Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, “Tasavvufa Giriş” isimli kitabı vesilesiyle 25 Mart 2012 tarihli Zaman gazetesinde yayınlanan röportajında, İslâm dünyasının eksik olan parçasının tefekkür olduğunu söylüyor. Tasavvufun Türkiye’deki İslâmî anlayışın “kayıp halkası” olduğunu ifâde ederek, günümüzde “selefî” bir anlayışla İslâmcılık yapıldığını, İslâm’ın derinliğinin yok sayıldığını vurguluyor. Türkiye’nin Arab dünyasında “model ülke” olamayacağını ise şu sözlerle dile getiriyor:
- “Türkiye İslâm’ı model olamıyor hâlâ. Çünkü Türkiye İslâm’ını müdafaa ettiği iddiasında olan kimseler, Anadolu İslâm’ını bilmiyorlar. Bizim geleneğimizden bîhaberler. Hatta Arablara bir bakıma “İhvan İslâmı”nı öğretmeye çalışıyorlar. Sen bana beni anlatıyorsun, sen bana seni anlat. Sen 600 sene buraları yönetmiş bir İslâm anlayışının çocuğu isen bana o İslâm’ı anlat. Oysa bizim Türkiye İslâmcısı, o İslâm’ın devamı değil. Bunun için, söylediği şey, bir Mısırlıya, bir Tunusluya çok orijinal gelmiyor. Bizim siyasîlerimiz hâlâ İslâm’ın arkasında Tasavvuf olduğunu söyleyemiyor. Önüne gelen Mevlânâ’ya sığınıyor ama derûnundakine kimse yanaşmıyor.”
Tasavvufun son zamanlarda çok gündemde olmasından bahisle, şu noktanın altını çiziyor Prof. Kılıç:
- “Yüzyılın başına gelinceye kadar, bütün yeryüzünde, özellikle de Osmanlı coğrafyasında, “İslâm dini” tasavvuf takısı alma ihtiyacı duymadan, tasavvufî bir İslâm’dı zaten. Elimizde tekkeler ve toplumdaki mürid sayılarıyla ilgili veriler var. Siyasî iktidarın tasavvufla irtibatını biliyoruz. Seyfiyye, kalemiyye kesiminin ve hatta şeriatın, hukukun başında olan insanların tasavvufla irtibatı var. Binaenaleyh an’anevî dönemde “tasavvufî İslâm” diye bir tabir kullanma ihtiyacı yoktu. İslâm denilince zaten anlaşılan oydu. Lâkin günümüzde tradisyonel bu omurga kaydığından, bizim üzerimizde bu çalışmaları yapanlar, bize “şöyle inanacaksın” diye bir de model bırakıp gittiler. Günümüz Müslüman’ı kendi geleneğinin ihyâsından ziyade, sırf tepki dairesinde bir tavır içerisine girdi. Bu da bir ihyâ sürecinden çok, politik terminolojiye hapsolmuş sığ bir ideoloji ortaya çıkardı.”
Müslümanların bugünkü ihtiyacının politik bir dönüşümden ziyade, tasavvufla bağ kurmuş yeni bir anlayış olduğunu söylüyor Mahmud Erol Kılıç:
- “İslâm dünyasının eksik olan parçası, tefekkür, vizyon. Bunun oluşabilmesi sadece hadis nakletmekle olmaz. Selefîlikten yorum çıkamaz, her ne dersen hadise gitmek zorundasın. Bir konuda hadis yoksa yorum yapamazsın. Ben Arab dünyasındaki siyasî dönüşümlere şapka çıkarıyor ve saygıyla karşılıyorum. Ama kaygılıyım. Bunun ardından gelecek İslâm anlayışı nasıl olacak? Bu konuda tereddütlerim var. Tasavvuftan istifadeye şiddetle kapalı oldukları için, bu arkadaşların kapsayıcı, kuşatıcı bir sistem geliştirmeleri zor görünüyor.”
Günümüzde İslâm Tasavvufu’nun “İslâm”dan tecrid edilerek New Age dinleri tarzı bir “çorba”ya dâhil edilmesi hakkında da şunları söylüyor Kılıç:
- “Tarih boyunca bir takım mihraklar, bu türden toplum mühendisliği yapmışlardır. Dinler için, peygamberler için bile yapılmıştır. (...) Tasavvufu manipüle etmek niyetiyle bazı art niyetli kişiler çalışmalar yapacaktır. Örneğin günümüzde, “radikal İslâmdan siyasî mânâda bîzarız. Bu tasavvufî İslâm çok güzel ve herkese gülücük dağıtan bir İslâm, bu işimize gelir” diyerek buna yatırım yapan devletlerin varlığını biliyoruz. Tabiî ki herkesin bir hesabı var. (...) Türkiye’de dindar kesim, irfanî gelenekten uzaklaştırılmıştır. O açıdan politik bir ideoloji hâline gelmişlerdir. Böyle olunca politika dışına hâkim olamamaktadırlar. Türkiye’deki İslâmcıların hâlâ kültür dünyasında bir varlıkları yoktur. İyi belediye başkanları, müteahhit vs ürettiler ama iyi düşünür, filozof, cihanşümûl çapta âlim üretemediler.”
Prof. Kılıç’ın Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nu HÂL farkedememesini kendisi için çok büyük bir ayıb telâkkî ediyor ve kasden yapılmadığı tarzında bir hüsnüzan göstermek istiyoruz. İslâm Tasavvufu önünde Batı Tefekkürünü lif lif hesaba çeken ve “İslâma Muhatab Anlayış”ı tasavvufî KÖKLER’den hareketle yenileyen Büyük Doğu-İBDA fikir geleneğini görememek, İBDA Mimarı’nın 60’a yakın eserinden HÂL haberdar olamamak, kendisi için cidden utanç verici bir durum.
Evet, Büyük Doğu-İBDA fikir sisteminin temel ölçülendirmelerinden biri, “Batı tefekkürünü İslâm tasavvufu önünde hesaba çekmek”. Bu muhasebenin ortaya koyduğu 200 cildlik külliyat, okumayı sevmeyen ülkemiz “aydın”larınca, öyle görünüyor ki, henüz kapağı açılmamış bir hâlde duruyor. Şöyle bir düşünürsek, İslâm dünyasında ortaya çıkan isyanların her geçen gün kaosa dönmesinin, Müslümanların İslâmî bir tefekkürden, bir dünya görüşü yoksunluğundan kaynaklandığını söyleyenlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Lâkin bu eksikliği her şeye rağmen “yeni keşfetmek” de güzel bir şey. Tabiî Türkiye’de “yaşamayanlar” için! Türkiye’de yaşayanların bu tarz sözleri şayet “samimi” bir duygu ve tesbite dayanıyor olsaydı, Büyük Doğu-İBDA külliyatının kapağının çoktan açılmış olması, ülkemiz aydınlarınca da tartışılıyor olması gerekirdi. (Gerçi bu ülkede Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında “fikir idama mahkûm edilirken” de kimsenin pek gıkı çıkmamıştı!)
Sözün özü, Büyük Doğu-İBDA, bugün, başta Türkiye olmak üzere tüm İslâm coğrafyasının ihtiyacı olan “kurtarıcı fikir”dir. “Tefekkür ihtiyacı”nı dillendirenlerin “samimi” bir arayışa girdiklerinde karşılarında bulacakları yegâne irfan sarayıdır. Sahte teselli ile hakiki çilenin “fark”ında olanlar beri gelsin...