Esselâmü aleyküm.
Nasılsınız?
(Av. Güven Yılmaz, iyi olduğunu söylüyor, Carlos’a kendisinin nasıl olduğunu soruyor.)
Eh, şöyle böyle. Yağmur da yağmaya başladı şimdi.
Neyse…
Türkiye’den haberler neler?
(Av. Yılmaz, aynı durumların, aynı haberlerin geçerli olduğunu; herhangi bir problem bulunmadığını söylüyor.)
Hem Irak’taki Baasçılarla ve Baasçı direnişle, hem de benimle irtibatı olan birisinin bana verdiği bilgiye göre; İzzet İbrahim el-Durî’nin öldürülmüş olduğu haberi doğru değil.
(Av. Yılmaz, Carlos’u tasdik ediyor.)
Utanç vericidir bu. Mesele de ne biliyor musunuz: Amerikalılar, ABD’li emperyalistler, İzzet İbrahim el-Durî’nin ölüsünü veya dirisini getiren için 10 milyon dolarlık bir ödül koydu. Böyle olunca, Amerikalıların veya başkalarının bombardımanında ne zaman ihtiyar bir adam ölse, bazı yozlaşmış Şiî milisler –yâni antiemperyalist ve iyi Şiî milisler değil-, sözkonusu cesedi ele geçirmek ve böylelikle 10 milyon doları almak için kendi aralarında savaşıyorlar! Ne var ki, bu daima başka birine âit bir cesed oluyor; İzzet İbrahim el-Durî’ninkine değil.
Üstelik, bir cesedi kapmak için savaşan bu adamlar, kendilerini de “müslüman” olarak adlandırıyor!
Diğer yandan ABD ise, kendisinden 10 bin kilometreden bile fazla uzaklıkta olan ve kendisiyle de hiçbir alâkası olmayan bir ülkenin yaşlı, meşrû, millî liderinin katledilmesi için 10 milyon dolar ödüyor!..
Meşrû Irak lideridir, çünkü tarihî bir bakış açısı çerçevesinde meseleyi değerlendirirsek, İzzet İbrahim el-Durî, Irak devlet başkanı tarafından seçilmiş bir insandır.
Evet, bir de kendini “müslüman” olarak adlandırıyor bu Şiî, hattâ Sünnî milisler! “Milis” diyoruz da, lâfta milis tabiî bunlar (Carlos, “bunlar haydut” demek istiyor).
Gerçi; IŞİD (Irak ve Şam İslâm Devleti) adına yapılan bazı şeylerden de hazzetmiyorum, malûm. Tarihî alanlardaki belli tarihî eserleri tahrib etmek, tüm Irak halklarına ve dünyaya karşı işlenmiş bir suçtur. Yalnız; bence aralarına sızmış Suudî Arabistan yahud diğer bölge ülkeleri kökenli Vahhabîlerin yönlendirmesiyle yapılmıştır bunlar ve “hakiki” Iraklılar, müslümanlar, Sünnîler, cihadçılar asla böyle bir şey yapmaz.
(Carlos, İzzet İbrahim el-Durî’nin cesedi etrafındaki tüm bu kavganın sırf “para” yüzünden koptuğunu ve bu saygısız insanların ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyor…
İran’ın, objektif ve jeopolitik bakımdan değerlendirildiğinde, oradaki savaşa müdahale etmeye hakkı bulunduğunu; çünkü İran’daki İslâmcı devrimin Irak tarafından saldırıya ve işgale uğradığını ifâde eden Carlos, Saddam’a ve hükümetine ne kadar sempatisi olursa olsun, gerçeğin değişmediğini; Saddam’ın tüm emperyalistlerin ve Arab yarımadasındaki tüm münafıkların desteğini arkasına alarak İran devrimine saldırdığını belirtiyor. O zaman kendisine arka çıkıp yardım eden aynı mihrakların, daha sonra Irak’ı tahrib ettiklerini ve kendisini de katlettiklerini ekliyor…
Irak’a yönelik o son saldırılara ülke olarak tek katılmayanın ise Türkiye olduğunu ve bunun şerefinin de o zaman başbakan olan şimdinin cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hükümetine âit olduğunu vurgulayan Carlos, bugün ise dünyada her anlamda bir çürüme yaşandığını ifâde ediyor…
Suriye’deki mevcud Baasçı Alevî rejimin artık tarihî ömrünü doldurduğunu ve bu rejim ülkedeki herkesin millî ve dinî haklarını verici yeni bir çerçeveye oturmadığı takdirde, orada daimi bir savaşın kaçınılmaz olacağını belirten Carlos, müslümanların yahud Arabların kendi aralarında böylesi faydasız amaçlar için savaşmasının ve birleşip asıl yapmaları gereken şeyi yapmak yâni siyonist işgalcilere saldırıp üç büyük din için de mukaddes Filistin topraklarını kurtarmak yerine birbirleriyle boğuşmalarının, İsrail’in asıl istediği şey olduğunu söylüyor…
Sert bir insan olduğunu ve hayatta çok şey gördüğünü; birçok insanla, devletle, hükümetle, siyasî hareketle, güvenlik servisiyle muhatab olduğunu söyleyen Carlos, bu yaşadıklarının kendisi için iyi bir hayat okulu rolü oynadığını vurguluyor. Bu çerçevede, kendisi ve yoldaşlarının, prensiblerini asla terketmediğini, kendilerini satmadıklarını, düşmanın karşısında eğilmediklerini ve buna zorlandıklarında bile başlarını dik tutup düşmanın gözlerine baktıklarını söyleyerek, bugünün Arab dünyasındaki ajan hükümetlerin bu bakımdan ne kadar düştüğüne ve kendi insanlarını nasıl topluca katlettiklerine dikkat çekiyor…
Arab dünyasındaki direniş hareketlerinin ise, ıvır zıvır bahaneler öne sürerek dinî gerekçelerle insanları katlettiğini söyleyen Carlos, böyle birşeyin şimdiye dek hiçbir zaman yaşanmadığını vurguluyor; buna örnek olarak da Libya’da öldürülen Kıptî hıristiyanları örnek gösteriyor ve “oysa Kıptîler bölgedeki en eski hıristiyan topluluktur ve bu bakımdan saygı gösterilmelidir” diyor…
Hıristiyan olduğu için öldürülen bu Kıptîlerin de öyle zengin kapitalistler falan değil, fakir işçiler olduğunu ifâde ediyor ve bunun yanlış olduğunu belirterek, böyle yapmaları için o cihadçıları kimin manipüle ettiğini soruyor…
Oysa İsrail’le barış yapıldığında buna Mısır’da açıkça karşı çıkanın sadece ortodoks Kıptî papası olduğu ve bu yüzden hapse atıldığı bilgisini veren Carlos; şimdi aynı Kıptîlerin niçin Mübarek rejimini desteklemek zorunda kaldıklarını da soruyor ve hemen peşinden sebebini açıklayarak, sonra ortaya çıkan bazı İslâmcı geçinen fanatiklerin Kıptîlerin peşine düştüğünü söylüyor…
“Peki kim var bunun ardında ve bunlar kimin faydasına?” diye bir başka soru soran Carlos, bu yaşananların ne hıristiyanların, ne müslümanların, ne de dünya toplumlarının faydasına olduğunu; bunların sadece emperyalistlerle siyonistlerin faydasına olduğunu ifâde ediyor…
Suriye’de yaşananları da örnek gösteren Carlos, orada cihadçıların, müslümanların birbirine girdiğini ve birbirleriyle “iyi müslüman” değil diye uğraştığını; oysa onları havadan bombalayanlar için iyi veya kötü müslüman diye bir ayırımın olmadığını, hepsinin aynı şekilde hedef teşkil ettiğini söylüyor; bu bakımdan, “tüm müslümanlar iyidir ve iyi olmalıdır” anlayışının yerleştirilmesi gerektiğini, bu tesbitin dışına sadece paralı askerlerin, haydutların, tecavüzcülerin, hırsızların çıkarılması gerektiğini belirtiyor…
Diğer yandan, desteklediği tek rejimin Moskova olduğunu vurgulayan Carlos, ilk etapta İslâm dünyasına karşı başlatılan saldırganlığın faili olan emperyalistlerin karşısında durabilecek yegâne gücün Moskova olduğunu söylüyor ve Rusya’nın eski Rusya olmadığını, müslümanların haklarının verildiğini, Çeçenistan’da bile biraz tuhaf biri olmakla beraber oradaki müslümanların lideri olan birinin iktidarda olduğunu, zaten babasının da Ruslarla ilk savaşanlardan olmasına rağmen sonradan haklar verilince barış yaptığını, ne var ki manipüle edilmiş kişiler tarafından öldürüldüğünü, bugün Çeçenistan’ın veya Kafkasya’nın sadece belli bölgelerinde yürütülen savaşın da İslâm’la alâkası olmadığını, bunların politik olarak manipüle edilmiş çatışmalar olduğunu, Kafkasya’da böylesi küçük devletler kurma mücadelesinin absürd olduğunu söylüyor ve bu vesileyle Kırım’da Ruslar karşısında alınan tavrın da yanlış olduğunu vurguluyor…
“Nasıl yaşamış ve nasıl ölmüş olursak olalım, yanlış tarafta olmadık” diyen Carlos, bugüne dek kendilerinin yaptıklarının elbette takdir edileceğini ve cennetteki yerlerine kavuşacaklarını; çünkü Allahın, hayatta işledikleri küçük günahlarla yaptıkları iyi işleri ölçüp kendilerini yargılayacağını; fakat hainlerin, özellikle İslâm adına konuşanların ise, orada yanacaklarını, ama önce dünyada yanacaklarını, çünkü böylelerinin ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyor ve tekbir getiriyor.
“Yaşasın İzzet İbrahim el-Durî ve yaşasın Amerikan işgaline karşı direniş!” şeklinde slogan atan Carlos, konuşmasının sonunda Kumandan Mirzabeyoğlu’nu soruyor ve önce O’na, sonra da tüm avukatlarına çok selâm söylüyor, “Adana’daki avukatımı da unutmayın!” diye lâtife yapıyor.)
 
2 Mayıs 2015
 
Baran Dergisi 436. Sayı