Andre Bazin “Sinemanın Temel İlkeleri”nde anlatır; Güney Afrika’da 1940’lı yıllarda ilginç bir tecrübe yaşanmış. Hıristiyan misyonerler siyah insanlara dinî düşüncelerini etkileyici bir yolla aktarmak isterler. Bunun için de sinemayı kullanırlar. Bir propaganda filmi seçerler ve uygulamaya koyarlar. Film Güney Afrikalı köylülere gösterilir. Film bittikten sonra izleyicilere tek tek sorarlar: “Filmde en çok aklınızda kalan yer nedir?” Filmi izleyenlerin hemen hemen hepsi aynı cevabı verirler: “Küçük beyaz bir tavuk.” Oysa film küçük beyaz bir tavukla ilgili değildir ve filmin hiçbir yerinde beyaz tavuk yoktur. Filmi bir kez de kendileri izlerler. Tekrar tekrar izlerler fakat beyaz tavuğu bulamazlar. En sonunda kare kare durdurarak izlerler ve bir sahnede ekranın sağ alt köşesinde kısacık bir an küçük bir beyaz tavuğun hızla kareye girip çıktığını görürler. Bir anlık bir görüntü, bütün köylülerin zihninde kalan tek görüntüdür. Beyaz adam onlara belgeselde bir şey göstermek istemiş, fakat kara adam onun gösterdiğini değil, kendi ilgisini çekeni görmüştür. Belki de bilinçaltı yönetimi sinemada böyle keşfedilir.

Sinemada kullanılan bir tabir midir bu bilmiyorum ama gazeteci Hasan Öztürk bir konuşmasında “herkesin bir beyaz tavuğu vardır” diyordu. Yani herkesin algısına-idrakine ulaşabilecek bir “şeyi”… Televizyonda ve sinemada bu “Küçük beyaz tavuk” meselesi yaygın olarak kullanılıyor. 25. Kare meselesini de bunun sinemada ve televizyonda kullanımını da gayet net biliyoruz artık. Buna algıda seçicilik denirdi belki fakat bir de meselenin “algı yönetimi” yönü var.

Bizim algımızda “seçtiğimiz” ufacık bir görüntü, bir filmi, bir diziyi, bir oyuncuyu, bir ürünü, bir yiyeceği bize cazip hale getirebilir mi? Erkekler şunu, kadınlar bunu, çocuklar da onu “algıda seçer” şeklinde bir genelleştirmenin çok ötesinde, artık sosyal medya ile tek tek insanların nelerle ilgilendiğini, neyin ilgisini ve dikkatini çektiğini çok rahat bir şekilde depolayabiliyorlar. Facebook’da, nelerle ilgilendiğimize göre reklamlar çıkıyor karşımıza mesela. Bazen şaşırıyoruz bile buna. Ancak sosyal medyada hiçbir şey tesadüf değildir. Ancak bizim “ilgilerimiz” dediğimiz şey aslında yüzeysel bir takım “ilgiler”. Bir de bunun “altında” yatan başka “ilgiler” var. “Şuur altı” dediğimiz alan bu kadar kolay yönetilebilir bir şey midir?

Bu mevzu pek çok kişi tarafından dile getiriliyor ve eleştiriliyor. Emperyalist güçler dediğimiz, dünyayı yöneten elitler tarafından, sinemada, televizyonda, çeşitli haber kaynaklarında (medya) bu “algıda seçicilik” ve “algı yönetimi” meselesi çok güçlü bir şekilde kullanılıyor. Bu doğruyu bilmenin ve bunu eleştirmenin bizi getirdiği nokta, “kendi filmimizi yaparsak, dizimizi çekersek, kendi mesajımızı verirsek, kendi reklamımızı oynatırsak, kendi gazetemizi televizyonumuzu kurarsak” şeklinde devam eden bir dizi temenni. Temenni, çünkü, bunların hem de “en güçlüsü” elimizde olmasına rağmen, “yöneten” yine biz değiliz, “küçük beyaz tavuk” yine bizimle oynuyor. Neden?

Şöyle söyleyelim: Çünkü “kültür” meselesini henüz anlayabilmiş değiliz. Henüz “şuur süzgeci” meselesini gündemimize almış değiliz. Buna bağlı olarak dünya görüşü ve onun “dili” meselesinin kıyısından geçmiş değiliz. “Şuur süzgeci” kavramını “Kültür Davamız” isimli eserinde ilk defa ortaya koyan ve derinlemesine işleyen Salih Mirzabeyoğlu, bakın ne diyor:

«- “Şuur süzgeci, toplumda karşılıklı tesirlerle belirlenen ve böylece üyelerine belirli akıl ve duygu alışkanlıkları kazandıran, yeni doğanlara kendini empoze eden içtimaî bir vakıadır. Yakından bakarsak: İnsanın duygu ve düşünce yapısı ve kapasitesi içinde kendini kuşatan “şartların” ve “ilişkilerin” onda ulaştığı terkip, onun yetiştiği vasatın “duygu ve düşünce kanunları”nı göstericidir. Bu duygu ve düşünce kanunları ise, tahlil, araştırma ve yorumda, onun “strüktür-yapı”sını, “hadiseye yanaşan insan şuuru”nu gösterici bakış açısı ve objektifidir… Doğru düşünce olmadan doğru düşünce faaliyeti olamayacağı gibi, yeni bir şuur terkibi ifâde eden “Mutlak Fikir”e muhatap “vasıta sistem” olmadan ve bu kuşanılmadan, “şuur”un kendisini belirleyen “nizam, akıl ve ahlâk” unsurlarını eleştirmesiyle, o şuurun bakış açısı dışına çıkılamaz. Kısacası; şuurun kendini eleştirmesi de eleştirdiği süzgeçten geçmektedir.”

Anlaşılıyor ki, kuşanılması gereken “vasıta sistem” şuuru, toplumun verdiği “şuur süzgeci” ile bakış ilişkileri süreci sırasında sıradışı bir sıçramanın cehdi ile kazanılması gerekendir.» *

“Şuurun eleştirmesi de şuurun eleştirdiği süzgeçten geçmektedir” cümlesine dikkat edelim. “Kültürde ve sanatta niye yokuz?” diyor ya Cumhurbaşkanı. Niye olmadığımız işte bu cümlenin içinde. Ve biz ne kadar mevcut yapıyı eleştirirsek eleştirelim, bunu bir dünya görüşünün dili ve kavram haritası ile yapmıyorsak, yani “sıra dışı bir sıçrama” gerçekleştirmediysek, mevcut yapının değirmenine su taşıyoruz demektir.
Bugün diziler, filmler, reklamlar, gazeteler ile güç ve kuvvet elinde olan iktidarın, hala muktedir bir kültüre niye sahip değiliz demesinin, buna anlam verememesinin altında yatan sebeb budur.

“Küçük beyaz tavuk”ları kim anlamlandırıyor ise muktedir olan odur. Gerisi kendini aç tavuğun kendini buğday ambarında zannetmesidir.
Dünya görüşü ve onun dili. Müslüman olduğumuza göre Mutlak Fikir’e, İslâm’a nisbetle ortaya konulmuş bir İslama Muhatab Anlayış ve onun dünya görüşü ve dili. Bunun adresi de belli olduğuna göre?

Bugün, “şuur süzgeci” meselesinin, “algıda seçicilik ve algı yönetimi” meselesi ile alakasını kuramıyorsak, “küçük beyaz tavuk”u keşfedilen “siyah adam” olmaya devam edeceğiz demektir.

* Salih Mirzabeyoğlu, Kültür Davamız-Süzgeç ve Şekil, İbda Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1993, s. 35-36.


Baran Dergisi 585. Sayı