Modernleşme uğruna iki yüz yıldır “göstermediğimiz hüner”, atmadığımız ters takla kalmadı. Lâkin bunca maskaralığa rağmen bir türlü modern olamadık. Ruhsuz bir biçimciliği, sun’îliğin konforunu modernleşme gibi algıladık. Batı, kendi eğitim sistemi içinde geleneğini sürekli yenilerken, “biz” ahlâkî ve estetik değer yargılarımızı taşıyacak ilişkiler bütününü tümüyle yok ettik. Modernin içinden gelenek çıkarmaya soyunduk. Oysa modernizm öyle birden bire, hüdaînâbit misâli ortaya çıkmadı. Arkasında Rönesans kültüründen, protestan ahlâkından tevarüs edilen bir birikim vardı. Modern kültür bir taraftan Yahudi-Hıristiyan metafiziğinin vazettiği kuralları aklın diline tahvil ederken, diğer yandan da kendi dışındaki dünyanın tüm kültür yemişlerini kendi dil çarşafına silkeledi ve bunları kendi öz malı gibi dünyaya pazarladı. Sahiplendiği şeylerin kabuk kısmını sıyırdığınız zaman bu değerleri bulacağınız kesindir. Oysa bizim modernleşmemiz geçmişi tümüyle red ve inkâr, İslâmî zevkin damıtılacağı çok katlı yapının tamamen yıkılması ve yeniden bir bağ kurmanın imkânsız kılınması üzerine bina edildi. Onun için de kendine ait bir estetik üretemedi.

Estetik Anlayışımız Taklidin, “Kiç”in Ötesine Geçemedi

Estetik anlayışımız taklidin, “kiç”in ötesine geçemedi. Tabiatı olduğu gibi taklid etmeyi sanat olarak kabul ettik. Böylesine iptidaî bir anlayışın oluşmasında, toplumun manevî estetik değerlerini hor gören, sanat ve edebiyatla ilkel ve tekdüze bir ilişki kuran, modernleşme süreciyle birlikte edindiğimiz “devşirme kültür” geleneğinin büyük katkısı oldu. Oysa sanatta gaye, vermek istediğiniz mesajı kaba saba bir biçimde iletmek değil, imgeler (ruhî hayatın tüm dışa vurumları) aracılığıyla ihsasen kalblere ilkâ etmek üzerindedir. Bu da birbiriyle âhenk teşkil edebilecek derinlik yoğunluk boyutu olan canlı-narin unsurlar arasında ünsiyet peydâ etmekle olur. Zaten sanatta tekvin, ifade zenginliği ve zihnî tekâmül de böyle bir şeydir. “İnsan aradığının ne olduğunu bilmeden, bulduğunun da ne olduğunu bilemez” (S. Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız) doğrusu bağlamında söylersek; başıboş bir arayış içinde, deneme-yanılma usûlüyle eşya üzerinde tekvin olmaz; Allah ile tasarrufta bulunmakla olur. Tasarruf gücünüz nisbetinde imgeyi temsil ettiği objeden koparır, eşyanın hakikatiyle ünsiyet kesb edersiniz.

Devşirme Kültürden Beslenen İnsan Kendisine Yabancılaşır

Ancak, hâl dilinin kalmadığı, ferdin kaba ve ortaklaşa bir tipe irca edildiği bir vasatta; ruhsuz biçimcilik, yozlaşma ve soysuzlaşma tüm çıplaklığıyla ortaya çıkar. Birbirine tamamen yabancı kültürler arası geçişlilik ortamı tam da böyle bir ortamdır. Nüfuz ve sirayet eden kültür, kendisine nüfuz ve sirayet edilen kültürün tüm anlam, değer ve kuralları üzerinde belirleyicidir. Üstelik etkilendiğimiz kültürden ithal ettiğiniz şeylerin ne getirip ne götüreceğini, kısa vadede tüm uzantılarıyla birlikte kuşatamazsınız. Daha da kötüsü; bir gecede toplumun hafızasını boşalttığınız zaman, toplumunuz “dilsiz ve dölsüz” bir topluma, kültürünüz de “devşirme bir kültür”e dönüşür. Kendinize ait bir bilim, felsefe, estetik üretemezsiniz. Zira edebiyattan sanata kadar tüm kültürel faaliyetlerinizde kurucu unsur dışarısıdır. Bu kültürden beslenen insan kendisine yabancılaşır, hem kendini hem toplumunu başkasının gözünden tahayyül eder. İşin vahim tarafı, hâlinin bu olduğuna da şuuru yoktur. İki yüz yıldır hâlimiz bu... Etrafı duvarlarla çevrili, içinde kayda değer hiçbir şeyin yetişmediği çorak bir arazide yaşıyoruz.

Üstad Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun İnşa Ettiği Yapı

Netice itibariyle, köklerinden kopmuş/koparılmış bir topluma yeni bir ruh vermek, yeni bir kimlik, yeni bir hafıza inşa etmek kolay bir iş değildir. Mü’min gözlerde yuvalanacak nuru temin edecek yapıyı yeniden inşa etmek gerekir. Büyük Doğu Mimarı rahmetli Üstad Necib Fazıl ve Salih Mirzabeyoğlu’nun inşa ettiği yapı, bu yapıdır. Ve gelecek yeni kültür, bu kültürdür. Bu yapıdan aldığımız pay nisbetinde “zevk halleri”ni makul suretine sokma irademiz ve istidadımız artacak, zevken idrakimizin tamlığı-tamamlığı nisbetinde de kaybettiğimiz nur, mü’min gözlerde yeniden yuvalanacaktır.

Mevlüt Koç