“Şair – Konuşmamızın başlığı “Komik ve Çizgi” idi… Çizgi deyince elbette akla hemen “karikatür” gelmiyor… Ama “Komik”i de ekleyince…
Bedî – Şimdi karikatür… Bir karikatüristin sanatı, şeklin zâhirî ahengi altında maddenin derin isyanlarını yakalamak ve görünmeyen nisbetsizlikleri ve şekilsizlikleri büyülterek gözlere göstermektir…
Şair – Demin konuştuk, şimdi karikatüre tatbikle misâl verelim isterseniz… Meselâ, bir burnu, tâbiatın zaten uzattığı istikamette uzatmak… Böylece komikliği, canlı ve “otomatizm-mihaniki”nin tezatı olarak görüyoruz… Burada karikatürün tarifine ait bir ipucu da görüyoruz…
Bedî – Şöyle diyebiliriz: Karikatür, intibaların içinde gizli komik ve istihza tavrının, estetik ifâde şekli olan çizgide belirişidir! Şu var ki, “çizgi” her zaman “karikatür” demek olmayacağından, malûm olan bir şeyi vasfıyla tanıtmak gibi bir usulle, “intibâların içinde gizli komik ve istihza tavrının, estetik ifade şekli olan karikatür âletiyle görünmesi”nden bahis, “komik” ve “istihza” davasına nisbetle karikatürü tarif etmek olur…
Şair – Mesele… Dilimize girmiş olan “karikatür” ve “karikatürleşme” kelimelerinin mânâsını inceleyelim…
Bedî – Bilinen mânâda “karikatür”ün, resimle yapılan bir nevi tenkit ve mizâh olduğu kolayca anlaşılır… Bu mânâsıyla da biri fikrî bünyeyi, diğeri de tasviri yapmaya müteallik olmak üzere iki noktadan aydınlatılmaya muhtaç olduğu meydandadır… Fikrî bünyenin öne alınışı, karikatürde hayatın, aksiyonun, vâkıa ve hakikatin, toplumun, büyük hissesinden ileri gelir; karikatür için asıl zarurî oluş, onun fikrî bünyesindedir… Desen olmasa da karikatür olur ama, bir maksat ve fikir olmazsa, karikatür de yoktur; bu sebepledir ki, Bergson, “desende mizâh, ekseriya, başlıca menbaını edebiyattan alır.” diyor… Bu itibarla karikatürün meydana gelmesi için evvelâ fikrî faaliyet, sonra da tasvirî faaliyet şart oluyor…
Şair – O zaman şöyle diyebiliriz: Fikrî muhtevası, bünyesi, tezi ve davası bakımından karikatürün başlıca üç mühim alâkası vardır… Yani: Karikatürün cemiyetle alâkası… Karikatürün ve sanatkârın kendisi… Karikatürün ruhî mekanizması ve oluşu…
Bedî – Bahsetmediğimiz yönüyle, yani karikatürle cemiyet münasebeti üzerinde duralım…
Şair – Bu münasebet, evvelâ karikatürün oluşunda, sonra da cemiyeti aksettirişinde açıklıkla görülür… Her sanat eseri kadar ve belki hepsinden fazla da karikatür, içtimâî bir vakıadır… Eğer cemiyet olmasaydı, belki ve sanki resim sanatı ve şiir sanatı olabilirdi; fakat karikatür asla olamazdı… Bu içtmâî vakıanın doğuşu, gerek kökleriyle ve gerek neticesiyle, tamamen topluma aittir…
Bedî – Kuru bir iddia gibi görünen bu düşünceyi kuvvetlendirecek birkaç delil zikredelim… Görüyoruz ki karikatür, cemiyet şuurunun en fazla istiklâl kazandığı devirlerde büyük bir gelişme sağlıyor; buna mukabil, “ben”in içtimâî şuur ve istiklâlin baskı altına alındığı devirlerde karikatür kayboluyor… Kezâ, karikatürün en fazla geliştiği toplumlar, umumî hoşgörünün en geniş olduğu toplumlardır… Her iki noktadan hareket edildiği takdirde, Fransa’da karikatürün niçin 19. yüzyılda büyük bir ehemmiyet ve yaygınlık kazandığını, niçin İngiltere ve Amerikada daha fazla inkişaf ettiğini, hürriyete kavuştuğunu anlarız…
Şair – Şimdi aklıma geldi… André Maurois, İngiliz Başbakanı Disraeli’nin hayatını mevzu alan eserinde, haftalık “Punch” mecmuasındaki karikatürlerin siyasî mücadeleleri ve toplumun temayüllerini nasıl sadakatle aksettirdiğini, bu karikatürlerin kamuoyu üzerindeki derin tesirlerini ehemmiyetle gösteriyor… Aynı şekilde; tanınmış bir Fransız karikatüristi Sem’in, Birinci Dünya Savaşından sonra toplanarak neşredilen resimli yazıları gibi birçok eserler, bu noktayı açıkça gösteriyor… Karikatür, kamuoyunun termometresidir!..
Bedî – Karikatürde… İster ferdî olsun, ister içtimaî olsun, bulunduğu cemiyete ait bir tenkit bulunuyor; bulunmalıdır… Bu, fikri bilhassa tebarüz ettirmek gayesiyle harekete geçer: “Karikatür, içtimâî tenkidin bir nükte ile belirginleştirdiği desendir!”… Bu tarifteki nükte ve desen kıymetleri, karikatürün ruhî mekanizmasıyla tasvirî oluşu alâkalandırdığından, bahsimizin dışında kalıyor… Bu tarifte müşahhas bir hâle getirilen içtimâî tenkit, karikatürle cemiyetin alâkasını iki yola nakletmiştir… Birinci yol, karikatürün günlük hadiselere temas yoludur; bu tarzın en fazla rastlanan örnekleri… Veya en fazla rastlanan örnekler bu tarzda!.. Bunlar, karikatür sanatındaki fikrî realizme en kuvvetli delil olmakla beraber, bu sanatın aynı zamanda en zayıf cephesini teşkil eder…
Şair – Tabiî, aktüalite karşısında karşısında karikatür, evvelâ cemiyetin nirengi noktalarını teşkil eden meşhur şahsiyetlerle “portre-karikatür” karşılaşıyor…
Bedî – Daha sonra meşhur hadiseler, birer dönüm noktası mahiyetindeki vak’alar gelir; bu suretle cemiyetin maddî ve manevî çehresi, mevzuun verdiği yayılma sahası nisbetinde genişleyerek çizilmiş olur…
Şair – Evet, ikinci tarz?..
Bedî – İkinci ve daha mühim olan tarza gelince… Günlük hadiselerin dışına çıkarak, cemiyette ve fertte devamlı olan kıymetleri tesbit ve bunları tenkit yoludur; karikatürcüden kuvvetli bir kültür ve aydın zekâsı istediği için, bu tarzın müşkilâtı meydandadır… Bu vasıflara sahip sanatkârları yücelten, cemiyetle olan münasebetlerinde, fanîliğin hudutlarından sıyrılarak devamlı unsurları yakalayabilmeleri oluyor!..
Şair – Çizdiğimiz çerçevede düşünülürse, karikatür, ekserî tenkit eserleri gibi, birşeyi bizzat inşa etmekten ziyade, olanın müşahadesi sanatıdır… Sırası gelmişken ilâve edilmelidir ki, resim, heykel gibi sanatlar arasında cemiyete karşı aktif ve müessir olmak bakımından, karikatür en başta gelir… Bir karikatürdeki sirayet edici heyecan ve tesir, hiçbir tabloda bulunamaz!..
Bedî – Öyle!
Şair – Konuşmamıza son vermeden önce, pek ince bir noktaya temas etmek istiyorum… Şu: “Eyvah!” nidasındaki olağandışılıktan “nükte”ye, “resim”in, taslak, hile ve büyü mânâsındaki, ruha “ifade” olmak bakımından sır saklayan maske anlamına kadara bir intiba, bir imâj var kafamızda… Biliyorsunuz, Allah’ın hadiselere istihza tavrı vermesine “mekr-i İlâhî” derler; dilediğini dilediği gibi işleyen Allah… Ve mânâlar suretlerde akar ve açık olurken, gizlenir bir bakıma… Böyle bir intibaın, akışkan ve deforma şekillerde, o nükteden bir işaretle görünmesi…
İşte Karikatür!” (*)
 
SANATKÂRANE BİR EYLEM VE KARİKATÜR KRİZİ
Bu biraz uzun “iktibas”, Salih Mirzabeyoğlu’nun “Şiir ve Sanat Hikemiyatı” isimli eserinden… Gündemdeki “karikatür krizi” vesilesiyle, “karikatür” sanatının mahiyeti, kıymeti ve hakikatinin görünmesi bakımından, bu uzun iktibası yaptık.
Batı kültür ve medeniyetinin geldiği noktanın görünmesi ve “sanatı üzerine düşünen sanatçı”nın kalmayışına misâl olması bakımından da “karikatür krizi” önemli. O rezil karikatürlerin, Batı kültür ve medeniyetinin güya beşiği olan “Fransa”da ortaya çıkması da, hiçbir ahlâkî, fikrî ölçüsü kalmamış bir medeniyetin bitişine ayrıca bir misâl oluyor. Türkiye’de de örneklerini gördüğümüz, “belden aşağı” tabir edilen, hattâ onu da aşarak “porno” seviyesine varan “seviye”den bahsediyoruz. Batı kültür ve medeniyetinin verdiği “fikir” bu…
O karikatürlerin altında yatan fikir ne? Hangi yaraya, hangi çelişkiye dikkat çekmeyi amaçlıyor? Toplumdaki karşılığı ne? Hani “karikatür toplumla var olabiliyor” ya, toplumun yanlış, eksik, hatalı yönlerini ortaya çıkarıyor ya?
Allah Sevgilisini ve dolayısıyla İslâm’ı aşağılamak, küçük düşürmek amacı taşıyan mevzubahis çizimler 3-5 yıl önce yayınlanmış ve zaman zaman da gündeme gelmişti. Elbette tüm İslâm dünyası sokaklara dökülmüş, dünyanın her köşesinde milyonlar bu hadiseyi protesto etmişti. Ancak ne Fransız adaleti, ne de mevzubahis karikatüristler geri adım atmamış, “fikir özgürlüğü” diyerek olayı görmezden gelmişlerdi.
Kuvaşi kardeşlerin eyleminden sonra, artık o çizerlerin hiçbiri hayatta değil. Şimdi bunun üzerinden gerek Türk medyasının yazar-çizerleri, gerek Batılı yazar-çizerler aynı türküyü söylemeye başladılar: “Efendim Müslümanlar işte böyle sanata ve sanatçıya düşman, yobaz bir zihniyet.” Öyle mi? Milyonlar sokağa döküldüğünde dönüp bakmadığınız o Müslümanlar, demokrasinin sadece bir kısım insanların “fikir özgürlüğüne” imkân verdiğini, kendilerini ve değerlerini aşağılayan ve tahkir eden hiçbir hadisede, kimsenin onların tepkilerini ciddiye almadığını gördüler. Kendi hayat haklarından vazgeçerek kendi adaletlerini uyguladıklarında da kimse “ah vah” etmesin bu yüzden. Olay bu kadar açık.
Şimdi o mülevves dergiye sahip çıkanlar, yapılan “saldırıyı” aynı “porno” seviyesinde çizsin, bekliyoruz!
 
*  Salih Mirzabeyoğlu, Şiir ve Sanat Hikemiyatı – Estetik ve Ahlâk-, İBDA Yay., 2. Basım, İstanbul 1998, s. 190-194.
 
Barn Dergisi 419. Sayı