Esselâmü Aleyküm.

Haberler neler?

(Av. Güven Yılmaz, Türkiye’deki durumun Carlos’un da bildiği çerçevede aynen devam ettiğini, kendileri açısından bir problem bulunmadığını söylüyor.) 

Bana soracağınız herhangi bir soru var mı peki?

(Av. Yılmaz, sorusu olmadığını, dilediği gibi konuşabileceğini söylüyor Carlos’a.)

Hakkında konuşulabilecek çok mesele var, ancak ülke içindeki durumun gittikçe kötüleştiği Venezüella vesilesiyle başlayayım.

Venezüella, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyesi şu ân. Suriye’ye müdahale edilmesini -Halep'te çatışmaların durmasını ve askerî uçakların şehir üzerinde uçuşunun sonlandırmasını- ihtiva eden karar tasarısını veto eden Rusya’yla birlikte, Venezüella da red oyu kullandı. Fransa’nın Rusya’ya muhalefeti sonuç getirmedi.

Suriye… Devlet Başkanı Beşşar el-Esad’ın değiştirmeye muktedir olamadığı çürümüş bir rejim var bugün Suriye’de. Kendisine miras kalan bu rejimin değiştirilmesi gerektiğini, babası Hafız el-Esad’ın ölümüyle iktidara geldiği 2000 yılında söylemişti daha.

Ne var ki, kendisi yolsuzluğa bulaşan bir insan olmamasına rağmen, yeni gelen nesil de para kazanmak istemiş ve buna fırsat vermemiştir. Bunun da sonucu, Alevîler tarafından kontrol edilen Baas Partisi rejimine karşı olan meşru, dürüst, vatansever muhalefeti tamamen devre dışı bırakıcı bir yabancı müdahale olmuştur.

Sözkonusu muhalefet, Suriyeli sosyal milliyetçiler başta olmak üzere, sağ kanat Baasçılar, komünistler, Nasırcılar ve elbette –öncelikle Saddam Irak’ından, hem önce hem sonra Suudîlerden ve nihayet Katar’dan destek alan- Müslüman Kardeşler’den oluşuyordu.

Evet, işte bu tarihî, namuslu ve saygıdeğer, üstelik çok acı çekmiş muhalefet, Suriye’ye gerçekleştirilen yabancı müdahaleyle birlikte tamamen devre dışı bırakılmıştır bugün.
Meydan kimlere kalmıştır peki?

Hepsi İngiliz istihbaratı, İngiliz emperyalizmi tarafından imâl edilen ve topraklarından çıkan gaz ve petrolle zengin olan Suudî Arabistan ve suç ortağı ülkeler, kendi kokuşmuş rejimleri için –El-Kaide’nin lideri büyük şehid Üsame bin Ladin örneğindeki gibi- sonuçta bir tehlike teşkil eden genç müslüman nesillerinden korktuklarından, bunlardan kurtulmanın yolunu, bu gençleri ülke sınırlarından dışarı çıkarıp şimdi savaşın sürdüğü bölgelere sürüklemekte, bu genç gönüllülerin o bölgelerde birtakım problemler çıkartmasında ve ölmesinde bulmuşlardır. Bu gençler şayet kendi topraklarında kalsalardı, yaşadıkları ülkenin hain, yolsuzluğa bulaşmış, yozlaşmış, bir de İsrail taraftarı olan rejimlerine karşı, en başta da Suudî Arabistan’ı kontrol eden hainlere karşı silâha sarılacaklardı çünkü er geç.

Kendilerine müslüman diyen ve Mekke’yi koruduklarını söyleyen bu Suudîler, şimdi İsrail’e dost olduklarını da ilân etmektedirler. O İsrail ki, -sadece müslümanlar için değil- yahudiler için de, sabiîler için de, hıristiyanlar için de, velhâsıl Kitab Ehli herkes için mukaddes olan Filistin toprağını işgal etmiştir.

Bölgeye NATO ülkeleri ve ajanları tarafından gerçekleştirilen yabancı müdahale, Irak ve Suriye’nin işinin bitirilip tahrib edilmesiyle sonuçlanmıştır bugün.

Suriye hükümeti ise, sözkonusu yabancı müdahaleye karşı, 1950’lerden beri orada güç bulunduran Rusya başta olmak üzere, İran’ın ve –sadece Hizbullah’ın değil- müslüman veya hıristiyan diğer Lübnanlı güçlerin ülkeye müdahale etmesine göz yummuştur. 

Bunları daha önce de söylemiştim ama tekrar etmek iyidir. İşte tüm bunların sonucunda Suriye tahrib edilmiş, Halep tahrib edilmiştir.

Diğer yandan, insanların unuttuğu bir şey de şudur: Eğer isyan etmişseniz, iktidarı ele geçirirsiniz. Fakat ola ki iktidarı ele geçiremezseniz, şu ân Suriye için konuşuyoruz ama başta hangi rejim veya hükümet olursa olsun geçerlidir, o hükümetin kendisini korumak üzere gereken tüm tedbirleri almaya ve saldırmaya hakkı vardır.

Bu vesileyle sormak gerekiyor: Bombardıman altındaki bölgelerde yüzbinlerce sivilin ne işi var? Terketmeliydiler onlar bu bölgeleri. Niçin terketmiyorlar peki? İşte çok acayib olan budur.
Öbür tarafta ise, Suriye ordusu ve -Rusya başta olmak üzere- müttefikleri yahud destekçileriyle, tarihî, jeopolitik ve dinî bakımdan bulunmaları gereken yerde olan “İslâm Devleti” arasında pek öyle bir savaş falan da cereyan etmiyor; bunu da unutmayın.

Ruslar, Kafkaslar’dan kalkıp “İslâm Devleti” saflarına katılan bazı insanlardan dolayı endişelidirler elbette. Ancak “İslâm Devleti”nin kurucuları Batı ajanı değildir ve Ruslarla gerçekten savaşmadıkları gibi, ne Suriyelilerle ne de Şiîlerle –meselâ Deyr ez-Zor’daki Suriye ordusuna ait stratejik hava üssü etrafında- ciddi bir savaşa girmişlerdir. İnsanlar bunun üzerinde düşünmelidirler bence.

ABD ordusuna gelince… 

ABD, cihadçıları bombalamaya devam ediyor, fakat ABD’nin ne Suriye ne de Irak topraklarında kimseyi bombalamaya hakkı yoktur. Hernekadar Irak’da Amerikalılara bu izni veren ajan bir rejim, ajan bir hükümet başta olsa da, ülkesini yönetmekte –kendine göre- anayasal meşruiyeti olan Suriye hükümeti, Amerikalılara veya NATO’ya böyle bir bombardıman izni vermemiştir. Buna rağmen ABD bombalamış, üstelik Suriye askerlerini bile bombalamış ve öldürmüştür.

Her neyse, durum iyileşmiyor, aksine daha da kötüleşiyor. Ancak bir yandan da şu nokta netleşiyor ki, Rusya Suriyeliler yanında günden güne daha fazla giriyor savaşa. Bunun da altında yatan sebeblerden ilki, Rusya’nın 1950’lerden başlayarak Suriye’yle olan stratejik, politik, jeostratejik bağlarını ve orada her zaman bulundurduğu askerî üssünü muhafazadır.  
“İslâm Devleti”ne gelince…

Teorik olarak, dünyanın tüm hükümetleri, tüm rejimleri, tüm iktidarları, tüm nükleer güçleri, herkes ama herkes “İslâm Devleti”ne karşıdır ve Venezüella hükümeti bile bazen bu koroya katılmakta, açıklamalar yapmakta ve saçmalamaktadır. 

Tek bir ortak hedefe karşı tarihin hiçbir döneminde dünyadaki tüm güçler birleşmemiştir böyle. Buna rağmen, Musul’u bile geri alamamaktadırlar hâlâ. Aylardır yıllardır Musul harekâtına hazırlanmalarına rağmen, gelip bunu yapmaktan yine de korkmaktadırlar.

Bu da, “İslâm Devleti”nin kendine göre bir meşruiyeti olduğu anlamına geliyor.

Kaldı ki, atom bombaları veya uçakları olmamasına, sadece ele geçirebildikleri kadarıyla modern silâhlara sahib olmalarına rağmen, yaşadığımız yalanlar dünyasında, ne talih ki, evet ne talih ki, insanlık düşmanları olarak siyonistler ve ABD emperyalistleri –burada ABD’yi dünyanın en büyük gücü yapan çalışkan Amerikan halkını kasdetmiyorum- ile onların gerçek müttefikleri –Rusya’yla olan ittifakları absürddür, çünkü birbirinin düşmanıdır onlar-, evet bu insanlık düşmanları ve müttefikleri, ne talih ki, “İslâm Devleti”ni idare eden ve orada esaslı bir rol üstlenmiş olan sahici mücahidlere, sahici müslümanlara karşı savaşmaya, saldırmaya, topraklarını işgal etmeye hazır ve muktedir değildirler. 

“İslâm Devleti”, bünyesinde her çeşit insanı bulabileceğiniz bir yapıdır. Bazıları en iyiler, bazıları da düşman ajanıdır. İşte bu yüzdendir ki, “İslâm Devleti”ne yönelik ABD bombardımanları “seçicidir”. Oysa tarihî pratiği bakımından ABD, I. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiç ayırım yapmadan insanları bombalamış ve bugüne kadar binlerce ama binlerce insanı bu yolla katletmiştir. Ne var ki, tarihinde ilk defa olarak dikkatli davranmakta ve hedef seçmektedir. Çünkü ajanlarını öldürmek istememektedir!

Evet, Suudî Arabistan’dan gelen ajanlarını, kendilerini “İslâm Devleti” çatısı altında gizleyen hainleri öldürmek istememektedir ABD. Öldürmek istedikleri tek kesim, sahici müslümanlar, sahici cihadçılar, oraya gönüllü olarak gitmiş Suudî veya değil sahici mü’minlerdir.

Gelmek istediğim nokta şurasıdır:

Rus güçleri, “İslâm Devleti toprakları” olarak adlandırılan bölgelere girmemeye çalışmaktadır. Meselâ, cihadçıların Suriye’nin tarihî Palmira şehrine girişine hiç savaşmaksızın –ki tuhaftır- müsaade etmişlerdir. Fakat maalesef, oraya Suudî Arabistan tarafından gönderilen suçlular, orada İslâmî açıdan haram olan cinayetler işlemiş ve tahribatlar yapmışlardır. “İslâm Devleti”nin kurucusu ve idarecisi olan hakiki müslümanların, “İslâm Devleti”nin kurmay kadrosunun, general kadrosunun asla yapmayacağı fiiller işlemişlerdir. Derken, Suriyeli ve Rus güçler ilerleme kaydetmişler, bu sefer de onlar fiilî olarak savaşmaksızın geri almışlardır Palmira’yı.

Böyle olunca, bana sorarsanız, bir “anlayış” var, Baasçı temelli bir anlayış var “İslâm Devleti” direnişi ile –yâni bir nesil sürecek olan bu direnişin zafere kadar savaşacak hakiki ve düşman ajanı olmayan kurucu unsurları ile- Suriye ordusu arasında. O Suriye ordusu ki, mevcudiyetini oradaki Rus varlığına borçludur ve Ruslar olmasaydı şayet, çoktan çökmüşlerdi şimdiye kadar.
Bu vesileyle ifâde etmem gerekirse, durumdan yeterince bilgilendirilmemiş olan ülkem Venezüella’nın da –konuşarak tabiî- bu meseleye müdahil olmasından ötürü üzgünüm. Bir taraf seçmek zorunda olduklarını anlıyorum ama kendilerini ilgilendirmeyen konularda konuşmayı da bırakmalıdırlar.

Unutmayalım ki, her yerde problem çıkaran belli bazı cihadçıların yönlendirilmesinin ardında, ABD ve müttefikleri ile İsrail vardır.

Yine unutmayalım ki, El-Kaide’nin, Üsame bin Ladin’in, Eymen el-Zevahirî’nin yaptıklarının, meselâ 15 yıl önce Dünya Ticaret Merkezi’ne saldırmalarının sebebi, ABD ve siyonistlere, İslâmın ve insanlığın bu düşmanlarına, Afganistan, Pakistan, Suudî Arabistan başta olmak üzere her yerdeki ajanlaştırma ve yönlendirme faaliyetlerinin işe yaramadığını göstermek; mahut İslâm düşmanlarının aptal ve ahmak zannettikleri müslümanların –ki bunlardan maalesef çok var- hiç de böyle olmadığını göstermek; bu müslümanların, atom veya hidrojen bombasından bile güçlü bir silâh olarak, dünyanın en güçlü silâhı olarak, imâna, kendini fedâ etme pahasına zafere kadar savaşma iradesine sahib olduğunu göstermek; hak bir dava uğruna, insanlık davası uğruna, Allah davası uğruna ölmekten başka kimseden madalya veya başka şey beklemeyen bu sahici cihadçıların, bu sahici müslümanların, düşmanı işte böyle vurabileceğini ve misilleme yapabileceğini göstermektir.

Kumandan Mirzabeyoğlu’na çok selâm söyleyin benden.

Allahü Ekber.

9 Ekim 2016

Baran Dergisi 509. Sayı