İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji –Güneş ve Ay- isimli eserinde, “Helezon-Yılan” başlığı altında kadüse, dolayısıyla da “horoz” metaforu bahsini çok nezih bir şekilde vuzuha kavuşturmuştur, denilebilir. Adı geçen eserden özetle;

Üstad Necip Fazıl: “Zaman- kadans dedikleri ahenk helezonuna vakıaların posasını değil de keyfiyetini yerleştirmekten başka gaye tanımaz!”

Yukarıdaki söz, “küllî ruh”a nisbetle teşekkül etmiş veya ettirilmiş belirli bir dünya görüşüne nisbetle Allah’ın halifesi istidadındaki insanın kemalat bulması için talim ve terbiye üzere olmayı idealize eden bir mânâdadır. Bu aynı zamanda, ruh ve beden arasındaki uyumun da genel bir ifadesi olarak, sağlıklı ve dirayetli olmak veya dimdik veya dipdiri ayakta duran bir insan mânâsına ruh ve beden sağlığına, diğer bir ifadeyle de ruh ve bedenin dengeli bir şekilde eğitilmesi ve geliştirilmesini de şamildir. Gerek eski Yunan kültüründeki oyun, jimnastik ve şölen, gerek kendisine eski Yunan kültürünü referans alan Rönesans- Yeniden Doğuş Hareketi sonrası şekillenen Batı dünyasında beden terbiyesi ve spor ve gerekse dünden bugüne İslâm kültür ve medeniyetinde şeriat ve tasavvuf eksenli talim ve terbiye aslında ruh ve bedenin dengeli bir şekilde eğitilmesi ve geliştirilmesini de önceleyen bir noktada tezahür etmiştir. İslâm tasavvufu ve şeriatı ekseninde şekillenen talim ve terbiyenin en büyük özelliği, öldükten sonraki hayatın varlığına, dolayısıyla da cennet ve cehennemin insan için yaratıldığına inanmak ve ruh ve beden arasındaki dengenin, diğer bir ifadeyle de riyazet ve idmandan muradın gaye noktasına da işaret eden bir mânâda, “bir günü bir gününe eş geçen aldanmıştır” hadîsi çerçevesinde, “dünya ahiretin tarlasıdır” ve “her şey öbür dünya için” aslını ve faslını başa almak kaydu şartıyla, aslında küllî ruh ekseninde ruh ve nefs arasındaki dengenin bir yansıması olduğuna inanmasıdır. Harmoni, armoni, ahenk, denge, uyum, uygunluk, tenasüb, tesanüd, jimnastik, beden terbiyesi, oyun ve spor, vs. şeklinde ortaya çıkan kavramların kökeninde de yine bu küllî ruh ekseninde şekillenen ruh ve beden arasındaki armoni ahenk, denge, uygunluk veya uyum arayışı olduğu pekâla söylenebilir.

Meşhur söz: “ELİF çoğu harften kısadır. O’nun uzun boylu oluşu DİK duruşundandır.”

Demişlerdir ki, “kâinata hâkim olan değişmez ilâhî fiil hareketsiz dik eksenle temsil” edilir.(1)

Yukarıdaki “Hareketsiz dik eksen” ifadesine dikkat! Özellikle de “dik” kelimesine dikkat! Dik kelimesinin Türkçe lûgatta “istikamet” (ebced değeri, 1002… 1+2=3… 3 sayısı, yaradılışın aslına tekabül eden bir sayıdır) mânâsına da ayrıca dikkat! İstikamet, lûgatta “hatt-ı hareketi doğru olmak”, “doğruluk”, “nâmuslu hareket”, “her işde itidal üzere bulunmak”, “adaletten, doğruluktan ayrılmayıp, diyânet ve akıl içinde yürümek”, “Allah’a kulluk etmek”, “bir şeyin bir tarafa doğru uzaması” ve “yön, cihet” mânâsınadır… Tedaisi, Kur’ân’daki Hud sûresi(2)… Allah Resûlü buyuruyorlar, meâlen: 

“Hud sûresi ve benzerleri beni ihtiyarlattı!”(3) … 

Bilindiği üzere, Hud sûresi, “Sırât-ı müstakîm üzere dosdoğru hareket etmeyi”, diğer bir ifadeyle de, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”emrine uymayı emrediyor. 

“Adlî Tıbb” çerçevesinde düşünüldüğünde bizdeki tedaisi ise şu şekildedir: “Terazi ipleri kendinde toplanan halka” mânâsına Ebu Süleyman lakablı Halid bin Velid Hazretleri! Bu arada, terazi ipleri veya kefelerinin tam orta noktasındaki “orta direk” kaidesine veya istinad noktasına da horoz tabir edildiğini tekrardan hatırlatalım! 

“Kâinata hâkim olan
değişmez ilâhî fiil 
hareketsiz dik eksenle temsil
ona nisbetle tabiat’ın akışı
helezon gibidir.”(4)

Evet; “Kâinata hâkim olan değişmez ilâhî fiil hareketsiz dik eksenle temsil” edilir ve “ona nisbetle tabiat’ın akışı helezon gibidir.” Burada “hareketsiz dik eksen” olarak ifade edilen mânâ, bizce ilkin Bir veya Elif’e işaret eder. Bir, bütün sayıların, Elif ise bütün harflerin başlangıç noktasıdır. Bütün sayılar Bir’den, bütün harfler ise Elif’ten doğmuştur. Gerek rakam veya sayılar gerekse harfler, Allah’ın varlıktaki tecellileridir. Diğer taraftan, “kâinatın özü ve hülasası olan insan”ın hareketi namazda kıyam olarak beliren “düz veya müstakim” harekettir. İnsanın bu hareketi, tıpkı “terazi ipleri kendinde toplanan halka” mânâsını mündemiç “horoz” keyfiyetini haiz olduğu gibi, nebatat (menkus-tersine hareket) ve hayvanatı (ufkî hareket) dengede tutan bir hareketin de kaidesine işaret eder. Kâinatın özü ve hülasası olan insan, aynı zamanda 18 bin âlemin istinad noktası veya kaidesi, diğer bir ifadeyle de merkezidir!.. Namaza çağıran horoz ve Arş horozu!

Tam da bu noktada, horoz kelimesinin Türkçe mânâları arasında yer alan “kapı zembereğinin mandalı” mânâsı ile, “ateşli silahlarda çakmak taşına veya merminin kapsülüne vurmaya yarayan metal parça” mânâlarını özellikle hatırlatmak isterim. Çünkü; kapının açılması, -ki; “açan âlet”, “anahtar” ve “kilidleri açan anahtar”, diğer bir ifadeyle de “başlangıç” mânâsına“miftah” kelimesiyle de doğrudan ilişkili olarak-, ardında “hazine” veya “sır” saklayan bir kapının açılması mânâsınadır ki, bunun zirve noktası, “yeryüzüne yayılıp döşenmek” mânâsı üzerinden Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm’ın rengi olan maviye ve oradan da Kelime-i Tevhid nuruna, dolayısıyla da Allah’tan başka ilah olmadığı mutlak hakikatine ulaşılır. Allah’ın Esma’ül-Hüsna isimlerinden biri olan El-Fettah bu mevzuda ziyadesiyle açıklayıcıdır. El-Fettah’ın lûgatta mânâlarından “her türlü zorluk ve müşkülleri çözen, maddi-manevi bütün kapıları açan”, “hüküm veren, kapıları açıp yardım eden, zafer ve fetih lütfeden ve varlıklara suretler giydiren, kulların arasında hakim olan” ve “her şeyi hikmetle açan” mânâları dikkate alındığında, Allah’ın bir vaadi olan “İstikbâl İslâmındır” mânâsı ve bu mânâya yataklık eden Hazret-i Mehdi Aleyhisselâm’ın yeryüzünü adaletle dolduracağı ve zenginlikle mamur edeceği hakikati daha bir anlam kazanmaktadır. Diğer taraftan, ateşli silahlarda “ateşleme” mânâsı üzerinden yine “başlangıç” mânâsına ulaşılır ki, “horoz” olmadan hedefe ulaşmak pek mümkün gözükmemektedir! 

Evet; “tabiat’ın akışı”nın “helezonvarî” olması “horoz sabitesi” ile mümkün gözükmektedir. Helezon, Türkçe lûgatta “kıvrımlı, yılankavi biçim” mânâsınadır. İngilizce lûgatta ise “spiral, helix, spire ve rifling” mânâsına... Tedaisi, kadüsenin sabitesi olan eksen, asa ve asanın etrafında spiral bir şekilde akan veya sarmaşık şeklinde yükseliş seyrinde dolanan iki yılan.(5) Kadüsedeki iki yılan, “kendini bir eksene dolayan sarmaşık gibi”dir. Tedaisi, küllî ruh ekseninde ruh ve beden (nefs!) düalizminin yükseliş seyri! Hal böyle olunca, sözkonusu bu akışkanlığın paralelinde, “her kuşatma ile yeni bir varoluş derecesi gerçekleştirilir.” Bu, İBDA Mimarı’nın yüksek ifadeleriyle, “kendini âlem ağacının ekseni etrafında dolayan yılanın ve ejderha’nın aslî sembolüdür. Neredeyse bütün tabiat sembolleri helezon’dan ve daire’den” neşet etmiştir. Matematikte “sonsuzluk” sembolünün yanı sıra biyolojik gen haritasının “DNA sarmalı” hatırlanmalı! “Sonsuzluk” sembolünün çift sıfır şeklinde okunması hâlinde helaya, heladan ihtiyaçların giderilmesine ve oradan da “delik” esprisi üzerinden “Abdülhakîm Koltuğu”na kadar sarkan durumlar sözkonusudur.  Bu arada, Kadüsedeki asanın “âlem ağacı” olarak ifade edilişine dikkat! Daha evvel ki yazılarımızda, Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın cennetten getirdiği ud kokusu, kökü, ağacı (öd ağacı) ile kadüse arasında kurduğumuz bağlantı bir yana, yine Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’ın cennetten getirdiği asa ile kadüsedeki ana gövde asanın örtüşen bir mânâda olduğuna ayrıca dikkat! 

“Tabiatın bütün simya ile ilgili açılma ve sarılmalarının ritm’i çifte helezon ile ifade edilir. Bu şekil İlâhî sanat MAYA’nın hayvan biçimci tasvirlerinin esasında yatar -kendilerini bir değnek veya ağacın etrafına zıt yönlerde dolayan -iki yılan veya ejderha tasviri bununla irtibatlı bunlar tabiatın veya iki temel gücün iki tamamlayıcı safhasına karşılık bu –tabiât imajları hususunda kadim mirasdır. Hem Doğu’nun bazı gelenekleri ve hem de simya- bu imajları kullanır.”(6)

Netice-i kelâm: “Üç ışık” esprisi üzerinden Büyük Doğu ve İBDA, kadüseden maksadın ta kendisidir denilebilir.

Dipnotlar
1-Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji –Güneş ve Ay-, İBDA Yayınları, İstanbul, 2010, sh. 251.

2-Hûd Sûresi, Mekke döneminde inmiştir ve 123 âyettir. Sûre, adını içinde söz konusu edilen Hûd peygamberden almıştır. Sûrede başlıca tevhid, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve ceza konuları ele alınmakta ve bunlar bazı peygamberlerin kıssalarıyla desteklenmektedir.

3-Hazret-i Ebû Bekir (R.A), Allah Rasûlü’ne sorar: “Yâ Rasûlallah! Saçınızda ak görüyorum. Birdenbire ihtiyarladınız; bir derdiniz mi var?” Ve İki Cihan Serveri cevap verir: “Beni Hûd, Vâkıa, Mürselât Sûreleri ihtiyarlattı.” (Tirmizî, Tefsir 57). Hûd Suresinde O’na: “Emrolunduğun şekilde dosdoğru ol” (11/Hûd, 112) denmişti. Bu doğruluk, Cenâb-ı Hakk’ın, Habîbi için çizdiği doğruluktu. Ve O’ndan, bu çizginin korunması isteniyordu. Mürselât, cennet ve cehennemin, zümre zümre ayrıldığını, insanların dehşet içinde iki büklüm olduğunu anlatıyordu. Vâkıa, yine bu zümreleri gösterip teşhir ediyordu. Bu sûrelerde anlatılanlar, Allah Rasûlü’nü dehşette bırakıyor ve ihtiyarlatıyordu.

4-Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji –Güneş ve Ay-, İBDA Yayınları, İstanbul, 2010, sh. 252.

5-Sarmal (helis, heliks veya helezon), burgu şekilli, üç boyutlu bir şekildir. Sarmal şekilli gündelik nesnelere örnek olarak silindirik yay

6-Salih Mirzabeyoğlu, Esatir ve Mitoloji –Güneş ve Ay-, İBDA Yayınları, İstanbul, 2010, sh. 252. 


Baran Dergisi 607. Sayı