş ise, ziraî alanlardaki akarlarının üç seneden, bina akarlarının ise bir seneden fazla olmamak üzere kiralanabilmesi mümkündür. Ancak daha uzun bir müddet kiraya verilmesinde vakıf lehine bir durum hâsıl olursa, hâkim kararıyla bu süre uzatılabilir.
İcâreteynli vakıf: İhtiyaca binaen müddetsiz kiraya verilen vakıf akarlar… Kıymetlerine yakın peşin ve seneden seneye verilmek üzere müeccel cüz’i bir ücret mukabilinde kiraya verilen vakıf mülkleri…
İthal ve ihraç şartı: Kurucusunun, istediği zaman vakıf nizamnamesine yeni şartlar koymak veya mevcut şartları vakfından çıkarmak salahiyetini muhafaza ettiğine dair şarttır.
İhkâr: Bir yer üzerinde bina yapmak ve ağaç dikmek üzere yıllık muayyen bir meblâğla ve bakmak şartıyla kiralamaktır.
İktâ: Hazineye ait arazinin menfaatinin yetkililer tarafından bir hak sahibine ya da herhangi birisine temlik olunmasıdır. Hazineden istihkakı olanlara aylık veya senelik olmak üzere kâfi miktar para verilebileceği gibi o miktar karşılığı hazine arazisinin rakabesi veya mîrî menfaatleri temlik edilebilir.
İktaât-ı mevkufe: Gelirleri tahsis edilen kişi tarafından vakfedilmiş iktâ arazileri... Mülknâmelerin çoğunluğu ve bu mülknâmelere istinaden yapılan vakıflar bu cinstendir.
İmar: Bir yeri ihya ve bir binayı tamir ve ıslah etmek, ma’mur bir hale getirmek demektir.
İmâret: Birçok mânâsı bulunan bu kelimenin bir mânâsı da ma’murdur. Vakıf ıstılahında talebe ve fukara için yemek pişirilip hazırlanan binalara denir. Bu gibi yerlere Türkçe “aşhane” ve “aşevi” denir. Vakıfların en önemli faaliyet sahalarından birisidir. Bütün İslâm coğrafyasında binlerce örneği halen mevcuttur.
İmâret-i vakıf: Vakfolunan şeyin vakıf zamanındaki bulunduğu hal üzere veya meşrut şekilde tamiridir. Vakıflarda başta gelen masraf vakıf yapılarının tamirine yöneliktir. Bu husus temin edilmedikçe vakfın geliri vakfın diğer işlerine sarf edilemez.
İmâret-i gayri zaruriye: Tezyinat gibi zarurî mahiyette olmayan imaretlerdir.
İmâret-i zaruriye: Bir vakfın kıymet ve varidatını düşürecek noksan ve hasarı gideren imar faaliyetleri.
İmâret nâzırı: İmarethanelerde yemeklere ve yemekhanelere nezâret eden kimsedir ki, yemeklerin nefasetinden ve yemekhanenin tertib ve düzeninden sorumludur. Eğer doğrudan idareci değilse, kötü bir durum gördüğünde imaret müdürünü bilgilendirir. Bu kadro her vakıfta bulunmamaktaydı.
İnşâ-ı vakıf: Vakıf tasarrufunu ortaya çıkaran sözlü beyandır.
İrsâd: Gözetme ve gözlemek mânâsınadır.
İrsâdî vakıf: Aslî mülkiyeti (rakabesi) hazineye ait olan bir mülkün menfaatini salahiyetlilerin hazinede alacağı olanlara tahsis etmesidir ki, buna tahsisat kabilinden vakıf da denir. İrsâdî vakıf, irsâd-ı sahih ve irsâd-ı gayr-i sahih olmak üzere iki kısımdır. Bilhassa Osmanlı devletinde çok sıkça rastlanılan irsâdî vakıf uygulaması, kimi zaman çok yanlış neticeler de doğurmuştur. Yeri geldiğinde oldukça teferruatlı bir biçimde tetkik edeceğimiz vakıf türlerinden birisi de bu irsâdî vakıflar olacaktır.
İstanbul Efendisi: Bir zamanlar İstanbul Kadısına İstanbul Efendisi denmekte idi. Dersaâdet, İstanbul ve Bilâd-ı Selâse (Üç Belde) namıyla dört mıntıkaya ayrılarak her mıntıkaya birer kadı tayin olunmuştu. Sur dâhilinde olan kısma “İstanbul” denirken, Bilâd-ı Selâse de “Eyüp”, “Galata” ve “Üsküdar”dan müteşekkildi. İstanbul Kadısına 17. Asırda “İstanbul Efendisi” denmekte iken sonraları “İstanbul Kadısı” unvanıyla anılmaya başlanmıştır. Bu yüzden o tarihlerdeki vakfiyelerde İstanbul Efendisi şeklinde geçmektedir.
İstibdâl: Bir vakfı, mülk ile değişmektir. Bu mülk, menkul ya da gayr-i menkul mahiyette olabilir. İstibdâl yapabilmek için vâkıfın şartına bakılır. Varsa işlem gerçekleştirilir; yoksa mübadele yapılamaz. Ancak vakıf akarları gelir getirmez veya getirdiği masrafları karşılamaz olursa ve aynı zamanda istibdâlde vakıf için menfaatli bir vaziyet ortaya çıkarsa, vâkıf istibdâli men etmiş olsa bile hâkimin kararı ve yetkililerin izni ile mütevelli istibdâl yapabilir. İstibdâlde mutlak surette hâkim kararı ve yetkililerin izni aranır. Mütevelli kendi başına vakfın akarını istibdâl edemez.
İstibdâl-i müseccel: Tescil olunan istibdâl demektir. İstibdâl şartları tahakkuk edip hâkimin kararı ve yetkililerin izni ile istibdâl tamam olduktan sonra yapacağı bir murafaa (duruşma) ile hâkimin istibdâlin doğruluk ve gerekliliğine hükmetmesidir.
İstinâbe: Vekil tayin etmek, naib atamak… Ehil olmak şartıyla vakfın hizmetlileri özürlü ve özürsüz yerlerine başkasını vekil tayin edebilirler. Ancak vâkıf bizzat vazife ifasını şart etmiş ise mazeret olmadıkça istinabe câiz değildir.
Kâim-ül makam-ı mütevelli: Mütevelli aleyhine dâva açıldığı veya mütevelli vekil bırakmaksızın uzak bir yere gittiği zaman bir süreliğine vakıf işlerine bakmak üzere hâkim tarafından tayin olunan kimsedir.
Karabet: Baba veya ana her ikisi tarafından İslâmiyet devrini idrak eden son babaya nisbeti bulunanları ifade eder. Zımmîlerde (gayrimüslim tebâ) de karabet bu mânâya gelir.
Karn: Devir ve yüz sene demektir. Buna asır da denir. Daha başka mânâları varsa da vakfiyelerde bu mânâda kullanılmıştır.
Karnen ba’de karnin: Devir devir, asır asır demektir. Süreklilik ifade eder. Fakat tertibe delâlet etmez. Mesela, vâkıf vakfının gelirini “karnen ba’de karnin evlâd ve evlâd-ı evlâdına şart eylese” kendisinden sonraki tüm nesebi gelire hak kazanmış olur.
Kâtib-i hâfız-ı kütüb: Vakfedilmiş kütüphanelerdeki kitapların miktar ve isimlerini kütüphane defterlerine kaydeden, dışarı kitab verilebiliyorsa kime ne kitab verilmiş ise takip defterine işleyen ve hâfız-ı kütübün kütüphane işlerine ait emirlerini ifa etmekle mükellef olan kimsedir.
Kâtib-i imâret: İmârete giren ve çıkan erzak ve eşyayı deftere kaydeden kimse.
Kayyım veya kayyum: Vakfın malını görüp gözetmek ve korumak üzere tayin olunan kimsedir. Mütevelliye de kayyum denirdi.
Kefil-i meli: Servet sahibi kefil demektir. Bilhassa para vakıflarında, rıbh karşılığı borç verildiğinde mutlaka bir kefil-i melinin imzası istenirdi.
Kehhâl: Değişik mânâları olan kehlin bir mânâsı da göze sürme çekmektir. Hastane vakfiyelerinde göz hekimleri kehhâl unvanıyla zikrolunurdu. Saraydaki göz hekimlerinin başına kehhâl başı denirdi. Araplar kehhâle “tabîb-ül’uyûn” demektedirler. Göz hekimlerine kehhâl denmesinin sebebi muhtemelen sürmenin göze ve göz hastalıklarına faydası olması cihetindendir.
Kendüm küb: İmârethanelerde buğdayları dövüp hazırlayan kimse.
Kennâs: Abdesthaneleri süpürüp temizleyen demektir. Bazı vakfiyelerde kennâslık bir hizmet olarak yer almış ve ücret tayin olunmuştur.
Kilardâr: Yiyecek ve içecek şeyleri muhafaza eden ve verilecek ve sarf edilecek yerlere verip sarf eden vazife sahibidir.
Kise (kese): Eskiden yüz akçeye bir kise, yüz bin akçeye bir yük, on yüke bir hazine denirdi. Birim para olarak kuruş kabul edildikten sonra kise, yük gibi tabirler terk edilmiştir.
Kurbet: Cenab-ı Hakk’a yakınlık ve ibadettir. Cenab-ı Hakka kurbet ve ibadet, vakfın kuruluşunun temel sebebi olarak kabul edilmiştir. O yüzden vakıf ıstılahında son derece mühim bir yer işgal etmektedir. Tüm İslâm vakıfları, kurbet maksadıyla tesis olunur.
Gelecek sayı önemli vakıf tabirlerini aktarmayı sürdüreceğiz.

Baran Dergisi 462. Sayı