Kadüsedeki asanın en tepe noktasında yer alan yuvarlak halka (delik, boşluk, sıfır, “beş”, HE harfi, “Abdülhakîm Koltuğu” ve “Levh-i Mahfuz”!), modern literatürde akaşa olarak isimlendirilmiştir. Akaşa (akasha) kelimesi, köken itibariyle Sanskritçe’dir.(1) Sanskritçe’de öz (ruh) ve uzayı (zaman) ifadelendirmek üzere “ışıklı” anlamında kullanılmaktadır. Tedaisi,nur, ziya, ışık, “Üç Işık”!.. Hinduizm’de ise evrendeki her şeye nüfuz etmiş beşinci (beş, sıfır, nokta, ben, ruh!) ve en ince (latif, Be harfi, cinnî, sır!) olan “ether” (esîr)cevheridir. Esîr ve esir? Her şeyin kendisinden yapıldığı madde (varlık) olarak esîr; her şeye kendisini hasreden (beklenen!) olarak esir! “Beni Allah tutmuş kim eder azat?” derken Üstad Necip Fazıl, esas itibariyle kendisini Kim’in azat edeceğine işaret ediyordu. Kim’i ise, Allah’tan başka hiç kimsenin azat edemez! Çünkü O, Allah’ın bir vaadi olan “İstikbâl İslâmındır” mânâsına yataklık eden bir “beşik” olarak seçilmiştir.

“Telegram” işkencesi altında şehadet şerbetini içen Allah’ın esiri! Eski Yunanca bir kelime olan esîr (aither veya aiether olarak da yazılan aether) kelimesinin esas kökeni “aitho”dur. Eski Yunanca’da “aitho”, lûgatta “ateşli, parlak ve havadan daha süptil olan” anlamındadır ve tıpkı Sankritçe’de olduğu gibi, fizikî bir mekânı değil, öz, ruh, zaman ve uzayı ifade etmektedir. Eski Yunanca’da (Grekçe) “göğün maviliği” anlamında da kullanılan “ether” veya “eather” kelimesi,antik çağın pek çok ezoterik öğretilerinde kimi zaman maddenin esîr denilen hâlini, kimi zaman da maddenin “ilk madde” (materia prima) denilen ilk, cevherî hâlini ifade etmek için kullanılmıştır. Ezoterik literatürde “Mavi Madde”, modern literatürde ise “Kara Madde” (Karanlık Madde) olarak adlandırılan gizemli madde esîr her ne kadar Modern Fizik tarafından reddedilmiş ise de, aslında kâinatın en temel maddesi olarak, -çünkü kâinatın kütlesinin yüzde 90’ını oluşturmaktadır-, farklı terimlerle de olsa yaşamaya devam etmektedir. Esîr, 19. yüzyılda atomlar arası boşluğu yani evreni doldurduğuna, ağırlığı olmadığına, ısı ve ışığı ilettiğine inanılan töz hâlini almıştır. Gerçi ilmî araştırma veya deneyler ışığın iletiminin bu şekilde açıklanmasını çürütmüştür. Yeni zaman ve mekânda bu tür açıklamalar yerini kuantum teorisine bırakmıştır. Daha detaylı bilgi edinmek isteyenler kuantum ile ilgili çalışmalara bakabilirler. Neyse, mevzumuz mevzu olarak esîrin bizatihi kendisi olmadığından burada kesmek durumundayım. Ama “göğün maviliği” veya “mavi madde” üzerinden şu kadarını da söylemek durumundayım.Her şeyden evvel mavi, Kelime-i Tevhid nurunun rengidir. Aynı zamanda Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın da rengidir. Mavi’nin “yeryüzüne yayılıp döşenmek” mânâsı dikkate alındığında, yeryüzünde azgın nefsin temsilcilerine, dolayısıyla da Deccaliyet mânâsına mutabık putperestlik üzerinden İlâh olmak isteyenlere karşı, “Allah’tan başka ilâh yoktur” kavgası veren Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın niçin “İstikbâl İslâmındır” mânâsı üzerinden Dünya Hakimiyeti (Yeni Dünya Düzeni veya Başyücelik Devleti!) ile şereflendirildiğini anlamakta zorlanmayız! İBDA’nın sembol işaretinin (meşhur el işareti ki bugün, İBDA Yayınları’nda kullanılmaktadır) niçin “Allah’tan başta İlâh yoktur” mânâsını mündemiç olduğu şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Üstad Necip Fazıl’ın “Gelir” isimli şiirinden: “Gökyüzü, yeryüzü, helalleşirler, / Nur kaçtığı yerden toprağa gelir”… “Bâtının zâhire çıktığı bir zamandayız” mânâsı üzerinden şu şekil bir “Ölüm Odası” terkibi umarım yerinde olmuştur: “Mirzabeyoğlu: 1312: Ahîz- Esir. (Mahzum- Her delinmiş nesne. Burnunun halkasıyla tutulan deve ve sığır: 101: Kusto… Mahzum: Allah’ın çekilmiş kılıcı ünvanlı Halid bin Velid Hazretleri’nin kabilesinin ismi!)(2)… Tedaisi, Halid bin Velid Hazretleri’nin lakabı, Ebu Süleyman: Horoz!.. “Abdülhakîm Koltuğu” ve Arş Horozu!

Yine “Ölüm Odası” terkiblerinden: “Esir-Kâinattaki bütün unsurların kendisinden yapıldığı ilk madde” mertebesi…”(3)Diğer taraftan,“Te harfi, “Esir” mertebesine ve Ay menzillerinden “Kalb”e işaret eder…”(4) Son olarak,“İngilizce, CİN-Sin. Gümüş. Saliha: 53: HAMÎD-Allah’ı hamd ve sena eden.(Ebcedi “Taht-Kürsî” ile aynı olan Te harfi; Allah’ın “Hamîd-Hamd ve şükürleri kabul eden” ismi ve Esir mertebesi ile ilgili…”(5) Dolayısıyla da “1440 Gergini” ile!

“Kâinatın akışkan cevheri” olarak da ifade edilen akaşa, çok defa “dünya hafızası”anlamında kullanılmaktadır. Tedaisi, Sokrates’tan Eflâtûn’a, “ideal devlet” çerçevesinde miras olarak bırakılan “horoz borcu”, bir zamanlar “beşer zekâsının sekreteri Fransa” ve yeni zaman ve mekânda “beşer zekâsının sekreteri İBDA”… Dünyanın yaradılışından beri, yeryüzündeki bütün eşya ve hadiselerin yansımalarının akaşada kaydedildiği düşünülmektedir. Meselâ bundan binlerce yıl önce Pisagor ve takipçileri, maddî dünyada (halk âlemi) oluşan her duygu, düşünce ve iradî hareketin gökyüzünde kaydedildiğini düşünmektedir. Tedaisi, Levh-i Mahfuz ve Kirâmen Kâtibin melekleri!.. Tedainin tedaisi, Büyük Doğu Mimarı’nın İBDA Mimarı’na söylediği: “Tek kelimemin bile boşa gitmediğine inandığım tek sen varsın!”

Yoga felsefesinde ise akaşanın “tabiatın hafızası” mânâsında kullanıldığı sözkonusudur. Yoga felsefesinde akaşa, prana (tedaisi, pir veya bir ana / ana pir veya ana bir, diğer bir ifadeyle de tabiat ana veya dişi veya alıcı bir noktada tezahür eden nefs, “kendi olan nefs”!) ve yaratıcı zihnin (küllî irade) üç aslî prensibidir ki, bütün bir varlıkta majik ve psişik (keramet, istidraç, İBDA Mimarı: “Aksiyonlarını bizden alıyorlar!”) güçlerin de ana kaynağıdır. Tedaisi, yaradılışın sırrını mündemiç “Ol!” emri ve ardından “oluş sırrı”nın tezahürüne, daha doğrusu “kendinden zuhur” esprisine yol veren veya imkân sunan emir, emre itaat ve ışık unsuru ve bunun da zamanımızdaki mücessem hâli olan “Üç Işık” ve “Abdülhakîm Koltuğu”! 

Akaşa, halka, yuvarlak, delik, boşluk, sıfır, He harfi, Levh-i mahfuz!... İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası”ndan: “HE harfinin Arap alfabesinde “0” ile gösterilen “5”tir. Allah “Bais- Elçi Gönderen” ismine ve LEVH-İ Mahfuz’a işaret eder; HEMZE ile işaretlenen KALEM-İlk Akıl’ın ona akıttığı hüküm ve mânâlara. Ay menzillerinden “Butayn- Bâtınlık” da, “Küllî Tabiat” mertebesine ilgi içinde HE harfi ile işaretlenen… ABDÜLHAKÎM Koltuğu’nun -Kürsî- ortasında yuvarlak delik hep hatırda: ATLAS Burcu’nun onun altında oluşu da…”(6)

Ferdî veya içtimaî duygu, düşünce ve iradî faaliyetlerin meydana getirdiği akaşik enerji (sinerji!) belli bir yoğunluğa ulaştığında, istikbâldeki duygu, düşünce ve iradî faaliyetlerin şekillenmesinde etkili olduğu düşünülmektedir ki bu, kendisini en iyi dua esprisinde göstermektedir. Meselâ Peygamberlerin gönderildikleri toplumu uyararak, hayatlarında oluşturacakları menfi hareketlerin başlarına yakın gelecekte bela şeklinde tekrar kendilerine yansıyacaklarını bildirmeleri ve akabinde bunun gerçekleşmesi gibi. “Mutlak Ölçü” meâli: “(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyleyse azab yakanızı bırakmayacak.” (Furkan Suresi, 77. âyet).

Evet; Ergün Arıkdal’ın da belirttiği üzere, akaşa, “dünya hafızası” anlamına gelmektedir. Dünyanın yaradılışından bu yana, “varlıklar bütünü”ne dair her ne varsa, (cemad, nebat, hayvan ve insan!), tüm kayıtlar akaşada kayıtlı veya saklıdır. İslâmî literatürde ise bütün kutsî bilgi, sır veya hakikatlerin saklandığı yer “saklı levha” mânâsına Levh-i Mahfuz olarak bilinmektedir.(7) 

Soru: Yüzlerce yıldır din adamlarının, gizem avcılarının, simyacıların, büyücülerin ve birçok gizli örgütün izini sürdüğü “Kutsal Ahit Sandığı”(8) ile akaşa veya esîri, dolayısıyla da “saklı levha” mânâsına Levh-i Mahfuz üzerinden “Abdülhakîm Koltuğu” arasında herhangi bir bağ veya ilişki var mıdır, yok mudur? Bu, araştırmaya değer bir soru olsa gerektir.

“Varlıklar bütünü” içerisinde her insanda tüm bilgi ve tecrübelerin kaydedildiği belli bir hafıza (bellek) vardır. Hayatın tabii seyri içerisinde ihtiyaç duyulan tüm bilgi ve beceriler işte bu hafızadan devşirilir. “Akıllı bir varlık olan insan”ı diğer varlıklardan ayıran en önemli özellik, hiç şüphesiz ki tüm bilgi ve tecrübelerin belli bir hafızada saklanabiliyor olmasıdır. Peki, şuura kaydedilen veya şuura kaynaklık teşkil eden topyekûn insanlığın “ortak hafızası” mânâsına şuuraltı hakkında ne söylenebilir? Öyle ya; şuuraltı (ruh!), topyekûn insanlığın “ortak hafızası” olarak kabul edilmektedir. Kadüse’deki akaşanın (sanki) böyle bir soruya cevap teşkil eden bir noktada değerlendirildiğini söylemek durumundayım. Değil mi ki, geçmişin tüm bilgi ve tecrübelerini, dolayısıyla da geleceğin tüm imkân ve ihtimallerini bünyesinde barındırdığına inanılan akaşa, “dünya hafızası” olarak değerlendirilmektedir. Bundan dolayıdır ki Ergün Arıkdal, akaşaya özgü “dalga boyu”yakalanabilirse, “akaşik kayıtlar”ı inceleme imkânı elde edilebilir, der.(9) İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’na niçin “Telegram” uygulandığı sorusunun cevabını da bu noktalarda aramak icab eder. “Telegram”dan maksad, “İstikbâl İslâmındır” mânâsının tecelli ettiği insan üzerinden “akaşık kayıtlar”a ulaşmak ve Francis Bacon’la başlamış olan “bilgi güçtür” ve “insanın doğaya hâkim olması mümkündür” anlayışı veya esprisi üzerinden yarınlara hükümran olmak! Hem sonra, yeryüzünde ilâh olmak isteyen Deccal ve taifesinin derdi başka ne olabilirdi ki? Sahibinin elinde “Ölüm Odası”, içinde bizzat kendisinin saklandığı bir mahfaza (zırh, Hazret-i Davud Aleyhisselâm, Kâmil Hilafet, Kıyamet!) veya sandık (Hadîslerde “Tabutu Sakine” diye geçen “Sekine Sandığı”, -ki buna “sakin”, “durgun”, “nebat”, “ilm-i ledün”, “rüyâ”, “teslim olmuş”, “esir”, “iradesi Allah’ın iradesi olmuş” mânâsından mülhem “Sabır Sandığı” (“Ölüm Odası”!) da denilebilir-, veya “Ahit Sandığı”) olarak da algılanabilir! Ahit Sandığı? A hit, “Allah nezdinde hit veya zirve (bit, pire!) sandık”!.. Bu “Sandık” öyle bir sandık ki, sahibinden izinsiz açıldığında açanı çarpıyor! “1440 Gergini” mânâsı çerçevesinde eski dünya düzeni sahiblerinin, dolayısıyla da Deccal taifesinin niçin aklı başından alınmış, buradan bilinsin! “Telegram” üzerinden İBDA Mimarı’nı çözmek isteyenler, çözüldüler ve de çizildiler! Allah her şeye Kaadir’dir, Kadîr’dir!

Not:Dünyanın en zengin Yahudi (Yuda nesebi) eşkiyalarından ve Deccaliyyetin en kallavi sadıkalarından biri olan ve hattı zatında atalarının dini (putperestlik) üzere yüzyıllardır “Ahit Sandığı”nın peşinde olan David Rockfeller (12 Haziran 1915 doğumlu ve 20 Mart 2017’de kronik kalp yetmezliği nedeniyle New York’ta 101 yaşında geberik olmuştur; “kalb yetmezliği”ne dikkat!) Urfa Göbekli Tepe’ye (kimbilir, Tarsus’daki kazılara da aynı heva ve hevesi duymuştu da ömrü yetmedi; bu arada, “Göbekli Tepe” ifadesine de dikkat! Göbekli, bir yönüyle köpekli, ki kendilerinde tecelli eden nefs’e delalet eder, diğer bir yönüyle de göbek kısmında bulunan Batın ki bu da, kendilerinden intikam alan ruhun temsilcisi “Berzah sırrı”na işaret eder!) duyduğu dini (putperestlik), felsefi (ezoterik inisiyasyon!) ve birazda tıbbi (koku, köpek, nefs emniyetinden mütevellid nefsanîlik!) derin ilginin sebebi ne ola ki? David Rockefeller’ın en önemli çabası ömrünü uzatmaktı.  Ki; bu da, ölümsüzlüğü istemek, daha doğrusu yeryüzü ilâhî olmak iştiyakının şeytanî versiyonuna delalet eder! Bu amaçla her türlü bilimsel araştırmayı destekliyordu. İlerlemiş yaşına rağmen Urfa Göbekli Tepe kalıntılarına ilgi duyması ve buradaki arkeolojik kazıları finanse etmesi, dini bir gerekçeye dayandığı kadar tıpkı binlerce yıl önce Mezopotamya’da ortaya çıkan tarihteki ilk yazılı destana, ölümsüzlüğü arayan bir kralın öyküsüne, Gılgamış Destanına dayanıyordu. Gılgamış Destanı mevzuuna daha evvel değinmiştik. Orada ölümsüzlük otu ve onun üzerinden otu yiyip derisini (hov; ki heva ve hevesten mütevellid tersinden veya düzünden nefs terbiyesine de bir işaret olarak okunabilir!) bırakan yılanı hikaye ediyordu!.. Eğer doğru ise, kendisi ile görüşen bir gazeteciye, “Bugün için dünyanın en güçlü devleti olan ABD’nin kuruluş yaşı 239 dur. Amerika Kıtası’nın bulunması ise yaklaşık 500 yılı bulur. Hâlbuki Türkiye Devleti’nin üzerinde bulunduğu topraklar, insanlık tarihi ile eşdeğerdir. Şanlıurfa-Göbeklitepe’de 1995 yılından beri yapılmakta olan arkeolojik çalışmalarda bulunanlar, insanlık tarihi hakkında bilinenlerin yeniden düşünülmesini gerektirecek, bilgileri değiştirecek, dinler tarihini yeniden sorgulatacak niteliktedir”(10), derken kimbilir daha neler neler biliyordu! Ama esas bilinmesi gerekeni öğrenemeden geberik oldu! Belki de tıpkı Hazret-i Musa Aleyhisselâm’ın yılan yutan asasında olduğu gibi, aradıkları şeyin (“Ahit Sandığı”) gerçek sahibinin Allah tarafından Kim’e verildiğine şahidlik ederek geberik olmuştur. Canı cehenneme, zümera!  

Akaşik kayıtlar? Akaşık kayıtlardan yararlanabilmenin asgari şartı akaşaya özgü “dalga boyu”nun yakalanması ise eğer, öyleyse söylenebilecek en önemli söz şu olsa gerektir: Bütün zamanda tecelli eden bir hakikat vardır ve yine bütün zaman içerisinde saklı veya gizli belirli bir hakikat vardır. Hakikatler fertlerde tecelli etiğine göre, öyleyse; sorulacak en önemli soru da şu olsa gerektir: Bütün zamanda tecelli eden hakikat, “bütün varlığın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı” Allah Resûlü’nde tecelli ettiğine göre, (İBDA Diyalektiği’nde buna “Hakikat-i Ferdiyye: Ferdin Hakikati” tabir edilir), yaşanılan yeni zaman ve mekânda tecccelli eden hakikat nedir ve kimde tecelli etmiştir? Kısa yoldan cevap vermek gerekirse, yaşadığımız yeni zaman ve mekânda tecelli eden hakikat, “İslâma Muhatap Anlayış” çerçevesinde örgüleştirilen “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”dır ve bunun arkasındaki tuğra ismin sembol kavramı da, Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri üzerinden “Abdülhakîm Koltuğu”dur. Tedaisi, Arş horozu!.. Devamı bir sonraki yazıda!    

Dipnotlar
1-DHARMA ANSİKLOPEDİ’ye göre “Akaşik Kayıtlar”: Sanskrit dilinde “öz” ve “uzay”ı ima etmek üzere “ışıklı” anlamına gelen AKASHA sözcüğü, Hinduizm’de evrendeki her şeye nüfuz etmiş beşinci ve en ince olan “ether” cevheridir. “Dünya hafızası” anlamına gelir. Çünkü bu akışkan, Dünya’nın oluşumundan beri, yeryüzündeki bütün olayların yansımalarını kaydetmiştir. “Görücü” dediğimiz kimselerin bir kısmı, AKASHA’ya özgü “dalga boyu” nu yakalayabilirse, akaşik kayıtları inceleme imkânı bulabilir.

2-Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası b-yedi “Nedim-i Kadîm”, İBDA Yayınları, İstanbul, 2018, c. 4, sh. 19.

3-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-magara-sinirda-sinirsizlik-400-h4055.html

4-Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası B-Yedi, -“Nedim-i Kadîm”-, İBDA Yayınları, 4. Cild, İstanbul, 2018, sh. 11. 

5-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-cennet-kokulari-213-h3326.html

6-Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası b-yedi “Nedim-i Kadîm”, İBDA Yayınları, İstanbul, 2018, c. 4, sh. 23.

7-Levh: Görünen ibretli manzara… Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük… Seyredilen yerin çizili sureti… Ayet, hadîs veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey… Şimşek çakmak… Zahir olmak… Çalıp almak… Levh-i mahfuz: Her şeyin hayatının ind-i İlâhîde yazılması. İlm-i İlâhînin bir ünvanı.

8-Kutsal Ahit Sandığı neden bu kadar önemlidir, içerisinde ne vardır, işlevi nedir? Ahit sandığı Musa peygamber tarafından akasya (tedaisi, akaşa, esîr, “Abdülhakîm Koltuğu”, Levh-i Mahfuz!) ağacından yapılmıştır. Dışı altın (sabır, sarı, hasta-haste, istemek, dua!) plakalarla kaplıdır. Eski ahit, tanrının kendisine yapılan portatif tapınağa yerleştirilen sandık üzerinde tecelli ettiğine sıkça değinmektedir. Ehil olmayan biri tarafından sandığa dokunulduğunda helak olduğu bildirilmektedir. Hz Davud, Kudüs’ü İsrail krallığının başkenti yaptığında sandığı Kudüs’e getirmiştir. Sandığın uzunluğu 125 cm, genişliği ve yüksekliği ise 75 cm dir. Hz Süleyman sonrası İsrail kralları döneminde Babil Kralı Nabugadnezar MÖ 587 senesinde Kudüs’ü ele geçirdiği sırada sandık kaçırılmış ve ortadan kaybolmuştur. Peki sandığın işlevleri nelerdir. İslam kaynaklarında, Ayet ve Hadîslerde “Tabutu Sakine” ismiyle sandıktan sıkça bahsetmektedir… “Peygamberleri devamla şöyle dedi: “Onun hükümdarlığının alâmeti, size içinde Rabbinizden bir sekîne ile Mûsâ ve Harun’un manevî mirasından bir bakiyyenin bulunduğu ve meleklerce taşınan bir sandığın gelmesidir. Eğer iman etmeye niyetli iseniz bunda, elbette sizin için delil vardır.”(Bakara, 2/248)… “Ona Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu göstermesidir. Antakya denilen bir yerden Tabut’u (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır.” … “Antakya mağarasında “Tabut-u Sekine”yi çıkaracaktır. Şam’daki dağdan da gerçek Tevrat’ı çıkaracak ve bunun üzerine Yahudilerle tartışacak, birçok Yahudi Müslüman olacak.” (Risaletül Huruc ül Mehdi, s.124-125)… “Ona Mehdi denilmesinin nedeni, Şam’da bulunan dağlardan birine yönelmesidir. Oradan (gerçek) Tevrat kitaplarını çıkaracak, Yahudilere karşı delil getirecektir.” (Suyuti, el-Havi li’l Feteva, II. 81)… Mehdi, Tabut-u Sekine’yi (Kutsal Sandığı) Taberiye gölünden çıkaracak.” (Ikdı’d Dürer, sf.51-a).

9-https://gizliilimler.tr.gg/Aka%26%23351%3Ba-Kay%26%23305%3Btlar%26%23305%3B--k1-Aka%26%23351%3Bik-Kay%26%23305%3Btlar-k2-. / htm. 
http://kosmosmacerasi.com/v1/2015/06/akasha-akasa/

10-https://kafkassam.com/yahudilerin-kutsal-ahit-sandigi-tarsusta-bulundu-mu.html


Baran Dergisi 614. Sayı