Korona virüs elbette ki ciddiyetle birtakım önlemlerin alınmasını gerektiren bir haldir. Lakin dünyada insan ölümlerine sebep olan vakalar arasında ilk yirmiye bile girmeyen bu hal, neden en ön sıraya geçmiştir? Kim geçirmiştir? Sorularının cevabını binlerce ağızdan farklı yorumlarla duyuyoruz. Bu yorum trafiği içine biz de girelim istedik.

Korona virüs tabiatta M.Ö. 8000’lerden beri varolduğu bilinen ve omurgalı canlıları konakçı olarak kullanıp varlığını devam ettiren bir virüstür. 2002 yılında Hong Kong’dan yayılan SARS (Şiddetli Akut Solunum Yolu Sendromu) korona virüsün sebep olduğu bir solunum yolu enfeksiyonudur. Dünya sağlık örgütü verilerine göre hastalığa yakalananların ölüm oranı %10,9 dur. Bilim adamları tarafından tipi, SARS-CoV olarak adlandırılmıştır.

Yine 2012 yılında ilk defa Suudi Arabistan’da tespit edilen MERS (Orta Doğu Solunum Sendromu) korona virüsün sebep olduğu benzer bir solunum yolu enfeksiyonudur ve tipi, MERS-CoV olarak adlandırılmıştır. Dünya sağlık örgütü bu virüsün bulaştığı hastaların %36’sının hayatını kaybettiğini açıklamıştır.

Bugün yaşadığımız korona salgını yine aynı virüs ailesinin farklı bir tipi olarak karşımıza çıkan CoVID-19 dur ve ölüm oranının %3 ün altında seyrettiği bildirilmesine rağmen daha geniş alana yayılması sebebiyle “toplamdaki” ölüm sayısı her geçen gün artmaktadır.

Görüldüğü üzere binlerce yıldır bizimle birlikte olan ve farklı zamanlarda salgınlara yol açan korona virüs birilerinin iddia ettiği gibi Amerikan icadı falan değil, tabiatın bir parçasıdır. Üretilen komplo teorilerinin tamamı, kurgunun insan marifeti ile yapılıp belli hedefleri yok etmeyi amaçladığından bahsederek yangını körüklemektedirler. Ne oldu yani? Korona geldi diye Güneş doğmayıp bitkileri büyütmüyor mu, inekler süt, tavuklar yumurta, arılar bal mı yapmıyor? Nedir bu telaş?

“Kriz varsa, fırsat da vardır” sloganı; vahşi kapitalizmin ana stratejisidir. Korona virüs salgını ile bu stratejinin nasıl işletildiğine birlikte şahit oluyoruz. Ekonomiler çöküyor, devletler borçlanıyor, iktidarlar yıpranıyor, sosyal algı değişiyor derken her şey alt üst oluyor. Bu kargaşa içerisinde fırsatını bulan kesesini doldurduğu sanırken büyük çoğunluk, olanlar karşısında çaresiz son sözün söyleneceği günü bekliyor.

Kapitalizmin son pazarlama tekniği sanal dünya; insanlara oyun, eğlence, bilgi, beceri, iletişim, sosyalleşme, alış veriş gibi çeşitli ihtiyaçlarının ekran karşısında sadece zihinsel faaliyette bulunarak elde edebildikleri rengârenk bir ortam sunar. Karışan girişen yok, her şey elinin uzandığı klavye tuşları kadar yakın. Yani bir çeşit cennet… Hem de öyle bir cennet ki; bilgisayar oyunu satıcıları, film yapımcıları ve sanal âlem baronları birleşmişler tüm zamanımızı ekran karşısında geçirmemiz için yapmadıkları şaklabanlık kalmıyor. Sırf biz cennete girebilelim diye birbirlerini paralıyor adamlar!
Onları böylesine hizmet aşığı yapan elbette pazarlama pastasının kremalı kısımları. Liberal sistemin ortaya çıkardığı bu yapının vitrindeki şatafatlı gösterinin arkasında, pastanın asıl sahiplerinin daha büyük pasta planları yatar. Bu planlar sessiz sedasız işlerken bizler pastanın kremasını şapır şupur yiyenleri seyredip, o kremadan koparacağımız parçanın hayalleri ile geçiririz günlerimizi.

Gençlik yıllarımızda “ekmek aslanın ağzında”, orta yaşlara geldiğimizde, “ekmek aslanın midesine indi, kolu kaptırmadan zor alırsın” denirdi. Şimdilerde ise “ekmekten geçtik, aslanın kıçından çıkanın içinde bir şeyler bulursak onunla idare ediyoruz” deniyor. Bu avam tabir binlerce iktisat hocasının bir türlü itiraf edemediği gerçeği bütün çıplaklığı ile anlatıyor aslında. Ekmek için eski usul mücadele devri bitti, şimdiki mücadele; aslan eteğimize pislesin diye dalkavukluk yapmak ve eteğimizdekini karıştırıp içinde bulduklarımızla hava atma şeklinde.

Asr-ı Saadet, yokluk ve yoksulluğa rağmen insanın, zirve insan olabildiği zaman dilimidir. Günümüzde ise varlık ve zenginliğe rağmen insanın, en aşağılık insan olduğu zaman dilimini yaşıyoruz.
Dünyanın bütün sermayesinin üç beş ailenin eline geçtiği bu dönemde tabiat hadiselerini dahi onların kurguladığını iddia eder olduk. Yarattıkları sahte cenneti nimet bilip ilahlarımızın kudretinden emin her türlü dalkavukluğu yapıyoruz. Neden? İlahlarımız eteğimize pislesin de, ilk karıştıran biz olalım diye.

Kapitalist baronlar, tabiî veya suni krizleri dalkavukların desteğiyle her zaman fırsata çevirdiler. Savaşlardan ve mazlumların emeğinden çaldıklarıyla beslendiler. Savaşmaktan yorulanları sahte cennete hapsederek, onlara pasta kokulu necasetlerini nimet diye sunarken pastayı kendileri yediler. Paylaşmak istemedikleri pastayı yedikçe semirdiler, semirdikçe daha çok yemek istediler. Üstadın dediği gibi “urlaşmış (kanser) sermaye” doymak bilmediği için sürekli büyüdü. Çünkü kanserli dokunun büyüme sınırı olmaz. Sınır olmadığı için yedikçe büyür, büyüdüğü için her seferinde daha çok yemeğe ihtiyaç duyar, yemez ise ölür. Ne yapmalı? Ne etmeli? Derken

Son sahnede; kanserli sermaye baktı ki korona patlamış, sahte cennettin içindekileri ürkütüp arkada bıraktıklarını almak niyetiyle panik düğmesine basarak bir hamle daha yaptı. Bastı, basmasına da, nafile! Panikle ürküttüklerinin elindekileri alalım derken, kendi elindekinden de olan ahmak domuz, olanların hala farkına varmış değil.

Sen zaten dünyayı altüst edip ne var ne yok yağmalayıp yedin bitirdin. Ne toprak bıraktın, ne deniz… Taptığın aklınla kurduğun düzende, ürettiğin sahte gıdalar ve parlak naylondan yaptığın dünyan, ürettiğin gıdalar gibi sahte. Fakat korona virüs hakikat! Depremler, kasırgalar, küresel ısınma ve felaket dediğin her şey hakikat. Hakikat ortaya çıkınca sahtenin hükmü kalır mı?

İnsanlar can derdine düştüğünde Ferrari hayalleri kurar mı? Kırmızı halılarda sergilediğin canlı putlara özenip saçma sapan tüketim tuzaklarına düşer mi? Alışmış kudurmuştan beterdir derler. Alışmışlar stokları hızla tükettikten sonra göreceğiz dünyanızı. Göreceğiz tüketmekten başka bir şey bilmeyen insancıklara dolarlarınız, kripto paralarınız gerçek bir buğday tanesi ürettirebilecek mi?

Ürettiremeyecek, çünkü hiç kimse sahte cennetini terk etmek istemeyecek. Terk etmedikçe de hakikat sahte olana daha büyük darbeler vuracak. Canlar yanacak acılar dayanılmaz boyutlara ulaşacak. Ve sonunda; “günde üç hurma yiyerek nasıl insan olunabildiğini” yalvararak soracaklar.

“Yaklaşıyor, yaklaşmakta olan” diye haykıranları duyan olmadı. İşte geldi yaklaşmakta olan, vakit firavunun kulağına kaçan sineğin vakti.

Allah-u Ekber!


Baran Dergisi 689.Sayı