Akrabaların bir araya geldiği, televizyonun önüne dizilmiş çocukların, tavanda dans eden sigara dumanının, salon havalansın diye açılan pencereden enseyi titretme kabiliyetine sahip esen rüzgârın, mutfakta sohbet eden annelerin, ablaların ve en nihayetinde babaların, amcaların siyasî sohbetleri…

Norveçli olmadığımız için olsa gerek, bu ülkede siyasî bir takım bilgiler edinme yaşı işte bu atmosferden dolayı 5’li, 6’lı yaşlardır. Benim de siyasî sohbetlere kulak kabarttığım, hatta bazı yasaklı kulak kabartılarımı okulda öğretmene döktüğüm için sınıftan atıldığım dönemlerde (ilkokul) babamın Mardinli Kore gazisi uzak bir akrabamız ile ilgili anlattığı bir anı vardı.

Kore savaşı patlak vermiş, “dostumuz ABD” insanlık namına orada olmamızı istemiş, Mehmetçik bilmem kaç bin kilometre uzakta, ismini cismini bilmediği topraklara sebebini tam bilemeden gönderilmişti. Bahsi geçen akrabamız da bu kervana dâhil olmuş ve kendini Kore’de bulmuş.
Arkadaşlarıyla bir Amerikan üssünde “geri hizmet”te görevlendirilmiş. Geri hizmetten kasıt, askeri teçhizat hazırlığı, onarımı vs. değil. ABD askerlerinin üstlerini başlarını yıkama, odalarını temizleme gibi, tamamen köleliğe dayalı bir “görev…”

Bir gece askeri üssün gazinosunda alkol alan yüksek rütbeli Amerikalı subaylara hizmet ediyorlar. Subaylar alkol ve benzeri konularda işin dozunu kaçırır. Çok fazla alkol almaya ve haliyle sapıtmaya başlarlar. Sabaha karşı işler iyice rayından çıkar ve subaylardan biri salona kusar. Subay, akrabam olan Türk askerini yanına çağırır ve kustuğu yeri temizlemesini emreder. Bu konuda çekimser kalan gariban asker, emri yerine getirmek istemez. ABD’li subay sinirlenir, yanındakilerle birlikte askerin kafasını kusmuğun içine sokar.

Ah!
İşte henüz ilkokul çağımda tüylerimi diken diken eden, bilinçaltıma müthiş ölçüde tesir eden akraba bir gazinin başına gelen bu lanet hadise salt Kore savaşı denildiğinde aklıma geliyor, sinirlerimi bozuyor ve BAŞIMA ÇUVAL GEÇİRİLMİŞ gibi hissettiriyor!

Ayla Filmi...
Ayla filmi, 1950 ile 1951 yılları arasında, Kore savaşı çukurunda astsubay Süleyman Dilbirliği’nin yaşadığı dram yüklü bir hikâyeyi konu alıyor. Filmi beğendim. Ama birileri gibi çıkıp Türkiye’nin en iyi filmi de demeyeceğim. Evet, iyi film, ama bir mihenk taşı, bir “Türk sineması devrimi” değil. Ancak hakkını yememek lazım. Görüntü yönetmeninden oyunculara ve sanatsal bir takım çalışmalara kadar birçok şey gayet iyi, hatta ortalamanın üstünde. Yönetmen Can Ulkay’ın da ilk filmi olduğunu unutmamak lazım. Güzel iş…
Filmle ilgili yüzlerce yazı yazıldı çizildi. Aynı tipte olumlu-olumsuz eleştiri yapıp statik bir yazı yazmak istemiyorum. Çeşitli noktalara değinip geri çekileceğim.

Çetin Tekindor Olmamış
Hikâye kısmen kurgu olsa da, genel hatlarıyla yaşanmış anılardan oluşuyor ve bu acı dramı yaşayanlar hâlâ hayatta. Biri Süleyman Dilbirliği, diğeri ise Ayla (Kim Eunja).

Hal böyle iken, doğal ve klasik olarak filmdeki oyuncularda tarzları ve simaları ile, hikayenin hakikatini temsilen, olayın asli karakterlerini yansıtmak-andırmak zorunda. Bu konuda Süleyman Astsubay’ı temsilen oyunculuğunu pek beğendiğim İsmail Hacıoğlu ve Ayla’yı yani gerçek adıyla Kim Eunja’yı temsilen de Kim Seol seçilmiş. İsmail Hacıoğlu, Süleyman Astsubay’ın gençliğine epey benziyor. Rolün de hakkını fazlasıyla vermiş. Ayla’yı oynayan Kim Seol sevecenliği ve yaşına göre ortaya koyduğu oyun ile gönlümüzde taht kurdu. Kız, salonun büyük kısmını ağlattı. (Tabii ben hariç.) Ali Atay’ı da pek beğendim. Filmdeki diyaloglarında verdiği ses ve mimiklerde, Leyla İle Mecnun’dan enstantaneler vardı. Yüzümü güldürdü.

Süleyman astsubayın yaşlılık dönemini, yani günümüzdeki halini oynaması için seçilen Çetin Tekindor, hiçbir şekilde role uymamış. Ne Süleyman Astsubay’ın yaşlılık haline benziyor, ne de oyunculuğu ile bu kusuru örtebilmiş. Dramatik açıdan Ayla filmi ile “Babam ve Oğlum” filmi benzer çizgilere sahip. Çetin Tekindor da sanki kolayına kaçmış, “Babam ve Oğlum” filmindeki oyunculuğu kopyala yapıştır yapmış ya da filmindeki rolü üzerinden atamamış. Ayla’da resmen donuk ağır bir Süleyman vardı.

Subliminal Mesaj Kaygısı
Yıl olmuş 2017, hâlâ birçok Türk filmi ve dizisinde masonik sembollerle subliminal mesajlar görüyorum. (Tamam, kardeşim anladık. Etkilediniz beni. Yarın ilk iş Beylikdüzü Mason Locasına kayıt yaptırıp, itaatkâr bir küreselci olacağım. Mesajlar o derece semiyotiğimi etkiledi.)
Neyse bizim Ayla filmi de bu konuyu es geçmemiş ve yapmış yapacağını. Birçok kişi fark etmemiştir, doğal karşılıyorum. Ben de bir “film kurdu” değilim lakin çıraklık düzeyinde de olsa yönetmenliğin tozunu yuttum, ruhuma tuzunu kattım. Artık algıda seçicilik mevzuundan olsa gerek, radar gibi, izlediğim her şeyde şu malum mesajları yakalıyorum. Ayla filminde ise iş şöyle dönmüş:

Bizim küçük Ayla Süleyman astsubaya bir hayli bağlı. Bir ara Süleyman astsubay ortalıktan kayboluyor. Askerler de kendi aralarında tamamen alakasız bir konu hakkında konuşurken, “bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı o bile öldü” lafı geçiyor. Ayla da yarım yamalak Türkçe bildiği için anlayamıyor ve Süleyman astsubay öldü sanıyor. Koşturuyor diğer rütbelilerin yanına. Rütbeli askerlerden biri de durumu anlayınca, “Aylacım Süleyman astsubay ölmedi. Askerler ondan bahsetmiyordu, Sultan Süleyman’dan bahsediyorlardı, masal bu kızım masal.” minvalinde bir şeyler söylüyor.

Sultan Süleyman masalmış sevgili okuyucu.
Yorum sizin.

Amerikan Propagandası
Film Amerika’nın Kore’de muhaliflere karşı işlediği savaş suçu hususunda sessiz.

Nazım Hikmet’in bir mısraı gibi: “Havada görmemenin duymamanın kahrolası hüznü…”

İşte böyle kahredici bir durum. Anladık, baştan beri Hollywood’a göz dikmişsiniz de el insaf…

Filmin başlarında Kore’ye gidecek askerler seçiliyor. Seçilenler bir hayli sevinçli, aileleri ise gururlu.

“Oğlum aslanlar gibi savaşmaya gidiyor” diyor baba. Düşünsenize; oğlu Türkiye ile başta jeolojik düzlemde olmak üzere hiçbir milli manevi bağın olmadığı, her gün binlerce insanın böcek gibi ezildiği bir savaş bölgesine gidiyor.

Eee?

“Benim aslan oğlum”

E hadi canım sende!

Samimi değil, hiç değil. Eminim ki o dönem insanlar isyan ediyor, olan bitene anlam veremiyordu. İşin aslı şu: Kendimize bir “abi” edinmemiz gerekiyordu. Bunun içinde bir bedel ödemek lazımdı. Gittik o abinin çıkarları için bedel ödedik geldik. Durum bu.

Ha, bir şeylere elbette kader perspektifinden de bakıyorum. Ayla gibi nice Aylaların kurtulacağı, Süleyman astsubay gibi nice Mehmetçiklerin de, dünyanın öbür ucunda kahramanlık yapacağı, dünyanın kanla beslenen oburlarına insanlık dersi vereceği varmış…

Ama okuyucu biliyor musun, ben hâlâ başı Amerikan kusmuğuna sokulan o gaziyi unutamıyorum…

Baran Dergisi 567. Sayı