Kafire karşı korkunun cemaatle namazda, kafire karşı birliğimizin ve beraberliğimizin ise cemaate devamlılıkta ve safların düzgünlüğünde yattığından bahsetmiştik geçen haftaki yazımızda. Bu yazımdaki mevzuum, gıybet. Tüm sevaplarımızı karşı tarafa aktardığımız, ölü eti çiğnememize sebep olduğumuz gıybet. 
Müslümanlar arasında yaygınlaşan ve normalleşen gıybet (kişinin arkasından konuşması), artık muhabbetlerin içinde kavrulup yayılıyor ve kayboluyor. Sohbetin gıybetle halleştiğine, bütünleştiğine şahit oluyoruz. Rahat rahat eleştirebiliyor, kirletebiliyor, ağır sözler edebiliyor, önyargılarımızı ortaya döküyor hale geldik. Ve hiçbir şey yokmuş gibi arkasından konuştuğumuz arkadaşın yanına onun çiğ etinin ağız kokusuyla gidiyoruz. "Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini yemekten hoşlanır mı?” (Hucurât Sûresi, 49/12) Diye buyuruyor Allah'u Taala. 
Gıybetin genel olarak önyargılardan oluştuğunu söylesem yanılmış olmam. İlk olarak arkasından konuştuğumuz kişinin gerçekten de anlattığımız şekilde olduğuna emin değiliz. Dinlediklerimizden tesirlenerek sûizanda bulunuyoruz ve önce önyargılarımızı ön plana koyuyoruz. Nefsin hoşuna giden bu anlatım, diğer kelamlarımızla de süsleyip çoğaltıyor gıybeti. Haliyle önyargı putlarını kırmamız ve hakkında konuşmadan evvel beklememiz gerekiyor. Hz. Âişe Validemiz, gıyabında bir kadının boyunun kısa olduğunu söyleyince Peygamber Efendimiz (sav): “Onun gıybetini yaptın!” buyurur. (Ahmed b. Hanbel, 6/206) gıybetin tarifinde ise şöyle buyuruyor: “Kardeşin duyduğu veya yüzüne söylendiği zaman şöyle böyle kendisini rahatsız edebilecek her söz gıybettir.” (Müslim, Birr 70) Şöyle günlük konuşmalarımıza bakınca gıybetin ne kadar çok içinde olduğumuzu farkediyoruz. Hz Aişe anamızın dahî "boyu kısa" sözüne karşı Allah Rasûlü'nden ihtar alması bizi düşündürmüyor mu? Konuştuğumuz her an yeni gıybetler, yeni iftiralar, yeni kalp kırmalar... Ve her biri "boyu kısa" cümlesinden daha da vahim!
Gizli, kapalı söylemek, işaret ve hareket ile bildirmek, yazı ile bildirmek de, söylemek gibi gıybettir.
Gıybet edilen mekânlarda birbirimizi uyarmamız gerekir, olmazsa oradayı hemen terketmemiz. Sahabeler de bir cemaat içinde bulunurken, bir kimse hakkında gıybet edildiğini görünce, o kimse için uyarıcı olurlardı. Ve cemaati de ondan men etmeye çalışır veya oradan kalkıp giderlerdi. 
Kimi arkadaşlarımız "zaten söylediğim şey onda mevcut" diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar; fakat Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh'dan naklen: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyuruyorlar ki: "Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?" "Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. Bunun üzerine: "Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!" açıklamasını yaptı. Orada bulunan bir adam: "Ya benim söylediğim onda varsa, (Bu da mı gıybettir?)" dedi. Aleyhissalatu vesselam: "Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir."     Ebu Davud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, hadis-i şerifi bu cümleye en güzel cevap teşkil ediyor.
Yüzüne dahî söyleyebileceğimiz veya söylediğimiz şeyleri arkasından konuşmak gıybettir. "Ben onun yüzüne de söylüyorum bunları" demeniz yaptığınızın gıybet olmadığını göstermez, bilakis onun hoşlanmayacağı şeyi yine arkasından söylemiş oluyorsunuz. İnsanları başkaları üzerinden güldürürek para kazanan kişilerin de yaptıkları ahlaksızlık ve gıybettir. Günümüzde adına “stand up” denen bu müptezellik sadece insanın şahsını lekelemiyor aynı şekilde hakkında olmadık iftiralarla da gıybet olmasına sebep oluyor.
Gıybet, bozuk karakterin, yerine oturmamış kişiliğin, saygısızlığın ifadesidir; hakkında konuştuğun kişinin toplum içindeki saygınlığına da zarar vermiş ve ortadan kaldırmış oluyoruz.  Elbet sadece gıybeti edilen kişinin durumundan öte gıybet eden kişinin, ahlâkî seviyesinin düşüklüğünü, insanların kusurunu bizzat onun şahsına söyleme hassasiyeti taşımadığını, yani korkaklığını, adi kompleksini gösteren bir tavır ve hastalıktır. Gıybet etmek, haram olduğu gibi dinlemekte haramdır ve uyarmak islami ve ahlaki bir görevdir. "Gıybet edeni dinleyen de günahta ortaktır." (Taberani) Müslüman gıybet hassasiyetini büyütmeli, gıybet etmeye tahammülü olmayacağı gibi gıybeti dinlemeye de tahammülü olmamalıdır. 
Hafızlık yaptığım kursta kimi arkadaşlarımın bilinçli bir şekilde gıybetten uzak olduğunu temaşa ettim. Gıybet yapılan yeri terk etmeleri, gıybet etmemeleri onlara ayrı bir ciddiyet ve vakar vermişti. Ve bunun farkına varan herkesin onlara karşı güvenleri de çoğalıyordu. İtiraf etmem gerekirse onlardan biriyle küstüğümde benim hakkımda başkasına birşey demeyeceğine dair bir ferahlık oturmuştu ve her halükarda bizi mahcup bırakmıştı. İşin bir diğer tarafı, gıybet eden adam yavaş yavaş yalana kaymaya, söz taşımaya, fitneye sebeb olmaya başlıyor. 
İslamın mütevazı ve estetikliğine bakınız ki, hiçbir şekilde kişinin arkasından konuşulmasına izin vermiyor. Onu güvende ve selamette bıraktırıyor. Nefsini sana ezdiriyor ama karşındakinin hakkında konuşturmuyor. Ne senin şahsiyetine ne de karşındakinin şahsiyetine zarar verdiriyor.
Gıybet yapanları uyarmamız ve durdurmamız neticesinde bizleri şöyle müjdeliyor Allah Rasûlü (sav): “Kim bir Mü'mini bir gıybet edene karşı himaye ederse (korursa), Allah da onun için kıyamet günü etini Cehennem ateşinden koruyacak bir melek gönderir. (Ebû Dâvûd, Edeb 41)
Şeyh Sadi-i Şirazî anlatıyor: "Çocukken gece ibadetine he¬veslenir, namaz kılar, Allah'a dua ederdim. Bir gün herkesin uyuduğu saatlerde Kur'an okurken, uyanık olan babama:
-Neden geceyi uykuyla geçiriyor, kalkıp iki rekat namaz kılmıyorlar? dedim. Babam ise:
-Uyanık kalıp başkalarını çekiştireceğine keşke sen de uyusaydın, diye çıkıştı.
Arkasından konuşmanın hem sevablarımızı gıybetini ettiğimiz kişiye verilidiğini hem de onun günahlarını yüklendiğimizi belirtmeliyim. Yani yine onu eleştirerek kendimizi ateşe götürüyoruz. Ya onun iyi yanlarını bulup onlar anlatılmalı (ki böylece gıybet kinin yok olur) ya da bizzat o kişiye bunlar anlatılarak hem günahtan kurtulursun  hem büyük bir yanlışın, önyargının önüne geçmiş olursunuz. 
Hasan Basri (kuddise sirrahu) Hazretleri'ne bir adam gelir ve:
-Falanca senin hakkında şöyle dedi, der.
-Ne zaman?
-Bugün.
-Nerede?
-Evinde.
-Onun evinde ne yapıyordun?
-Ziyafeti vardı, onun için gitmiştim.
-Orada ne yedin?
-Şunu, şunu, hatta sekiz çeşit yemeğin hepsinden yedim Bunun üzerine Tabiî’nin büyük imamı:
-Be adam, sekiz çeşit yemeği karnına sığdırdın da, bu sö¬zü sığdıramadın mı? Kalk git yanımdan, der.
Bid’at ehlinin gıybetinin yapılacağını söyler alimler. Ortada bir hayasızlık, adilik, toplumun nezdinde yapılan büyük yanlış, İslam’a yapılan müdahalele ve ilme yapılan yanlışlarda kişinin gıybeti olmaz.  Bu sebepler ya onlara tebliğ edilerek giderilmeye çalışılır ya da kendi içimizde meseleler konuşularak önlem alınır. İhtiyaç halinde bir haksızlığı, bir yolsuzluğu şikayet etmek, ilgili mercilere bildirmek, yetkili birine, (Falanca, gayrimeşru iş yapıyor, buna mani olun) demek, şahitlikte, (Falanca şöyle yaptı) demek, Müslümanları, bid’at ehlinin zararlarından korumak için, bunların kitaplarının ve yazılarının bozukluğunu, sözle veya yazı ile bildirmek [Bunu yapmak, aynı zamanda dinin emridir.] de câizdir.
Aynı şekilde kafirinde gıybeti yapılabilir. Kafirin zararından korunmak için, yapacağı fitnelereden beri olabilmek için gıybeti yapılabilir. Fakat zararsız zımmi olan bir kafirin gıybetini de yapmak doğru değildir. İsim vermeden ve ibret ve misal mahiyetinde birinin hatasından bahsetmek te gıybet olmaz. 
Günümüz garabetlerinden ve sanal fitnelerinden facebook, bu içine düştüğümüz belanın en başında gelenlerinden. Aldatılmaların, boşanmaların, kavgaların, dedikoduların, kalp kırmaların, dostlukların bitmesinin, bir alimi bir hocayı bir yazarı ayağa düşürmenin sebeb olduğu bir çukur. Herkesi birbirinine kinini, öfkesini kusmak ve çekiştirmek için seferber olduğu gıybet kazanı. Mesajlar kor bir ateş. Alenen işlenen bir gıybet mekânı. Hakkında yapılmasını istemediğin her şeyi göreceğin yılanlı bir kuyu. Tenkitlerin yerini hakaret, hakaretlerin yerini gıybet almış. Hayır! Bu yetmiyor kinin boşaltılmasına, bizzat ismini vererek rezil etmeye çalıştığı kişiyi şimdi de mesajların arka planında mahvetmeye çalışıyor. Bu da mı olmadı? Mesajlarda konuşulanı kaydedip millete faş ediyor. Hayır! Bununla da bitmiyor. Bitmiyor Allah'ım! Bir ömür kırgınlık, bir ömür kin, bir ömür gıybet. Şeytanlar seviniyor, şeytanlaşmışlar seviniyor, şeytanlıklar dönüyor, semiriyor semiriyor semiriyor. 
Kokusu geliyor mu gıybetin? Gelmiyor! O kadar alıştık ki gıybet kuyusundaki bu pis kokuya, almıyor burnumuz kardeşimizin ölü et kokusunu... O kadar alışmışız ki bu günaha, ne ayet tesirliyor bizi ne hadis ne de kelâm-ı kibar... 
Şu cehennem olan gıybeti şu ayetlerden sonra, şu hadis-i şeriflerden sonra bırakmayacaksak, bırakmaya söz vermeyeceksek, gidelim toprak saçalım başlarımıza; "neden Rabbim! Senin ayetlerinden, Rasûlünün sözlerinden tesirlenmiyorum" diye. Toprak saçalım başlarımıza; günahlarımızın bu kadar çok olup da, ayetlerin tesirinin önüne, böyle kalın bir perde olduğu için...
Hayır abiler! Belki de ter kokmuyoruz, gıybet kokuyoruz. Günah kokuyoruz. Hayır! O yüzümüzdeki siyahlık, o nursuzluk, gıybetin rengi, günahın rengi abiler...
Gıybetin keffareti gıybeti edilen kişiden helallik dilemek ve çokça tevbe etmektir. 
Günahlarımıza tevbe etmek ve gıybetini ettiğimiz insanlardan hak dilemek dileğiyle... Vesselam...


Baran Dergisi 349. Sayı - M. Taha İnci