Geçen hafta, Kur’ân-ı Kerim’deki iyiliği emredip kötülükten nehyeden ayet-i kerimeleri genel hatlarıyla ele almıştık. Yaradan’ın emirleri Müslümanların her daim iyilik edip yardımlaşması istikametindedir. Vakıf kurumunun ilk dayanağı da bu ayetlerdir. Bu hafta mezkur ayetlerde geçen hususları tasnif edeceğiz. (Kaynaklarımız yine Mustafa Şentürk’ün “Vakıf Kültürünün Kur’ân’daki Referansları” ve Vecdi Akyüz’ün “Kutsal Metinlerimizde Vakıf Referansları” isimli makaleleriyle Nazif Öztürk’ün “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar” isimli eseri.)
Amel-i Sâlih: Amel-i Sâlih, Kur’ân-ı Kerim’de en çok değinilen hasletlerden birisidir. Çok kapsamlı ve başka mefhumlarla da birçok yönden bağlantılıdır. Amel, “çalışmak, didinmek, çabalamak, iş yapmak, iş, eylem, davranış” gibi anlamlara getir. Amel, insanın şuurlu olarak yaptığı iş ve davranıştır; bu yönüyle “aksiyon” kelimesine karşılık gelmektedir. Amel, iyi de, kötü de olabilir. Birleşik bir tabir olarak kullanılan amel-i sâlih, kelime anlamıyla “iyi iş, yararlı, güzel, değerli, verimli, sevap kazandırıcı iş, iyi ve güzel davranış” demektir. Dinî bir terim olarak ise, Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle ilâhî bir emri yerine getirmek; kişinin kendisi, ailesi ve diğer insanların yararına yaptığı her türlü iyi iş anlamındadır. Bu tanıma göre, sâlih amellerin sayısı, bütün ilâhî emirler sayısı kadardır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de bu emirlerin hemen tamamı, sâlih amelden bahseden ayetlerin kendisinde, hatta öncesinde ya da sonrasında yer almaktadır.
İslâm’ın dünya hayatında insandan beklediği şey, önce iman sonra da imanın şekillendirdiği sâlih ameldir. Kur’ân’da bu iki özelliğe sahip, yani imanı ve amel-i sâlihi olan insanların yaratılmışların en hayırlıları olduğu (Beyyine, 6-7), eninde sonunda yeryüzüne bu kimselerin hâkim olacağı (Nur, 55) ve ebedi âlemde cennete yerleştirilecekleri (Talak, 11) beyan edilir. İnsanlara faydalı şeyler ise yeryüzünde kalıcıdır (Ra’d, 17). Kur’ân’da iman ile birlikte çok sık atıf yapılan ve geniş bir anlam alanına sahip olan sâlih amel, Elmalılı Hamdi Yazır’ın yerinde tasnifiyle kalbî, bedenî ve malî davranışlar olup kişinin hem dünyada hem de ahirette iyilerden olmasını sağlayacak işlerdir. Başka bir ifadeyle, inancının ilkelerini davranışlarına yansıtmak ve samimi bir niyetle Allah’ın rızasını gözetmek suretiyle, ferdin kendisine, cemiyetine ve insanlığa faydalı olacak faaliyetlerde bulunmasıdır. Yani sâlih amel, “davranış yoluyla dışa yansıyan imandır”.
Bu geniş kapsamı içinde amel-i sâlih, kişiye, zamana ve yere göre değişiklik gösterir. Dediğimiz gibi, amel-i sâlih, hem ferdî, hem de içtimaî boyutludur. Amel-i sâlih yerine, amel kelimesi düşerek, bazı ayetlerde sâlih (iyi) sıfatı tekil olarak (Mesela, Tevbe, 102; Mü’minûn, 51; Furkan, 71) bazen de “sâlihât” biçiminde çoğul olarak (Mesela, Hûd, 11; Kehf, 46; Meryem, 76) kullanılmıştır. Tek Allah’a kulluk etmek, namaz kılmak, zekât vermek, doğru söylemek, fakirlere yardım etmek, düşmanla savaşmak, güzel söz söylemek, Kur’ân okumak, kendi nefsini yenip terbiye etmeye çalışmak, ana-babaya iyilik etmek, ana-babanın Allah’a ortak koşma isteklerine karşı çıkmak, amel-i salih işlerdendir. Amel-i sâlihin başlıca örnekleri, şu ayetlerde topluca yer alır:
“İman edip salih ameller işleyenler(e gelince:) Onlar da cennetin arkadaşlarıdırlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır. Hani İsrail oğullarından ‘Allah’tan başkasına ibadet etmeyin, anaya, babaya, hısımlara, yetimlere, yoksullara iyilik yapın, insanlara güzellikle söyleyin, dosdoğru namaz kılın, zekât verin’ diye (emretmiş,) teminatlı söz almıştık. Sonra (bu sağlam sözünüze karşı) –içinizden birazınız hariç olmak üzere- arka döndünüz ve siz de (atalarınız gibi) hâlâ yüz çevirmekte berdevamsınız.” (Bakara, 82-83)
“Onlara dünya hayatının misalini de irad et. (O) gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki bununla yer(yüzünün) nebatı birbirine karışmış, en nihayet (o nebat) kuru bir çöp kırıntısı haline gelip rüzgârlar onu savuruvermiştir. Allah, her şeyin üstünde bir kudret sahibidir. O mal, o oğullar (hep) dünya hayatının ziynetidir. Bekaya erecek (kalıcı olacak) iyi (amel ve hareket)ler ise Rabbinin nezdinde sevapça da hayırlıdır, amelce de hayırlı.” (Kehf, 45-46)
Bazı müfessirlere göre, buradaki “kalıcı olacak iyilikler” ifadesinin bir anlamı da, yapan kişi ölüp gitse de hem dünyada hem ahirette onun sevap hanesine yazılacak amellerdir. Bu ve aşağıda sunacağımız diğer bir ayet, kişi bedenen dünyadan ayrılsa bile amel defterinin açık tutulacağına işaret etmektedir. Allahualem, vakıf gibi kalıcı hayır-hasenat işleri onun lehine bu amel defterine işlenecektir.
“Allah, doğruya erenlerin hidayetini arttırır. Kalıcı salih ameller, Rabbinin katında, sevap olarak da, sonuç olarak da daha hayırlıdır.” (Meryem, 76)
Hayır
“Hayır” kelimesinin anlamlarını, “iyi, güzel, faydalı şeyler gibi manevî ve mal-mülk gibi maddî değerler” şeklinde iki ana başlıkta toplamak mümkündür. Bakara Sûresi 215. ayette iki defa tekrar edilen hayır kelimesinin “hayır infak etme” şeklindeki ilkine maddî yardım, “hayır yapma” şeklinde ifade edilen ikincisine de Allah için yapılan iyilik anlamı verilmiştir.
Buna göre mefhumun ayetlerde mal, servet gibi maddî değer ve imkânlar için kullanıldığını görüyoruz. Ölen kişinin geride bıraktığı hayır “mal bırakma” şeklinde anlaşılmıştır. Yine Hz. Süleyman’ın cins atlara, insanın da mala düşkünlüğü hayır kelimesiyle anlatılmıştır. Ayrıca Kur’ân’da doğrudan “mal infak etmek” şeklinde yer alan ifadeler, hayır ve mal kelimeleri arasındaki mânâ yakınlığını göstermektedir. (Bakara, 262)
Kur’ân’da, hayır yapmak emredilir ve kişiye ahirette faydası olacak her türlü iyilik hayır olarak vasfedilir: “Önceden kendiniz için ne hayır yaparsanız Allah’ın katında onu bulacaksınız” (Bakara, 110) ifadesinde geçen hayır kelimesini Taberi “Allah’ın razı olduğu her türlü amel” şeklinde tefsir etmiştir.
Kur’ân-ı Kerim, hadisler ve diğer İslâmî kaynaklarda, hayır kelimesinin başta malî fedakârlıklar olmak üzere her türlü yardımseverliği ifade eden anlam genişliğinde kullanılması ve Müslümanların bu tarz faaliyetlere teşvik edilmesi, en baştan itibaren Müslümanlar arasında güçlü bir dayanışma ruhu geliştirmiştir. Ayrıca çeşitli kişi ve kuruluşlarca darü’ş-şifa, darü’l-eytam, darü’l-aceze, darü’ş-şafaka, imaret, sebil, köprü, cami, mektep ve medrese gibi vakıf menşeili kamuya hizmete matuf birçok hayır eserinin meydana getirilmesini sağlamıştır.
İyilik yapma/ihsan
Kur’ân-ı Kerim’de “ihsan” kavramı hem Allah’a hem de insanlara nisbet edilir. Bu ayetlerde “yaptığı işi güzel yapmak” (Secde, 7; Mü’min, 64; Kehf, 104) ve “iyilik etmek” (Yusuf, 13 ve 100; Talak, 11; İsra, 7) anlamında kullanılmıştır. Allah Kur’ân’da mutlak olarak kullarından O’nun kendilerine yaptığı gibi, diğer kullarına da ihsan/iyilik etmelerini ister. (Kasas, 77)
Bu doğrultuda ihsanın, hilm faziletinden kaynaklanan bir anlayışla kişinin başta annesi ve babası olmak üzere yakınları, yetimler ve yoksullar karşısındaki cimrilikten uzak fedakârane tutumunu ifade ettiği söylenebilir (Nisa, 36-37). Daha ayrıntılı bir şekilde ifade etmek gerekirse, ihsan, insanın hem Allah’a hem de yakın ve uzak çevresine, bütün insanlara, hatta tabiata karşı yaklaşımında, tutum ve davranışlarında adil olması şeklinde tanımlanabilir.
İyilik/Birr
Bakara Suresi 177. ayette “birr” kelimesi dinin sacayağını oluşturan inanç, ibadet ve ahlâk ilkeleriyle açıklanmaktadır. Razi bu tabiri “bütün taatler ve kişiyi Allah’a yakınlaştıran bütün hayırlı ameller” şeklinde tarif etmektedir. Ayette “birr”in muhtevasının sınırlandırılmadığı, iman, ibadet ve ahlâka dair bütün iyi hasletleri kapsayacak genişlikte bir tabir olduğu görülecektir. Kur’ân’da birr Allah (Tûr, 28), melekler (Abese, 16) ve Allah’ın “iyi” kulları (İnsan, 5) için kullanılmıştır. Allahualem, tabirin Allah için kullanılması yarattıklarına rahmet, mağfiret ve ihsanının bol olması, melekler için kullanılması iyilerden olmaları ve insanlar için kullanılması iyilikler yaparak iyiler mertebesine ulaşmaları dolayısıyla olsa gerektir. Zira bilindiği gibi Kur’ân insanlara iyilik/birr ve takva üzere yardımlaşmalarını emreder. (Maide, 2)
İyilik/ma’rûf
Kur’ân’da “iyiliği emretmek ve kötülüğe mani olmak” (Emri bilma’rûf, nehyi anilmünker) (Ali İmran, 110) terkibinde “iyilik” olarak geçen bu kelime, mü’minlerin hususiyetlerinden birisi sadedinde zikredilmektedir. Bu tabiri, dine ve aklıselime nisbetle iyi ve güzel olan, yerine getirildiğinde ferd ve cemiyetin huzurunu sağlayan, ayrıca bütün insanların hayrına olacak hususları, onların faydaları doğrultusunda uygulayarak dünya ve ahiret saadetini kazandıracak tüm şeyler şeklinde tanımlamak mümkündür.
Tabirin İslâm öncesi devirlerde kullanıldığı belirtilen “cömertlik ve ikram” anlamının, sonraki dönemde de bu anlamını koruduğu görülmektedir. Nitekim Hz. Peygamber (SAV)’in ma’rûf kelimesini ikram ve yiyecek yardımı anlamında kullanması bunu doğrulamaktadır.
Allah Yolunda Harcama Yapma/infak
Vakıfla ilgisi kurulan ayetlerden bir bölümü, infak (Allah yolunda harcama) ayetleridir. İnfak ayetlerinin sayısı yüz civarındadır. Dinî-ahlâkî bir terim olarak infak, genellikle “Allah’ın rızasını elde etme amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması” demektir. Aslında infak ayetleri, farz olan infak ve zekâtı kapsadığı gibi, mânâ olarak farz olmayan yardımları, sadakaları ve hayra süreklilik kazandıran vakıfları da kapsar. Vakıf, aslen teberru ve sadaka muameleleri arasında görüldüğünden, söz konusu ayetlerin vakfı da içerdiği kabul edilmektedir. İnfak ayetleri içinde, vakıfla en başta ilişkisi kurulan ayet, özellikle en hoşa giden şeylerden Allah yolunda harcamayı teşvik eden “Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe, iyiliğe (birr) erişemezsiniz. Her ne sarf ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Ali İmran, 92) ayetidir. Tefsir bilginlerinden birçoğu, bu ayeti vakıfla açıklamışlardır. Mesela,  Hz. Ebu Talha (RA), bu ayet inince, Beyruhâ Hurmalığı vakfını bizzat Hz. Peygamber’in (SAV) tavsiyesi ile yapmıştır. İnfak yapılacak yerleri açıklayan ayetler, yardım yapılacak ihtiyaç sahiplerine dikkat çekmek suretiyle vakıf kuruluşu için rehberlik etmiştir:
“Onlar, içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, öksüze ve esire yedirirler. ‘Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbimizden korkarız’ derler. Allah da onları bu yüzden o günün fenalığından korur; onların yüzüne parlaklık ve neşe verir.” (İnsan, 8-11);
“Sana ne sarf edeceklerini sorarlar. De ki; sarf edeceğiniz mal, ana-baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, yolcular içindir. Yaptığınız her iyiliği, Allah şüphesiz bilir.” (Bakara, 2/215)
“ (Namazda) yüzlerinizi doğu ve batı yönüne döndürmeniz; birr (bu) değildir. Fakat birr, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere iman eden, malı(nı Allah) sevgisiyle (ya da ‘mala olan sevgisine rağmen’) akrabaya, yetimlere, yoksullara, yol oğluna (yolda kalmış misafirlere), dilenenlere ve köle esirler(i kurtarmaya) veren, namazı(nı) dosdoğru kılan, zekâtı(nı) veren (kimselerin), ahitleştikleri zaman sözlerini yerine getirenler(in), sıkıntıda ve hastalıkta ve muharebenin kızıştığı zamanlarda sabır ve metanet gösterenler(in birridir). Onlar (yok mu? İmanlarında ve birr ve taat iddiasında) sadık olanlar onlardır ve onlar takvaya erenlerin de ta kendileridir.” (Bakara, 177)
Sahabe ve Tabiin dönemindeki vakıf senedlerinde bu ayetlerde geçen ihtiyaç sahipleri neredeyse aynen tekrarlanarak yer almıştır. Bu durum da, bu ayetlerin vakıf kurumu için yol gösterici olduğunu ortaya koymaktadır.
Bakara Sûresi’nin 2. ayetinde, müminlerin başlıca özellikleri sayılırken, Yaradan’a karşı vazifeleri olan iman ve namazın hemen ardından yaratılanlara karşı görevlerden infak zikredilmiştir. Razi’ye göre bu ayet zekât ve sadaka başta olmak üzere, zorunlu ve gönüllü yani farz ve mendub olan bütün infak çeşitlerini kapsamaktadır. Bakara Süresi 261-274. ayetlerde infakın önemi, amacı, hangi mallardan kimlere ve nasıl verileceği, karşılığında verilecek mükâfatlar ayrıntılı olarak açıklanmaktadır. Bu açıklamaları şu şekilde özetlemek mümkündür: İnfak gösterişten uzak olup sadece Allah rızası için yapılmalıdır. Kendisine infak edilen kişinin onurunu zedeleyecek davranışlardan kaçınılmalıdır. İnfak iyi ve kaliteli mallardan olmalıdır. İnfakın hakka uygun bir şekilde olması için gerçek ihtiyaç sahipleri tesbit edilmelidir. İnfakın dünya ve ahiret hayatında çok faydası vardır.
Kur’ân-ı Kerim’de “Allah yolunda” deyimi “doğrudan Allah yolunda olmak” (Tevbe, 60) , “infak” (Bakara, 246), “Allah’a adamak/vakfetmek” (Bakara, 273), “zorluk ve sıkıntı” (Tevbe, 120), “hicret”, “cihad ve savaş” (bakara, 218) ve “öl(dürül)mek” (Bakara, 154) ile birlikte kullanılmıştır. Bu çerçevede Allah yolunda olmaya vurgu olsun diye, medeniyetimizde muhtemelen cennet pınarına atfen ve belki de “hayat-su ilişkisi” nisbeti içinde halka su temini için yapılan çeşme anlamında “sebil” kelimesi kullanılmaktadır. İslâm tarihinde de bu niyetlerle ülke savunması, hac hizmetleri, yoksullara yardım edilmesi, okul, cami, kütüphane, yol, köprü, çeşme, imarethane gibi hayır kurumlarının tesisi, hatta tabiatın korunup geliştirilmesine kadar çok çeşitli kamu hizmetleri için yapılan her türlü harcama Allah yolunda infak kapsamında değerlendirilmiştir. Bütün bunlar, İslâm’daki vakıf kurumunun temel eksenini oluşturmaktadır.
Mevzumuza gelecek sayı devam edeceğiz. 

Baran Dergisi 466. Sayı