Kadın-erkek ilişkilerinin hazcılık çerçevesinde şekillendiği bir hengâmeden geçiyoruz. Boşanma ve cinayet sayılarının çığ gibi büyüdüğü vakıalar zincirine üzüntü ile şahitlik ediyoruz. Çözülmeler, herkesin kendi dünyasına kapanması, fert ve cemiyet arasındaki muvazenenin bir türlü oluşamaması… Sonuçta bütün bu menfiliklerin bir sistem ve dünya görüşü meselesi olduğunun idrak edilememesi… Başka bir sistem içerisinde, başka bir “habitat”ta İslâm’ın layıkıyla yaşanamayacağı, İslâm’ın daha iyi yaşanabilmesi için dünya görüşümüzün bütün kurumlarıyla oluşturulması gerektiğinin kendi camiamızda anlaşılamaması. Ak Parti iktidarıyla makam vurgunu olmuş, zenginlik sarhoşluğuna tutulmuş insanlar topluluğu... Eşine onun muhatap olması gereken hadisi söylerken kendisinin muhatap olması gereken hadis-i şerifleri görmeyen nefsani insanlar olduk. Oysaki vazife şuuru bizi öncelikle ilgilendirmesi gereken, bize emredilen ölçüler manzumesi. Biz muhatap olup emirleri yerine getirirken Allah’a yakınlaşacağımız aşikâr. Allah’a yakınlaşırken tesir gücümüzün artacağı da ortada… O zaman biz kendimizi görüp hayatımızı mutlak hakikate göre tanzim edersek karşımızdakini de İslâmlaştırmış olacağız. Hakikatimizi tatbik ederken telkinî bir eda ile yapmalı, “ben yaşıyorum sen yaşamıyorsun” şeklinde ahmakça bir tavır sergilememeliyiz. Evet, bu girizgâhtan sonra yazımızı Habertürk Gazetesi’den Neva Çiftçioğlu’nun “Mutsuz Bir Dahi: Einstein” ve Giovanni Papini’nin “Gog” adlı eserinden “Erkekçilik” başlıklı yazısından alıntılarla sürdürüp son vereceğiz.

Mutsuz Bir Dahi: Einstein
“Hayır, ne doğum günü ne de ölüm yıldönümü için yazıyorum. Sürekli hatırladığım, hakkında yazılıp çizilenleri okumaktan asla yorulmadığım bir insan Albert Einstein… Dünyada çoğunluğun gelmiş geçmiş en büyük dahi olarak kabul ettiği. “Bu dünyada beni birkaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı” diyen bu insan için neredeyse oturup kitap yazasım var. Bu küçük köşeye sığdırabildiğim kadarıyla böylesi özel bir insan hakkında sizlerle sohbet etmek istedim. Hayal kırıklıklarıyla sona eren aşklar, mutsuz evlilikler, bir türlü huzuru yakalayamadığı baba-evlat ilişkileri ve kendisini hep yapayalnız hissettiği bir hayat…

Hakkında yazılanları ve direkt kendisinin kaleme aldığı anılarını okurken her sayfada gözlerim buğulanmıştır. Özellikle hayatının son 10 yılı inanılır gibi değil. Bilim insanları ve en yakın arkadaşları arkadan vurmuş hep. “Dâhiler normal olmaz. O da normal değildi. Çevresindekilerle geçinemezdi” diye yazmış bazıları. Bu tür “Einstein’ı tanıdığını” ileri sürerek dikkat çekmeye çalışan yazarların hiçbirine saygı duymamışımdır. Çünkü biliyorum ki farklı idealist ve düşündüklerini direkt söyleyen “politik davranma korsesini giymeyen” insanlar “zor ve pek revaçta olmayan insan” olarak adlandırılır… İdealistsen ve yanlış yapılanları ve yapılmayanları dile getirenlerden yani çenesi düşüklerdensen, herkesten çok üreten çalışkan bir insansan adın “zor adam” oluverir. Hoş görünmek için hataları ve saçmalıkları görmezden gelmeyi seçmeyerek, uzmanlık alanında var gücüyle çalışıp yepyeni çığırlar açan adam olmak herkesin harcı değildir.

Bugün burada Einstein’ın hangi kitabını açsanız bulabileceğiniz bilimsel buluşlarından bahsetmek niyetinde değilim. Amacım Einstein’in bireysel hayatındaki mutsuzluklarının belki de milyonda birine değinerek birkaç önemli hatırlatmada bulunmak.

Tarihe geçmiş olsa bile tanınmış insanların özel hayatlarıyla ilgili yazılan her şey, olayların derinlikleri bilinmeden yazanın bireysel görüşleriyle şekil almıştır. İlk evliliğinin bir matematik uzmanı olan Mileva Maric ile yürümemesi ve boşanmasının ardından çok kısa bir süre sonra kuzeni ile evlenmesi. Einstein’ı senelerce “karısının üzerine gül koklayan, zeki ama etik değerleri zayıf adam” pozisyonuna itmiştir. Ölümünden tam 20 yıl sonra anılarını kendi el yazısıyla yazdığı mektuplar açılınca anlaşılmıştır ki Einstein aslında sırf çocuklarının annesi olduğu için Mileva Mariç’in psikolojik baskılarına 10 yıl tahammül etmeye çalışmıştır. “Bir evin içerisinde yaşayan iki yabancı gibiydik. Bir evliliğin getireceği arkadaşlık bile yoktu aramızda. Her gün fiziksel saldırılardan, hakaret dinlemekten yorgundum. Boşanmak istedim, kabul etmedi. O zaman ona boşanmayı kabul ettirmek için ‘her gün 3 öğün yemek hazırlayacaksın, çalışma odama izinsiz girmeyeceksin, ben istemeden konuşmayacaksın’ gibi her kadını çileden çıkaracak bir evlilik kontratı hazırladım ve imzalattım (ki bu kontrat sayesinde sonunda kendisi boşanma davası açtı ). Böylece kavgasızca ayrıldık. Maalesef mahkeme sırasında kontrat basına yansıdı. Okuyanlar beni karaktersizlikle suçladı. Nasıl bir kocaydım ki böyle bir kontrat oluşturmuştum? Sessiz kaldım. Yaşadığım cehennemi kimseye anlatmadım. ‘Bir kadının psikopatlığı, fiziksel saldırganlığı duyuluncaya kadar beni karaktersiz bilsinler’ diye düşündüm. Kadınlar erkeklerle değişeceklerini ümid ederek evlenirler. Erkekler ise kadınlarla değişmeyeceklerini. Böylece her biri hüsrana uğrar.”
İlginç değil mi? Bu küçücük paragraf evliliğini anlattığı bölümden kısaca alıntı. Gerçekler her zaman göründüğü gibi değil. Yapılan büyük hataların sorumluluğu bazen haksızca başkalarının omuzlarına yıkılabilir. Atom bombasının Hiroşima’da kullanılmasının ardından, özellikle bazı Amerikalı yazarlar Einstein’ın başkan Roosevelt’e bir mektup yazarak acilen atom bombası üretmesi için ricada bulunduğunu, milyonlarca insanın ölüm sebebinin aslında Einstein olduğunu iddia etmişlerdir. Einstein anılar defterinde ve bir Japon arkadaşına yazdığı mektupta ise kendisinin bilimsel buluşunun kullanılarak atom bombası yapılabileceği ihtimalinin altını çizerek aslında bir uyarıda bulunduğunu belirtmiştir. Zaten Hiroşima’nın bombalanmasının ardından “Her savaş, insanlığın ilerlemesini engelleyen kötülük zincirine bir halka ekler. Hiroşima’da ölenleri duyunca bilim adamı olacağıma keşke ayakkabı tamircisi olsaymışım diye düşündüm. Bilim, atom bombasını üretti; asıl kötülük insanların beyinlerinde ve kalplerindedir” dediği bilinmektedir…

Bazı tarihçiler tarafından Einstein’ın çocuk sevmediğinden bahsedilerek her zaman kötü bir baba olduğunun altı çizilmiştir. Oysa Einstein kendi yazdığı mektuplar okunduğunda üvey kızına ve şizofrenik oğluna karşı olan sevgisi sıkça dile getirilmektedir... “Sadece kendi çocuklarım değil tüm dünya çocuklarının mutlu olması gerek. Bu dünyada tek bir çocuk mutsuzluk, açlık, sefalet ve savaştan dolayı ağlıyorsa insanlık olarak hiçbir yere varamamışız demektir. Yapılan buluşların ise hiçbir değeri yoktur.” diyen bir insan için bu karalama da maalesef hala internette ve kitaplarda yinelenmektedir.

Yaşanan mutsuzlukları ve haksızlıkları sebep göstererek yapabileceklerini yapmamış olanlar, tembelliklerine bahane aramaktadır. Bütün menfiliklere rağmen çok zor koşullarda ve mutsuzluklar içindeyken bile üretken olmaya, insanlığa felsefi, sevgi dolu, pozitif mesajlar vermeye devam etmiştir. “A”yı hayatta başarı olarak tanımlayalım, o zaman A=X+Y+Z’dir: X çalışmaktır, Y oyundur, Z ise çenesini tutmayı bilmektir. Mutluluğun formülü ise A’ya ulaştığınız an etrafınızda belirecek her türlü negatifliklere elde ettiğiniz güçle müdahale etmektir. Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer, ama kötü insanlar yüzünden değil, bununla ilgili hiçbir şey yapmayan insanlar yüzünden. Ben kendimi bilime adayarak negatifliklerle savaşmaya fazla vakit ayıramadığımdan dolayı bunca buluşuma rağmen aslında mutsuz bir insanım” demiştir.

Erkekçilik
… Ne diyecek diye merak ettiğim için beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra kızıl saçlı adam başladı: “Size dedi, dünyanın yaşayışını değiştirecek yeni sosyal, politik ve ahlaksal kuralları haber veriyorum. Size “erkekçilik” devrimini haber veriyorum. Şu içinde yaşadığımız hükümet merkezinde yıllarca önce kadınlar erkeklerin ayrıcalıklarına karşı ayaklandılar. Başlarında ünlü Miss Pankhurst vardı, feminizmi kurdular. Bu gün, elli yıllık savaştan sonra feminizm kazandı. Kadınlar her türlü medeni ve politik haklara sahiptirler. Parlamentoda, hükümette, orduda, dış işlerinde kadınlar var. Özel ve genel kurumlarda, fabrikalarda kadın dolu. Çok güzel! Biz erkekçiler kadıncılığa feminizme karşı değiliz. Asla! Erkekçiliğin açık mantıki amacı kadıncılığın başarılarını kabul etmek, hatta, onları geliştirmek, bütün evrene yaymaktır. Beni dikkatle dinleyiniz baylar! Kadınlar ve işlerinden dedikodulardan, taşralı görüşünden ileri gidemeyen düşünceleri, saflıkları ile son yıllara kadar erkeklerin ayrıcalıkları olan milletleri idare yetkisinin bir şeref, bir zevk olduğunu sanıyorlardı. Bu konuda baştan sona kadar aldanıyorlar. Politika, uzlaşmalara, yalanlara, ikiyüzlülüklere dayanan kaba bir meslektir. Politika güçtür, pis ve tehlikelidir. Bunun için erkekçiler iktidarın tamamen kadınlara geçmesini teklif ediyorlar; çünkü onlar yaradılıştan daha kurnaz, daha yalancı ve daha oynaktırlar. Parlamentoda, hükümette birkaç kadın varmış, bu yetişmez. Bütün parlamentolar, bütün hükümetler onlar tarafından kurulmalıdır. Kadınlar bizlerden daha kolay konuşurlar, daha pratiktirler, pislikten daha az tiksinirler; politika onlar için, yalnız onlar için yapılmıştır. Ve bugün gördüklerimizi düşünecek olursak işlerin daha kötüye gitmesinden korkulacak bir şey de yoktur. Akla gelen en kötü şey, milletlerin ölüme ve sefalete sürüklenmesidir ki zaten şimdi de böyledir, demek bir şey değişmeyecektir. Aksine, daha iyiye gidecek bir şey vardır ki o da erkeklerin kaderidir. Bundan böyle erkekler daha asil, daha güzel uğraşlara verebileceklerdir.

Beni dinleyiniz erkek vatandaşlar. Erkekçilik sizleri en güç, en nankör işlerden kurtarmaya hazırlanıyor. Şimdiye kadar kadınlar eğitim işlerine de girdiler, ama orada henüz azınlıktadırlar. Kızlara oğlanlara dersler vermek –gerçeği gizlemeyelim- çok sıkıcı ve yorucudur. Öğrencilerin, tek düşünceleri dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar az çalışıp dalga geçmek, öğretmenleri atlatmaktır. Eğer içlerinde gerçekten bir şey öğrenenler oluyorsa, bunlar okumayı sevenler ve kendi kendilerine çalışmış olanlardır. Ne diye ilk ve yükseköğrenimi kadınlara bırakmayalım. Kadınlar erkeklerden daha sabırlıdırlar, daha beceriklidirler. Üstelik büyüleyicidirler…

Her iş alanı için hemen aynı şey söylenebilir. Kutsal kitapta çalışmanın erkeğe ceza olarak verildiği yazılıdır. Ama yine o kitapta, ilk ve gerçek suçlunun kadın olduğu da yazıldığına göre, cezanın Havva’ya, yalnız ona verilmesi doğru olurdu.

Dostlarım, dinleyicilerim. Erkekçiliğin kutsal ve meşru istekleri tamamen kabul edilir ise erkeklerin ne yapacaklarını sorabilirsiniz. Bunun cevabını vermek güç değildir. Hükümet idaresi ile bütün öteki angaryalardan kurtulan erkekler dünyanın olağanüstü güzelliklerinden rahat faydalanacaklardır. Daima tehlikeli ve zahmetli olan işten, çalışmaktan ayrılınca, hep birlikte coşku ve dalınç âlemine dalardık. Bugün pek az insan yüksek fikir faaliyeti ile meşgul olabiliyor, çünkü çoğunluk gündelik hayatın bayağı zorunlulukları ile uğraşmaktadır. Bundan sonra şiir, resim, heykel, bilim araştırmaları, metafizik düşünceler, gündelik ve biricik işimiz olacaktır. İnsanlık cinsiyete göre ayrılmış iki büyük sınıf olacak: Biri, politika, ticaret, ürünler, eğitim ve idare ile uğraşacak. Öteki, yani biz erkekler, rahat rahat sanatla, fikirle, güzelin ve doğrunun araştırmasıyla, varlığı zevkli hale getiren şeylerle meşgul olacağız. Bana öyle geliyor ki size kısaca bildirdiğim erkekçilik programı hepimiz tarafından kabul edilecektir ve bizi manevi üstünlüğümüze uymayan pratik zorunluluklardan kurtaracaktır. Hiçbir vicdan azabı da duymayacağız, çünkü şimdiye kadar yalnız erkeklerin kendilerini feda ederek yaptıkları şeyleri bütün kuvvetleriyle istemeye kalkışanlar ilk önce kadınların kendileri olmuştur. Biz, nihayet, onların ayaklanmalarının sonuçlarını kabul ediyoruz. Erkekçilik kadıncılığın karşıtı değildir, aksine, onun her bakımdan gerçekleşmesidir ve bu bizim de mutluluğumuzu sağlayacaktır.

Bu arada dinleyicilerin sayısı da artmıştı, çoğu hararetle alkışlıyordu. Kızıl saçlı adam terini siliyor ve sırıtıyordu. Bana gelince, adımlarımı açtım ve parktan çıkıp otelime gittim.”

Baran Dergisi 515. Sayı