Bir önceki yazımızı bir soru ile bitirmiştik: “Korona yoksa bir Dabbetü’l-Arz mı?”… İBDA Mimarı’nın “Ölüm Odası”ndan:

“HARF-Söz hecelerinin, ses ve yazı işaretleri. Vecih, üslûb. Her şeyin sivri ve keskin kıyısı, ucu, kenarı. (Yevmiye: Yunus Emre, mezar taşlarına hece taşı der. “Dökülmüştür kirpikleri kaşları / Başları üstünde hece taşları / Ne ses ne bir haber verirler!” der… O hâlde konuşalım; hiçbir şeyimiz kalmayacak!): 288: CÜFRE-Mezar. Bir şeyin ortası. Boşluk. Çukur… ÜSTADIM’ın “Derviş Muhammed” rüyâsının tarihi 1975; MORO Destanı’nın parçalarının başlangıç yayını da… SEYYİD Abdülhakîm Arvasî Üçışık: 976: NECİB Fazıl… MORO Destanı: 737: HALİD bin Velid… MORA-Gecikme, geciktirme. “Tehir-i Takdim”: 241= 1240: KKM… KAPTAN Gusto Müslüman: 485: ŞEFEKA-Esirgemek, korumak… MEHDÎ’yi, boynundaki Bakır Halka korur; böyle bir rivayet… Cüfre: Mezar. Boşluk. Sadr, göğüs… BAKIR Halka: 446: TAHA. Beyaz yüksek bulut… MUHYİDDİN-İ Arabî: 445: HİMMET… Bakır, “tabiatta serbest veya birleşik olarak bulunan, ısı ve elektriği iyi ileten, yumuşak, kolay işlenir, kızıl renkli elementtir”… İngilizce, ELEMENT-Unsur, eleman, kimyada çevre ve ortam: 152: ABDÜLHAKÎM-Noktasız harflerle… Element: El-Ment… El: Muarife eden, harfi tarif, belirli kılan. Sami mitolojisinde bütün tanrıların babasıdır, kanatlı ve “uzun sakallı” olarak tasvir edilmiş. “Sabhon-Sabun: 128: Abu’l Husayn-Tilki” dağında ikamet ettiğine ve ilk “Kenan-Filistin” tanrısı olduğuna inanılmış. Oturur durumda ve öküz boynuzları takmış bir tanrı resmedilişinde… MENT-İngilizce, Çene. “Mandal, ısıran, tutan, köpek, basiret, sezgi, öncü”: 451: SALİH Mirzabeyoğlu… ZÜHRE, Öküz ve Terazi Burçları’nda görünür ve Bakır madeninin sembolüdür… ADLÎ Tıbb: Baş harfleri ile kısaltılmış ebced toplamı, “sıfır ve nokta” ile gösterilen 10’dur… MURAHHAM-Kısaltma. Son harfleri ve heceleri düşürülmüş: 288: RACİFE-Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha. “Dünya Çapında Bir Hâdise”… KAPTAN: Süvarî… SÜVARÎ: 272: İKİ Kutvanî Aba… DABBET-ÜL SÜVARÎ: İki kaftanlının arzı, büyük hâdise… DABBET-ÜL ARZ: 1999 senesinde meydana gelen büyük MARMARA depremleri… DER Saadet-Saadet kapısı. İstanbul’un eski ismi: 739: METRİS Cezaevi. (1999-2000)… YİRMİ, Kef, harfinin ebcedi; Allah’ın “kendisine hamd ve şükredilen” mânâsındaki ŞEKÜR ismi ve KÜRSÎ mertebesi… ABDÜLHAKÎM Koltuğu: 732: AYET-El Kürsî, Bakara Sûresinde… Harfleri tersten okununca aynı kalan kelime, MORO: ROMA, Rûmî, Mağrib, Batı… AYDINLIK Savaşçıları: 854: NAZD-Herşeyi yerli yerine koymak… BEYİN Kontrolu - (Mevlâna Celâleddin-i Rumî: 128+159+256= 543: Zihin Kontrolü… İsna-Şükretmek: 553: Mehdî Salih İzzet Mirzabeyoğlu): 854: TENTE-Örümcek ağı… TEN-İspanyolca’da “tez” anlamında. İngilizce, 10. Sıfır. Bit. Zirve. “Adlî Tıbb”: 451: Salih Mirzabeyoğlu… TE harfi Allah’ın “Kâbid-Sıkıcı” ismi, Kamer menzillerinden “Kalb”e işaret eder, ebcedi: 400: KEŞF… HALED-Kalb: 634: BD Kaftanı.”(1)

Yukarıdaki alıntıdan birkaç not: “MORO Destanı: 737: HALİD bin Velid…”(2)

“Ölüm Odası”nda sıkça tekrar edildiği üzere Halid bin Velid Hazretleri’nin lakabları, “Ebu Süleyman: Horoz-Kabadayı” olarak kayıt altına alınmıştır… Bilindiği üzere, son nefesinde talebesi Eflâtun’a “Horoz Borcu”nu ödemesini vasiyet eden Sokrates, Eski Yunan kültüründe “Vahdaniyyetçi” düşüncenin mihrak şahsiyeti kabul edilir. Sokrates tarafından talebesi Eflâtun’a miras bırakılan “Horoz Borcu”, kanaatimce ideal devlet plan, program ve projesi ile doğrudan alakalıdır. Eflâtun’un ideal devlet anlayışı veya felsefesinde devlet ya bir filozof tarafından sevk ve idare edilmeli veyahut da devleti sevk ve idare edenler kendisine bir filozof bulmalıdır. Nitekim Eflâtun’u Sirakuza yollarında perişan kılan da böyle bir anlayışın neticesidir. Eflâtun’u Sirakuza yollarında perişan kılan tek şey, kuvvetle muhtemel hocası Sokrates tarafından kendisine miras bırakılan “Horoz Borcu”nun ödenmesi iştiyakı veya zaruretidir. Baran Dergisi’nde yayımlanan “Horoz Borcu” ile ilgili yazı dizimizde üzerinde sıkça durduğumuz veçhile, “Horoz”, aydınlığın da habercisidir. İBDA Mimarı’nın alt başlığı “Moro Destanı” olan “Aydınlık Savaşçıları” isimli eserine bir de bu açıdan bakmak gerekiyor. “Ölüm Odası”ndan takib edelim:

“SERVAKT-Zamanın sahibi, vaktin başı. (Vakt-Yağmur suyunun toplandığı yer: 506: Nakşbend… Aynı ebcedle Erdiş): 766: MORO Destanı-Aydınlık Savaşçıları. (Dest: El… Yedan-İki el: 65: Necîb… Yürüyen el: Tılaî on Farisî)…”(3)

“Akl-Akıl, izân, basiret. İp. Ölüm: 200: Ebu Süleyman-Halid bin Velid ve Velid bin Halid Hazretleri’nin “Horoz-Kabadayı” lâkabı…”

“Hurus: Horoz: 866: Husrev: Hükümdar, şâh.”(4)

Evet; “Horoza sövmeyiniz. Çünkü o namaza çağırır”, hadîsi ve lakabları “horoz- kabadayı” olan Halid bin Velid Hazretleri (R.A.) ve onun nesebinden olan İBDA Mimarı Büyük Şahid Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu!.. Tedaisi, “Mirzabeyoğlu Hükümdardır!”... Tedainin tedaisi, “Hükümdarlık mührü: 566: SEYYİD ABDULHAKÎM ARVASÎ. (Üçışık).”(5)

İkinci not: “ADLÎ Tıbb: Baş harfleri ile kısaltılmış ebced toplamı, “sıfır ve nokta” ile gösterilen 10’dur… MURAHHAM-Kısaltma. Son harfleri ve heceleri düşürülmüş: 288: RACİFE-Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha. “Dünya Çapında Bir Hâdise”… KAPTAN: Süvarî… SÜVARÎ: 272: İKİ Kutvanî Aba… DABBET-ÜL SÜVARÎ: İki kaftanlının arzı, büyük hâdise… DABBET-ÜL ARZ: 1999 senesinde meydana gelen büyük MARMARA depremleri… DER Saadet-Sadet kapısı. İstanbul’un eski ismi: 739: METRİS Cezaevi. (1999-2000)…”(6)

Bu yazının üst başlığı aslında “Dabbet-ül Süvarî’den Darbet-ül Arz’a” şeklinde olmalıydı. Ama olsun, yine de aynı kapıya çıkıyor yazının muhtevası. Evet; bir önceki yazımızda, “1999: Ümmetin Kurtuluş Yılı… Müslümanlar dik durun, karşınızda leşler var!” meydan okuması üzerinden İBDA Mimarı’nın 28 Şubat Darbe Süreci’ni nasıl da akamete uğrattığına değinmiştik. Burada “Müslümanlar dik durun” ifadesindeki “DİK” kelimesi vesilesiyle birkaç bir şey söylemek icab ediyor. Malum olduğu üzere “dik” kelimesi, Arapça lûgatta “horoz” mânâsınadır.  

Not: “ETü tik “ETü ti-dik durmak, direnmek+Ik… Eski Türkçe tik sözcüğünden evrilmiştir. Eski Türkçe sözcük Eski Türkçe yazılı örneği bulunmayan ti- “dik durmak, direnmek” fiilinden +Ik sonekiyle türetilmiştir.(7) Böyle bir nota niçin yer verme ihtiyacı duyduk? Şunun için: Bilindiği üzere Üstad Necip Fazıl’ın yüzünde onun ayrılmaz bir parçası olarak anlam kazanan bir “tik” vardı. Tik’in “dik durmak, direnmek” mânâsı bize sabırla imtihan esprisini tedai ettirdi! Malumdur ki, “Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm ibadetiyle değil, sabrıyla imtihan edilecektir”… Tik veya Dik: Horoz!.. Diğer taraftan, “Ik” son ekine T’nin başa gelmesi ile birlikte ortaya çıkan “Tik” kelimesi çok dikkat çekicidir. “Ölüm Odası”nın sahibinden öğrendiğimize göre, “Te harfi, Allah’ın “Kaabid-Kısıcı, sıkıcı, daraltıcı” ismine delalet eder. “Te harfinin ebcedi: 400: Taht-Kürsî”(8) … Bu çerçeveden bakıldığında, Üstad’ının yüzündeki “Tik” ve Efendisi’nin yüzündeki “Ben”(10) dahi bütün haşmetiyle “Ben Kimim?” hakikatini haykırıyor!.. Bu arada, İBDA külliyatına aşina olanlarca malûmdur ki, Efendi Hazretleri’nin yüzündeki “Ben” mevzuu, Üstad Necip Fazıl ve Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu arasında cereyan eden en nazik ve de en mahrem noktalardan biridir.

Not: Modern mimaride “bel kemiği” vazifesi gören “dik açı”, Modern Felsefenin mihenk noktası olarak temayüz eden Rene Descartes’ın Kartezyen düşünce sistematiğini de ele veren olarak, aslında Matematikte (Geometri ve Trigonometri) iki doğru, kesit veya düzlem arasındaki 90 derecelik açıdır. Bu mevzu üzerinde yine “Horoz Borcu” isimli yazı dizimizde Kartezyen Felsefesi çerçevesinde durmuştuk. Evet; dik, Arapça lûgatta “horoz” mânâsınadır. “Adalet”e remz teşkil eden “terazi”nin de kaidesi olarak anlam kazanan “horoz”, aynı zamanda “terazi iplerini kendinde toplayan halka” mânâsı üzerinden “İlâhî Adalet”i de tedai ettirmektedir. Yine sahibi malum olan “Ölüm Odası”ndan: “Lâtince, TRANSFORMACE-Kalb: 1243: LIBRA-Lâtince, “Terazi.”(9) Burada Kalb ve terazinin ebced değerlerinin tevafuk çerçevesinde örtüştürülmesi çok dikkate şayandır. Değil mi ki, “insanoğlu, kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birini gerçekleştirmek üzere dünyaya sürgün edilmiştir.” Ruh ve nefse istinad noktası (kaide) teşkil eden kalb, aynı zamanda “terazi kefeleri”nin istinad noktası (kaidesi) olarak da anlam kazanmaktadır. Demek ki “horoz”, ruh ve nefs mânâsını mündemiç kalbe de remzdir. Dolayısıyla da, adalete remz teşkil eden “terazi” üzerinden düşünüldüğünde, “bütün kalblerin iki parmağı arasında olan Allah”ın “ilâhî adalet”ine de ayrıca remz teşkil etmektedir. Kalb hakikatinde beliren ruh ve nefs, “horoz” hakikatinde beliren “terazi kefeleri” olarak okunabilir. İmtihan sırrı çerçevesinde dünyaya sürgün edilen insanoğlunu yapıp ettiklerinden bakalım hangisi ağır basacak? Kadim bir mesele halinde bütün bir hikmet ve felsefe dünyasında aslında ruh ve nefs (beden) arasındaki denge veya muvazenenin nasıl ve ne şekilde gerçekleştirileceği ve yine bunun nasıl ve ne şekilde belirli bir uyuma kavuşturulacağı çabası yatmaktadır. “Batı tefekkürünü İslâm tasavvufu karşısında hesaba çeken” olarak, 29 Kasım 2014 yılında Haliç Kongre Merkezi’nde alt başlığı “Yaşanmaya değer hayat için…” olan “Adalet Mutlak’a” isimli Konferansında İBDA Mimarı, adeta Deccal Komitesi’ne meydan okuyarak, “Yeni dünya düzeni kurulacaksa, biz de diyoruz ki buradan başlasın!” sözünü iyi okumak gerekiyor. Kim bilir, belki de söz konusu konferanstan maksad tam da bu meydan okuma idi! Kim bilir!

Evet; İBDA Mimarı’nın 1999 yılını “Ümmetin Kurtuluş Yılı” ilan etmesiyle birlikte topyekûn dünya yeni bir çağın eşiğine adım attı! Topyekûn dünya, ne Antik, ne Eski, ne Orta ve ne de Yeni Çağ olmayan bir çağa, Allahu âlem belki de “En Son Çağ” olan “Müjde Çağı”na girdi! Diğer bir ifadeyle de “1400 Gergini” şeklinde formüle edilen “Kaydı düşülmüş zaman” veya “Mühürlenmiş zaman”ın “Daralan boynuz”una sokuldu! “Sura üflenilmesi”nin eşiğinde olduğumuzu da haber veren olarak ne diyordu “Ölüm Odası”nın “Büyük Muztarib”i:

“…Böyle daldan dala tedâilerle
–Ahenk helozonu daralan boynuz-
Döllenir kelimeler kelimelerle
Sura üflenmeden önce soyumuz.”

İBDA Mimarı’nın 1999 Metris vurgusu tohum mahiyetinde öyle bir mânâyı mündemiçtir ki, bizzat kendisi tarafından öncesini ve sonrasını kendine bağlayan bir keyfiyeti haiz olduğu doğrudan vurgulanmıştır. Ne yazık ki bunun ehemmiyeti hâlâ anlaşılabilmiş değildir. Eğer ki ilan edildiğinde hakkıyla anlaşılabilseydi, hem dünya şartlarında 11 Eylül’ün “Kendinden Zuhur” mânâsı anlaşılacaktı ve hem de Türkiye şartlarında, meselâ “Küresel Sermaye” üzerinden gerçekleştirilmek istenen işgal girişiminin geri püskürtülmesinde “15 Temmuz Halk (İBDA) İhtilâli”(11) ve sonrasında ardı arkası kesilmeyen nev zuhurların mahiyeti de hakkıyla ve murada uygun olarak anlaşılabilecekti! En son pandemik korkuyu da beraberinde getiren olarak, Korona ve öncesinde Koronanın akrabası olan Sars hadisesinin de murada uygun anlaşılamamasındaki zorluklar söz konusu olmayacaktı!

Not: Koronaya “Dabbetü’l-Arz” mevzu üzerinden yaklaşabilmenin donelerini göstermesi açısından, vakti zamanında Akademya Dergisi’nde “Coyotte” müstear ismiyle yayımlanan “Sars” başlıklı makaleye müracaat edilebilir. Yalnız içinden biz bazı kısımları burada iktibas ediyoruz.

“Araştırmacılar SARS virüsünün “coronavirus” ailesinden olduğunu söylüyorlar. “Corona: Latince bir kelime olup, “tac” manasına gelir. Elektron mikrografisinde böyle bir röfle verdiği için virüs bu isimle anılır.

“Nido: Latince‚ “yuva” mânâsına gelir. mRNA’nın (messenger RNA=Elçi RNA) yuvalanmış düzeneğini temsilen bu isim verilmiştir.

“Coronavirus ailesinin Taksonomik (Sınıf-nizami) yapısı
Sınıfı: Nidovirales
Ailesi: Coronaviridae (Tacvirüsler)
Cinsi : Coronavirus

Bu aile nezlelerin %30’una yol açar. SARS, akciğerleri tahrib eden bir pnomoni türüne neden oluyor. Hastalar çok büyük bir teneffüs müşkilati çekiyorlar. Bu nedenle respirasyon (solunum) cihazına bağlanıyorlar.

Her ne kadar hastalığın hayvanlardan insanlara geçtiği iddia ediliyorsa da, yeni coronavirus hayvanları enfekte eden virüse pek benzemiyor.

SARS taşıyıcıları için “yürüyen biyolojik silahlar” tanımının yapılmasına yol açıyor.

Evet, SARS belli bir yörüngede ilerliyor. Daha evvel de müteaddiden vurguladık, çok sür’atli, çok garib, çok karmaşık şeyler oluyor ve insanlık bu olup bitene sağlıklı ve doğru bir tepki / cevab veremiyor. Reflekslerini kaybetmiş bir külçe-organizma halinde sağa sola yalpalanıyor. “Atipik Pnomoni”, Atipik davranışlar’ın bir yansıması gibi sanki. SARS’tan sonra ve SARS’la paralel neler gelişecek? Mesela ABD’de 1 saatte 35 kişinin canını alan Tornado (Hortum) gibi birşeyler mi, bir zelzele mi? Büyük seller, yangınlar, volkan patlamaları mı? ABD “terör”e karşı savaş ilan ettikçe Allah yeni bir sebeb halkediyor. (Kaynak: Akademya’ya Doğru Sitesi Arşivi, 2001-2005.)” (12)

 “Ağır akut solunum yetmezliği” mânâsında olan Sars ve onun yakın akrabası olarak, gündemi pandemik çapta meşgul eden Korona, bir yanda “Küresel Sermaye” üzerinden dünyaya yeniden nizamat vermeye çalışan Deccal Komitesinin nefesini keserken, diğer bir yandan da “yeni nizam yeni insan” hasretiyle yanıp tutuşan topyekûn dünyaya yeni ve ilâhî bir nefesin üflendiğinin de alameti farikası olarak okunabilir. Mevzuun pandemik olması, yani topyekûn dünyada yaygın bir hâl alması ve dahi, dünya tarihinde bugüne kadar rastlanmayan bir şekilde sonuçlar doğurması da göstermektedir ki bu hadise, yani Sars ve devamı niteliğindeki Korona hadisesi, “Benzersiz, eşi benzeri olmayan” mânâsına İBDA ile de doğrudan alakalıdır. “Hiç kimsenin beklemediği bir anda ortaya çıkması”ndan mütevellid de, yine İBDA fikriyatının temel karakteristiği olan “Kendinden Zuhur” esprisine de gayet uygundur. Bunun “yerden biten ot” mânâsına Kust ve rüya ile ilişkilendirilmesinin mümkünatı bir yana, “yeme ve içmeye muhtaç olan varlıklar” mânâsına “Dabbe” ve “yerden çıkacak canlı” mânâsına “Dabbetü’l-Arz” ile de ilişkilendirilebilmesi mümkündür. “Dabbetü’l-Arz”ın “yerden çıkacak canlı” ifadesini Korona ile ilişkilendirilebilmesinin diğer bir şekli de şudur ki, aslında Korona, virüs özelliği bakımından “canlı”, daha doğrusu “fonksiyonel”, yani zatiyle aktif değildir.(13) Onu “canlı” kılan ise insan organizmasıyla, yani hücrelerle buluşmasıdır. İnsan vücudu veya bedeni, zübde-i âlem (küçük âlem)dir. “Zübde-i âlem, Zübde kelimesi çekirdek, öz anlamına gelmektedir. Âlem de dünya, kainat, evren anlamlarında kullanılmaktadır. Bu tamlama ise, kâinatın özü anlamında kullanılmaktadır. Tasavvufi anlamı olan bu terime göre, insan kâinatın özüdür, kâinatta ne varsa, aynı oranda insanda da vardır.”(14) Hâl böyle olunca, insan bedeninden çıkacak olan bir “canlı”nın “Dabbetü’l-Arz” ile ilişkilendirilebilmesi de mümkün hâle gelecektir. 

Osman Nuri Topbaş’ın Erkam Yayınları’ndan çıkan “Ebediyet Yolculuğu” isimli eserinden özetle: “Dâbbe”, yeme ve içmeye muhtaç olan varlıklara denir. Dâbbetü’l-Arz, “yerden çıkacak canlı” demektir. Kıyametin büyük alâmetlerinden olan “Dâbbetü’l-Arz” hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:

“O söz başlarına geldiği (kıyamet veya azap yaklaştığı) zaman, onlara yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız da, bu onlara, insanların âyetlerimize kesin bir îman getirmemiş olduklarını söyler.” (Neml, 82)
Allah Resûlü bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“Üç şey vardır ki onlar çıktığı vakit “önceden inanmayan veya imânıyla bir hayır kazanmayan kimseye, artık îmânı fayda vermez” (En’âm, 158). Bunlar; Güneş’in battığı yerden doğması, Deccâl ve Dâbbetü’l-Arz’dır.” (Müslim, İman, 249; Ahmed, II, 445)

“Dâbbetü’l-Arz, beraberinde Süleyman (A.S) mührü ve Mûsâ’nın (A.S) asâsı olduğu hâlde çıkar. Mü’minin yüzünü asâ ile parlatır ve kâfirin burnunu mühürle damgalar. Öyle ki, sofra ehli toplanınca biri diğerine (yüzündeki parlaklıktan dolayı) “Ey mü’min!” der, diğeri de (öbürüne, burnundaki mühür damgası sebebiyle) “Ey kâfir!” der. (Yani mü’min de kâfir de yüzünden tanınır.)” (Tirmizî, Tefsîr, 27/3187; İbn-i Mâce, Fiten, 31)

 “Dâbbetü’l-Arz, yerden çıkacak bir canlıdır. Ama bunun nasıl bir canlı olduğu, sahih hadislerde açıklanmamıştır. Konuşarak insanları ikaz edeceği anlaşılmaktadır. Emr-i bi’l-mârûf ve nehy-i ani’l-münker’in terk edildiği bir zamanda ortaya çıkacağı ve İslâm’dan başka bütün dinlerin bâtıl olduğunu ilân edeceği nakledilmektedir.” Mesela Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili’nde, Arabçanın inceliklerinden yola çıkarak, Dabbetü’l-Arzın böylesi bir insan olduğunu söyler.

Ayrıca bu hâdise, inkâr edenlere, Allah Teâlâ’nın ölüleri nasıl dirilttiğini de açıkça göstermiş olacaktır.

“Dâbbe, inkârcılara kıyâmetin yaklaştığını haber verecektir. Allah Teâlâ bu canlıyı konuşturarak, kâfirleri rezil rüsvâ edecektir. Çünkü onlar, en fasih lisân ile konuşan ve insanlığın en şereflisi olan Peygamber Efendimiz’in getirdiği en beliğ kelâmı, yani Kur’ân-ı Kerîm’i kabul etmekten yüz çevirmiş bedbahtlardır. Cenâb-ı Hak da onlara farklı bir canlının lisânından, onların anlayacağı üslûpla hakîkatleri bildirecektir. Kâfirlerin bundan sonra iman etmeleri, artık onlara fayda vermeyecektir.”(15)

Yukarıda da zikredildiği üzere, “Dâbbetü’l-Arz, beraberinde Süleyman (A.S) mührü ve Mûsâ’nın (A.S) asâsı olduğu hâlde çıkar” hadîsinin tevil ve tabirini yapmak bize düşmez. Ancak, İBDA Mimarı’nın misyonu ve yine bizzat kendi söyledikleri üzerinden mevzua yaklaşmak icab ettiğinde ilginç durumlarla karşı karşıya kaldığımızı da söylemeliyim. Şöyle ki; Meselâ Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm’ın bizzat “Süleyman” isminin fonetik olarak birebir “Ebu Süleyman: Horoz” tedaisi ile örtüşmesi bir yana, “Dünya Hakimiyeti” mânâsına “Dünya Hükümdarı” olması hasebiyle de, “Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman” takdimi üzerinden “İstikbâl İslâmındır” mutlak müjdesine yataklık eden Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’ın mânasıyla örtüşmesi de dikkate şayandır. Buna bitişik bir mânâda, meselâ Hazret-i Musa Aleyhisselâm’ın “yalan yutan” asâsının, diğer bir ifadeyle de nefsin temsilcileri olarak beliren büyücülerin “ipliğini pazara çıkaran” olarak, “yılan suretlerini yutan” bir asâ olarak belirmesi, meselâ yılanın “hayat” mânâsından mütevellid Şeytanın elçilerinin, -şimdilerde ise Deccal Komitesi’nin gözboyacılığı üzerinden dayatılan olarak-, “sahte hayat”ın yutulmasına remz teşkil eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”nın misyonu ile örtüşmesi de yine dikkate şayandır.  

Doğrusunu elbette Allah bilir.

Dipnotlar
1-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-dabbet-ul-suvar-187-h3352.html
2-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-dabbet-ul-suvar-187-h3352.html
3-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-bir-adam-yaratmak-197-h3342.html
4-Salih Mirzabeyoğlu, “Ölüm Odası –B-Yedi-”, Baran Dergisi, İstanbul, Nisan 2017, sh. 18.
5-http://www.barandergisi.net/horoz-sretli-melek-makale,1954.html
6-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-dabbet-ul-suvar-187-h3352.html
7-https://www.etimolojiturkce.com/kelime/dik
8-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-bir-adam-yaratmak-197-h3342.html
9-“Yevmiye: “Efendi Hazretleri’nin yüzünde bir ben görüyorum, öpüyorum. Sağlığında hiç görmedim. Bu da rüyânın sıhhatine bir delil!” (http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-adl-tibb-pazar-yeri-343-h3138.html)
10-http://www.barandergisi.net/olum-odasi-b-yedi/olum-odasi-byedi-adl-tibb-pazar-yeri-343-h3138.html
11-http://www.temizspor.com/guncel/115-istikbalin-kurucu-irade-savasi-15-temmuz-direnisi-veya-halk-ibda-ihtilali-istanbul-savasi-veya-avrupa-uygarligi-miti-nin-sonu
12-http://akademyadergisi.com/eskimeyen-bir-coronavirus-makalesi-sars/
13-Virüsler genellikle canlı kabul edilmiyor; çünkü kene gibi klasik parazitlerin tersine, sadece beslenmek ve çoğalmak için değil bizzat bedenlerini üretmek için (protein kılıfı) bakterilerle başka hücrelere bulaşmak zorundalar. Teknik ifadesiyle yaşamak için gereken enerjiyi kendi bünyesinde üretmiyor ve iç işleyişlerini kontrol edemiyorlar. Bu da geleneksel canlı tanımının kapsamına girmiyor. (https://khosann.com/virusler-canli-mi-ve-rna-yasamin-kokeni-mi/)
14-https://tr.wikipedia.org/wiki/Z%C3%BCbde-i_alem
15-https://www.islamveihsan.com/dabbetul-arz-nedir-kimdir.html


Baran Dergisi 692.Sayı