Kadim bir sembol olarak günümüz dünyasında varlığını devam ettiren Kadüse, bir asa ve onun tepe noktasında yer alan yuvarlak bir halka ve halkanın hemen altında iki kanat ve kanatlara doğru asaya sarmaşık şeklinde dolanan iki yılan üzerinden tamam olmuştur. Daha evvel söylendiği üzere, Kadüsenin ana gövdesini oluşturan asa “toprak, Hak, Bir, Elif”; halka “akaşa, esîr, levh-i mahfuz”; kanatlar “hava, ruh, melek”; yılanlar ise “hayat” ekseninde “su” ve “ateş” olarak yorumlanmıştır.(1)Yine daha evvel söylendiği üzere, kadüsede “toprak” olarak adlandırılan asa, herşeyden evvel topyekûn varlığı (maden, bitki, hayvan ve insan) şâmil “vücud” veya “beden”ile ilişkilidir. Bu çerçeveden bakıldığında asa, “bedenin özü ve hülasası olan kalb” üzerinden “bütün bir kâinatın özü ve hülasası olan insan (malik, muktedir, hükümdar, halife, insan-ı kâmil)” ile de ilişkilendirilebilir. Toprağın “hak” mânâsı bir yana, “Allah’tan geldik ve dönüşümüz yine O’nadır” mutlak ölçüsünün mânâdaki sureti hâlinde ve “Topraktan yaratılan beden yine toprağa iade edilecektir!” hakikati ışığı altında, asanın “Hak”, “Elif” veya “Bir”i sembolize ettiği daha bir anlam kazanmaktadır.  Ayrıca insanın hareketi olan “düz veya müstakim hareket”, (“Elif” gibi, dik, dimdik, doğru, dosdoğru olmak veya müstakim veya istikamet üzere olmak, diğer bir ifadeyle de “horoz” keyfiyetinin göründüğü “iç alem düzeni”ne taalluk eden “ruhî muvazene”nin gerekliliği!), namazda “kıyam”, içtimaî hayatta dinin belirlediği yol mânâsına “istikamet”, neslin devamı veya üremesinde “tenasül”, dolayısıyla da “ilahî hikmetler” veya “sahici aydınlanma”nın habercisi olarak “Arş horozu” üzerinden de daha biranlam zenginleşmesine kavuşmaktadır.

Asanın tepe noktasına konuşlandırılan ve “akaşa”(2) olarak tavsif edilen halka veya “boşluk”, “terazi iplerini kendinde toplayan halka” keyfiyetini haiz bir noktada, “küllî ruh” ile ilişkilendirilmesi bir yana, “levh-i mahfuz” veya “kader sırrı” ile de ilişkilendirilmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında akaşa, daha çok “Abdülhakîm Koltuğu” ile ilişkilendirilebilir gözükmektedir.

İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası” başlıklarından biri, “Kürsî Sırrı (Abdülhakîm Koltuğu)” şeklindedir… “KÜRSÎ-Taht. Koltuk. Kaide. Merkez. Vazife. İktidar, kudret ve mülk. Baş şehir. Mânevî makam. Oturulacak yüksekçe yer.”(3)

Hemen belirtelim ki, “ARŞ’ın altında KÜRSÎ var…”(4)

“Şems: 1400: Taht-Alt. Arş altı Kürsî mertebesi.”(5)… “Tedaisi, “Hurus: Horoz” ve “Hüsrev: Hükümdar. Şah” ebced tevafukları üzerinden “1400 Gergini” ve “40 Senede de Erilmez, Ama Biz Erdik” diyen İBDA Mimarı’nın “1440 Gergini” vurgusu!..

Yine İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası”ndan: “Allah Sevgilisi, “Allah’ın sır hazinesi Arş’ın altındadır ve anahtarı şâirlerin diline verilmiştir!” buyuruyor”(6)…Tedaisi,“Kürsî sahibi Kimdir?” istifhamı çerçevesinde, meâlen, “Üstad Necip Fazıl ve benden başka hiç kimse şiirde mânânın suretini bulabilmiş değildir”, diyen İBDA Mimarı!.. Bu söz, “beşerî akıl” çerçevesinde,Sokrates tarafından Eflatûn’a “horoz borcu” metaforu üzerinden miras bırakılan “ideal devlet” plan, program ve projesinin “selim akıl” çerçevesinde kemâle erdirilmesi mânâsını da mündemiçtir. Mevzuyu daha fazla dağıtmadan tekrardan mevzuumuza geri dönecek olursak;

Yukarıdaki bilgilere yer vermemizin asıl sebebi, hiç şüphesiz ki, Kadüsedeki yuvarlak halkanın (akaşa) “Abdülhakîm Koltuğu” ile ilişkilendirilebilir olmasındandır. Bu mevzuya bir sonraki yazımızda değineceğiz.

Asaya bitişik olan halkanın hemen altında yer alan ve “hava” olarak adlandırılan iki kanattan birinin sağ, diğerinin ise sola açılıyor olması, Allah tarafından sağ ve sol omuzlarda konuşlandırılan Kirâmen Kâtibin(7) meleklerini de tedai ettirmektedir. Bu da bize, tedainin tedaisi halinde,“Tuğra İsim”veya “Büyük İrşad Kutbu Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri”nin zâhir ve bâtın kanadını temsil eden, diğer bir ifadeyle de O’nun mânâsının teorik ve pratik kanatlarını örgüleştiren Büyük Doğu ve İBDA’nın varlığını hatırlatmaktadır. Bu durum, “mekanet yüksekliği”ne tekabül eden ruhî yükseliş veya ruhanîlikten mütevellid, melek ve melaike üzerinden meleke (riyazet veya idman!) ile de ilişkilendirilebilir gözükmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında, “gitmek ve gelmek” mânâsı üzerindenidman kelimesinin “tekrar tekrar hareket etmek” mânâsı çok dikkat çekicidir. Tedaisi, Hazret-i İdris ve İlyas Aleyhisselâm üzerinden Hazret-i İsa Aleyhisselâm!.. Burada sözkonusu olan şey hiç şüphesiz ki, “Ben Kimim?” istifhamı üzerinden “bulamamacasına arama” mânâsına, ısrardır.(8) Israr kelimesinin esrar, esrarın ise sır mânâsı dikkate alındığında, idmandan (tesbih, zikir, dolayısıyla da ibadet!) maksadın sırlar hazinesine kavuşmak olduğu anlaşılır. Kendisi sırdan olan en nihayet sırra döner. Mutlak Ölçü meâli: “Allah’tan geldik dönüşümüz yine O’nadır.” Nitekim en büyük sır, Allah!.. “Hava”nın “havva” üzerinden kadın veya nefse bakan yönüyle “heva ve heves” olma ihtimali bir tarafa, “hava”nın “Rîh: Rüzgar, yel. Rahmet. Devlet. Hoş ve iyi şey. Koku. Ruhî”(9) ile ilgisi de ayrıca dikkat çekmektedir. Tedaisi, Başyücelik Devleti!
Asanın gövdesinde sarmaşık şeklinde konuşlandırılan iki yılandan birinin “ateş”, diğerinin ise “su” olarak tavsif edilmesi ilkin ruh ve beden olarak okunabilir.(10) Ardından kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutublarından birinden birini gerçekleştirmeye dair bir oluş sürecini ifade edebileceği gibi, “zıt kutuplararası muvazenenin üstün nizamı”na dair bir işaret olarak da algılanabilir. İçiçe geçmiş mânâlar yumağı hâlinde bir tür matruşka ve / veya kuantum fiziğinin en önemli mevzularından biri olan hologram teorisini (“parça bütünün habercisidir” ve her şeyde bir şey, bir şeyde her şey var hakikatlerini) hatırlatan durumlar! Fizyolojideki gen(11) haritasını hatırlatması da cabası!

Kadüsedeki asanın Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın cennetten getirdiği asa ile ilişkilendirilebilir olması bir yana, ruhun tecelli ettiği suret halinde, Bir veya Elif ekseninde beden ile de ilişkilendirildiği sözkonusudur… Sembol dilinde “su” ve “ateş” olarak okunan yılan ise, “hayye” veya “hayyat’tan mülhem “hayat” olarak okunabilir. Bir’den nasiplenmek veya Bir’e olan zorunlu ihtiyaçtan ötürü Bir’in çevresinde dolanmak zorunluluğundan ötürü yılan, kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birinin gerçekleştirilmesine dair iki zıt mânânın (dünyevî ve uhrevî, ruhanî ve nefsanî mânâlarını mündemiç olan hayat!) varlığına bir işaret olarak algılanabilir!.. Birbirine zıt olmakla birlikte, “bir şeyin aynı aynı olduğu şeyden başkadır” hakikati çerçevesinde birbirinin aynı, fakat birbirine muhtaç iki zıt mânâ veya hayat!.. Biri olmadan diğeri olmuyor. Ruh ve beden dualizmi! Ruh ve nefs, iyi ve kötü, mümin ve kafir!.. İki yılan; iki hayat; iki insan; kadın ve erkek veya “insanî hakikat”; eril ve dişi; siyah ve beyaz; doğu ve batı; hafakan; Moro Destanı-Aydınlık Savaşçıları veya Büyük Doğu ve İBDA!.. “Cevn: Siyah. Beyaz. “Malik Hikmeti”: 59: Mehdî”… “Mehdi’yi hamil 10 süvari”, İmam-ı Rabbani Hazretleri ve Esseyyid Abdulhakîm Arvasî Hazretleri, Hacerü’l-Esved ve Ud-i Hindi, Hazret-i Adem Aleyhisselâm ve Hindistan, Ud kokusu ve Asa, “Heylele: Lâ İlahe İllah”, “Mavi”, “Yeryüzüne yayılıp döşenmek”, “Yeni Dünya Düzeni”, “Başyücelik Devleti”!..
“Ölüm Odası”ndan: “Dehan-Ağız: 60: Sin- İnsan. İki kişi demektir… Sin harfi, Allah’ın “Hayy” ismine ve su mertebesine işaret eder. Ay menzillerinden de “Za, Zu- Sahib”e…”(12)
Salih, “kara yılan” demektir… Bu çerçeveden olarak; “Hayyat-Terzi. Dikiş diken sanatkâr: 620: Kureyşî… Telkif-Telkin etmek: 620: Ta’mik-Derinleştirmek. Derin kesmek. İnceden inceye araştırmak; Esasına varacak usulde olmak… Hayye-Yılan. Çoğulu, “Hayyat”: 1023: Salih Mirzabeyoğlu…”(13)
 
Dipnotlar
1-“Su ve ateş” hakkında ilkin bilinmesi gereken şey şudur: “Rahman hikmeti Hazret-i Süleyman’a nisbet edilerek, Allah kâinatın dört unsuru ve yer ile gökteki mahlukları onun emrine tâbi ve teshirine amade kılmıştır… Her canlı şey, sudan yaratıldı; ve canlı olmayan hiçbir şey yoktur… Küllî Cisim, –cisim– keyfiyeti olarak herşey de 4 unsurdan… Unsurlardan su, “Heba” temsilcisi ve “Ateş” de “Esir” denilen lâtif maddenin… Biri, varlık alıcısı “şekil”, öbürü “varlık”; dirilik, su ve ateşten meydana gelen” (http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-abdulhkim-koltugu-suleyman-tahti-171-h3368.html)
2-Akaşik kayıtlar (akashic records), evrende meydana gelen her olayın, her hareketin yok olmadığını, hepsinin izlerini bıraktığını ve kaydolduğunu ileri süren teozoflarca kullanılan bir terimdir. Terim Hint teozofisindeki “evrendeki tüm uzayı kapsayan temel esîrî cevher” olarak tanımlanan “akaşa” sözcüğünden Batılı teozoflar tarafından türetilmiştir. Bu görüşe göre, nasıl evrende hiçbir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok olmazsa, hiçbir hareket ve olay da yok olmayıp Akaşa denilen süptil cevhere kaydolur.
3-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-kurs-sirri-abdulhakm-koltugu-150-h626.html
4-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-abdulhkim-koltugu-suleyman-tahti-171-h3368.html
5-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-ezel-ufukta-dugum-404-h4197.html
6-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-abdulhkim-koltugu-suleyman-tahti-171-h3368.html
7-Âyet meâli: “Muhakkak sizin üzerinizde gözetici (hafız) çok şerefli yazıcılar vardır ki bunlar yaptığınız amel ve işlerin hepsini bilirler.” (el-İnfitâr, 82/10-12); Âyet meâli: “Hatırla ki insanın hem sağında hem solunda oturan ve onun amellerini tesbit etmekte olan iki de (melek) vardır. O bir söz atmaya dursun, mutlaka onun yanında hazır olan gözcü (melek) vardır.” (Kâf, 50/17-18)… Allah, amellerini yazmakla vazifelendirilmiş oldukları kullara şahidlik edecekleri için, yazdıkları defterlerin önemine dikkat çekerek, bu şerefli meleklerin dört özelliğini belirtmektedir: 1) Kirâmen kâtibin melekleri müvekkel oldukları kulun iyi ve kötü bütün amellerini hıfz ederler, unutmazlar. Çünkü unutmakla bir işe dair hüküm sabit olmaz, 2) Bu melekler kerîmdirler. Yani şerefli, doğru ve âdildirler. Çünkü hâin, şerefsiz ve yalancının şehadetiyle hüküm sabit olmaz, 3) Kâtiptirler. Kulların bütün işlerini yazarlar. Zira, insanın ömrünün başlangıcından sonuna kadar bütün işlerini ezberleyip bilmek mümkün olsa bile, bunları yazmakta daha fazla bir sağlamlık vardır. Yazı ile bir şeye dair şüphe ortadan kalkar ve ilim sağlamlaşır ve 4) Kulların işlerini bilerek yazarlar. Bir işi resim ve yazı ile zaptetmek ilim değildir. İlimde şuurlu olarak idrak etmek şarttır. Şahidlik, şuurlu olarak bilmekle câiz olur. Kirâmen Kâtibîn kıyamet gününde şahitlik ederlerken, kulların yaptıklarını ve bunlara dair ne yazdıklarını gayet iyi bilirler… Bazı âlimler, Kirâmen Kâtibin meleklerinin şu hadiste bildirilen melekler olduğunu söylemişlerdir: Hadîs meâli: “Gece bir takım melekler, gündüz bir takım melekler size gelirler. Bunlar, sabah ve ikindi namazlarında bir araya gelip buluşurlar. Sonra sizinle kalmış bu meleklerden yukarıya çıkanlara, Rableri -onların hallerini en iyi bilen olduğu halde- kullarımı ne halde bıraktınız, diye sorar. Onlar da namaz kılarlarken bıraktık; namaz kılarlarken kendilerine gittik, derler.” (Buhârî, Mevakid, 16; Bed'ül-Hakk, 6; Müslim Mesacid 210; Ahmed b. Hanbel, II, 257, 486; Nesâf, Salât, 21)… Kurtubî bu gece ve gündüz meleklerinin Kirâmen Kâtibin meleklerinden başka olduğunu söylemiştir. Çünkü Kirâmen Kâtibin melekleri gece ve gündüz ayrılmaksızın kulları gözetlerler. Halbuki hadîste bildirilen bu melekler gece ve gündüz vazife değiştirirler… Peygamberimizin (s.a.v) açıklamalarından öğrendiğimize göre; bu meleklerden kulun sağ tarafındaki iyilikleri yazar. Sol tarafındaki melek sağ taraftakinin emrindedir. İnsan bir iyilik işlediği vakit, hemen sağ taraftaki melek on sevap yazar. Fakat (hemen helallaşılmayan kul hakları hariç) bir günah işlendiğinde sağ taraftaki melek sol taraftaki meleğe -ki bu yazmak istediği halde- yazmayı bırak, altı saat bekle, belki pişman olur, Allah'a tövbe istiğfar eder; eğer tövbe ve istiğfar etmezse bir günah olarak yaz, diye söyler (Suyûtî, Cem’u’l-Cevamı’ 6624 nolu hadis, ed-Dürri’l-Mensur, ilgili âyetlerin tefsiri, V, s. 47, Mısır, 1314; Ali el-Muttekî, Kenzu'l Ummâl, 10192, 10212 nolu hadisler, Lakkanî, Şerhu Cevhereti't- Tevhid, Mısır, 1375/1955, s.210)… Bazı İslâm âlimleri, bu meleklerin mübah olan işleri yazmadığına kail olmuşlarsa da, kulun zâhire çıkan her şeyini yazdıklarına dair rivayetler daha kuvvetlidir. Sağdaki meleğin yazmadığı şeyleri soldaki melek yazmakla görevlidir. Böylece, kulun her işini, hatta hastalık anındaki inlemesini bile melekler yazarlar (Suyutî, el-Hakaik fi Ahbâri'l-Memâlik, Beyrut 1988/1408, s.92)… Kulun nefsinde gizli kalan düşünce, niyet ve vesvese gibi şeylere gelince; kulların organları ile işleyerek zahire çıkan işleri ile beraber bütün bunları bilir: “Andolsun, insanı Biz yarattık, nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16) âyeti bunu açıkça ifade etmektedir. Kulların, işlemeyi azmetmeyip kastetmedikleri vesvese ve düşünceleri yazılmaz. Peygamberimizden (s.a.v) rivayet olunduğuna göre; Kul, hayırlı bir işi işlemeyi kasdeder de, işleyemezse buna bir sevab yazılır. Kötülük işlemeyi diler de, bunu bilfiil teşebbüs etmeyerek işlemezse, bir günah bile yazılmaz. Melekler, gaybı, kulun içinden geçen niyetlerini bilmezler. Fakat, kul bir iyilik yapmayı kasd edince, ondan meleklerin idrak edeceği misk kokusu gibi bir koku yayılır da bundan o kulun iyilik yapmaya azmettiğini bilirler. Kötülüğü kasdedince de, onun kötülük yapmaya niyet ettiğini anlarlar (Celâleddin es-Suyûtî, el-Habâik, s.106). Lakkânî’nin naklettiğine göre Kirâmen Kâtibîn, kulun itikad, niyet, ve kasıtlarının hepsini anlayıp muhafaza ederler (Lakkânı, Şerh-u Cevhereti't-Tevhîd, s. 108)… Kirâmen Kâtibin, kulun iyi ve kötü her işinin günah ve sevablarını yazarlar. Fakat kul iyi işini içinden samimi olarak, Allah rızası için yapmayınca, katıksız Allah rızası için yapılmayan ameller geçersiz sayılır. Hatta melekler, kulun iyiliklerini çok sayıp beğenerek Allah'ın dilediği katına ulaştırdıklarında, Allah, onlara şöyle vahyeder: “Siz kulumun amelini gözetip zapt eden idiniz. Ben ise kulumun nefsinde olan niyetinin gözeticisiyim. Kulum, amelini halis ve katıksız olarak benim rızam için yapmadı. Bunu Siccîn’e atınız.” Melekler, az ne önemsiz buldukları kulun amelini de Allah'ın dilediği mülk ve saltanatından olan katma ilettiklerinde, Allah onlara vahyeder ki, “Sizler kulumun işini yazıyordunuz. Ben ise onun nefsinde olanı bilir ve gözetirim. Amelini katlayın da onu İlliyyin”e atın.” (Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, VI, Mısır, 1314; s.104, el-Habâık, s.95; İbn Ebi'd-Dünya, el-İhlâs)… Kişinin halis olarak iyi niyeti, niyetsiz amelinden hayırlıdır. Kul, Allah rızası için iyi amel işlemeye niyet edince, hastalık gibi bir engel çıkınca, veya sıhhatli zamanındaki gibi salih ve çok amel işleyemeyince, Allah, ona sıhhatli zamanında işlediği gibi niyetine göre sevab yazdırır. Bu konuda pek çok hadis vardır: İbn Ömer'den; Resulûllah buyurdu ki: “Vücuduna bir hastalık ve bu belâ isabet eden Müslümanların amellerini muhafaza eden meleklere Allah Tealâ şöyle emreder: Kulum için benim bağım (engelim) ile engellendiği müddetçe, önceden her gün ve her gece işlediği kadar hayırlı ameli yazınız.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, s. 194, 198)… Kiramen Kâtibin melekleri kullar cima ettiklerinde ve ayak yoluna çıktıklarında yanlarından ayrılırlar. Hattâ kişi guslederken, çıplak vaziyette bulunduğu zaman ve cünüb iken de yanından ayrılıp geriden gözetlerler (Suvûtı, ed-Dürrü'l-Mensûr, V, s.323; Lakkânî, Şerhu Cevhereti't-Tevhîd, s.208). Fakat insan her ne vaziyette bulunursa bulunsun mutlaka onu gözetleyip amelini hıfzedip yazarlar. Kişi ölünce de kabrinin başında beklerler (Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, VI s.105; Cema'u'l-Cevâmi 5089 nolu hadis; ali el-Muttakî, Kenzü'l-Ummâl, 42967 nolu hadis)… Allah Teâlâ'nın her bir insana işlerini yazmak için iki melek tayin buyurması aklen mümkündür. Peygamberliği delillerle isbatlanmış olan Hz. Muhammed (s.a.v) ve onun Allah katından tebliğ ettiği Kur'an-ı Kerim, aklen mümkün olan Kiramen Kâtibîn meleklerinin varlığını bildirmiştir. Mutlaka bunlara inanmak lazımdır… İnsan, meleklerin iyilik ve kötülüklerini yazdığına ve Allah'ın da her şeyi bildiğine inanınca, günahlardan vazgeçip iyilik yapmaya çalışır. Kişi mahşerde, günahını inkâra yeltenirse, Allah'ın bilmesi, meleklerin şahidliği ve defterlerin elde bulunması onu susturur. Biz bu defterlerin mahiyetini bu dünyada bilemeyiz. Allah'ın bu meleklerini kullarının yanında bulundurup bunlara amellerini yazdırması, O'nun tam adaletinin gereği ve tecellisi ve kıyamet kopunca, kurulacak büyük mahkemenin önemini belirtmek içindir… Kiramen Katibin meleklerinin tuttuğu defterler mahkeme-i kübrâda sahiplerine verilecektir. Bu konuda Cenab-ı Allah şöyle buyurur: “Biz her insanın amelini (amel defterini) boynuna doladık. Kıyamet gününde onun için (her bir insan için amelleri yazılmış) bir kitab çıkarınız ki, açılmış olduğu halde o (insan) buna kavuşur; kitabını oku, bu gün sana karşı bir hesab görücü olmak bakımından nefsin yeter (denilir).” (el-İsrâ, 17/13, 14)… İnsana, "Bu deftere senin işlediğin her şey yazıldı, hiçbir şey eksik bırakılıp unutulmadı." denilir. O gün herkes defterinde yazılanlara vakıf olacaktır. İnsanın yaptıkları, bütün iyi, kötü amelleri boynuna dolanmıştır. Hiçbir kimseye yaptığı amelinin sorumluluğundan kaçış ve kurtuluş yoktur. (https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/kiramen-katibin)
8-Israr: Bir fikir veya meşru dâvadan dönmemek. Direnmek, sebat etmek. Hayırlı bir hâl üzere sadakatle kalmayı istemek… Isr: Ahd. Sözleşme. Yemin… Kulakta küpe deliği… Şiddetli ahkâm ve teklifler… Altındakini yerinde tutan ağırlık, bağ… Esrar: (Sır): Sırlar. Gizli hikmetler ve mânâlar. Bilinmeyen şeyler… Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde… Elinde ve el ayasında olan hatlar… Esr: Esir etmek… Muhkem bağlamak… Takviye etmek (Esir)… Göbeğinde illeti olan… Sırr: Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey… Müşahedetullah’ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife… İnsanın aklının ermediği şey. Allah’ın hikmeti. 
9-”http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-kumandan-topluluk-hakikatinin-hakikati-193-h3346.html
10-“Rahman hikmeti Hazret-i Süleyman’a nisbet edilerek, Allah kâinatın dört unsuru ve yer ile gökteki mahlukları onun emrine tâbi ve teshirine amade kılmıştır… Her canlı şey, sudan yaratıldı; ve canlı olmayan hiçbir şey yoktur… Küllî Cisim, –cisim– keyfiyeti olarak herşey de 4 unsurdan… Unsurlardan su, “Heba” temsilcisi ve “Ateş” de “Esir” denilen lâtif maddenin… Biri, varlık alıcısı “şekil”, öbürü “varlık”; dirilik, su ve ateşten meydana gelen…” ( http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-abdulhkim-koltugu-suleyman-tahti-171-h3368.html)
11-Gen, bir kalıtım birimidir. Bir kromozomun belirli bir kısmını oluşturan nükleotid dizisidir. Popüler ve gayrı resmi kullanımda gen sözcüğü, “ebeveynden çocuklarına geçen belirli bir karakteristiği taşıyan biyolojik birim” anlamında kullanılır.
12-Salih Mirzabeyoğlu, Ölüm Odası B-Yedi –“Nedim-i Kadîm”-, İBDA Yayınları, İstanbul, 2018, sh. 12.
13-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-b-yedi-tasarruf-ahlaki-397-h3940.html
 
 
Baran Dergisi 613. Sayı