Haliç Kongre Merkezi Kumandanın konferansı ile 29 Kasım 2014’te tarihi bir güne şahid oldu. Sevenleri Kumandanla hasret giderdi… 16 yıllık zindan hayatının nihayetinden 4 ay sonra İstanbul’da gerçekleşen heyecan dolu buluşma…
İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu orjinal bir fikir, aksiyon ve şahsiyeti ile tebarüz ediyor. Bu durum İBDA kelimesinin “benzersiz oluş” manasıyla da örtüşüyor, ismiyle müsemma oluyor. Zaten halkın teveccühü de buradan geliyor; efsanevî direniş sembolü olması yanında orjinal fikirleriyle zuhur etmesi. Salih Mirzabeyoğlu’nu dinleyen ve takip edenler sadece onun uğradığı zulmü protesto etmiyorlar onun fikir ve davasını, tarz ve usulunü de takip ediyorlar, merak ediyorlar. Karşı görüşten olup Mirzabeyoğlu’nu takip edenlerin de amacı bu. Hatta sevmeyen takipçilerinin de amacı bu. Kısaca, Salih Mirzabeyoğlu düşmanında bile saygı uyandıran biri.
Salih Mirzabeyoğlu’nun fikrindeki incelik ve derinlik dikkat çekiyor. Dışındakilerin dahî düşüncelerini dürüstçe ortaya koyması ve onların doğrularını da inkar etmeyerek kendi dil ve diyalektiğine bağlamaktaki ustalığı. Aslında Müslümanların son asırlarca ortaya koyamadıkları ve Necip Fazıl’la milat olan “İslâm’ın hasrı dışında hiç bir şey yoktur!” hakikatinin Salih Mirzabeyoğlu tarafından çağımızın meseleleri etrafında ve sistemli bir tarzda gösterilmesi söz konusudur. İBDA Mimarı’nın fikir haysiyeti o kadar bârizdir ki, emperyalizm, rejim ve sistem gibi kavramları Müslümanların soldan aldığını söylerken hakikati teslim etmektedir. Ve bundan hiçbir zaman yüksünmez. Bu kendine güvenin ifadesidir. Tıpkı Abbasî devrinde eski Yunan eserlerini tercüme eden Müslümanların hiçbir zaman intihale-çalıntı başvurmayıp, aldıkları kaynağı dürüstçe belirtmelerinde olduğu gibi.    
Konferansın ismi “Adalet Mutlak’a” . Alt başlığı “Yaşanmaya değer hayat için…” Konferansın ismi de Müslümanın olması gereken adalet vasfını gösteriyor. “Herkes için Adalet Platformu” bu organizasyonu gerçekleştirdi.
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun orjinal bir tarafı da diyalektiği olmasıdır. İslâmî ölçüler yerli yerinde fakat o ölçüleri anlayacak göz nerede? İşte İBDA, “ölçülendirme ölçüleri” ile bakış açısı temin ediyor ve böylece İslâmî hikmetleri doğru anlayıp bağlamında kullanmamızı ve yeniden keşfetmemizi temin ediyor.
Kumandanın salona girişiyle birlikte salonda yüksek bir çoşku hakim oldu. 16 yıl aradan sonra, iki kere idamdan dönen fikir ve aksiyon adamıyla sevenlerin buluşması. Dava çilekeşiyle kitlelerin kucaklaşması.Sadece Allah için olan bir sevgi bu. 28 Şubat dönemini de katarsak 20 yıllık bir ayrılık diyebiliriz.
Konferans kelimesinden ziyade sohbet kelimesini ve tarzını tercih ettiğini gördüğümüz Salih Mirzabeyoğlu, telegramın da tesiriyle konferansın birinci bölümünde parça parça mevzuları işlerken, ikinci bölümde akış kesiksiz oldu ve dinleyici ile bütünleşmeler de doğaçlama olarak sağlandı. Unutulmaz bir atmosferde yürekler birleşti. Organize edenlere de teşekür ederiz ve dâim ve kâim olmasını dileriz.
Okul müdürü bir arkadaşla konferansa gittim. Yolda uzun sıralar halinde yürüyen insanları ve salonu hınca hınç dolduran ve dışarıya taşan kalabalığı görünce arkadaşım bir hatırasını nakletti: “Üstad, üzüm salkımı gibi toplantıları severdi. Konya’da Üstadın konferansından sonra arabasını havaya kaldırmıştık ve Üstad keyifle sigarasını tüttürmüştü.”
Kalabalığın yarısının salon dışında kalması ve ekrandan izlemek zorunda kalması,bir kısmının yer bulamayıp başka zamana nasip deyip geri dönmesi, oturma yeri tartışmaları, lavabo, kantin ve mesciddeki yığılmalar maalesef oldu. Konferans nihayetinde sevenlerinden perdelenircesine, Kumandanın önünün kapatılması ise gereksiz idi. Fakat mühim olan yepyeni bir ruh, coşku ve heyecan tatmak idi. Mirzabeyoğlu bu demek zaten. Herkesin fikir ve his dağarcığına birşeyler düştü, hatta fazlasıyla. Çünkü Mirzabeyoğlu çok dolu (velud), çok çilekeş ve çok pratik formül ve ifadeler sahibi biri. İBDA’da herkesin kendini bulacağı bir yön vardır. Kumandan Mirzabeyoğlu kartopu misali zenginleşmeyi ve yaşanmaya değer hayatı murad ediyor; ve bizim seyirci değil, duyarak ve düşünerek katılımcı olmamızı istiyor. Aslında marifet de bu; iman ve oluş. Mümin olmanın güzelliği ve heyecanını duymak için. Modernizmin sıradanlığına ve köleleştirmesine karşı özgürlük yolu da budur. Önce zor olan sonra tad veren bir güzel yoldur bu.
Özgürlük demişken konferanstaki özgürlük bahsine dönelim. Kumandanın özgürlük kavramını da hürriyetine kavuşturucu, ufuk açıcı konuşma-sohbetine dönelim:
Salih Mirzabeyoğlu dışımızdakilere sesleniyor: “Madde gittikçe elden kaymaya başladı. Hakikat maddedir diyorsun. Fakat “saklı düzen” gibi fizikî olmayan kavramlar kullanıyorsun. Mutlak’ı izah edemezsin. Fakat sen de Mutlak diye bir şeyi kabul ediyorsun. Hürriyet, hakikate esir olmak için yaratıldı. Müslüman değilsen esir olacak hakikati ortaya koy! Müslüman olarak bir tek bizim Mutlak’ımız konuşuyor! Biz izafiyiz. İzafi mi Mutlak’a bağlı Mutlak mı izafiye bağlı? Mutlak Fikrin kurulamazlığı? Bir milyon sene yaşasa kuramaz.”
Salih Mirzabeyoğlu’nun hürriyet kavramına getirdiği derinliktir ki asıl hürriyet budur. Akıl-hayal ilişkisini izah ederek hürriyet alanını genişletir, fakat uçtu-kaçtı cinsinden fantezilere kaymasına da şöyle dikkat çeker: “İmamı Gazalî, “Şeriat zahirî akıldır, tasavvuf bâtınî şeriat” diyor. Akıl tahdit ile tek bir esasa bağlar. Akıl eşya düzeni içindir. Akıl dışına çıkınca hürriyet alanı başlar. Akıl kadar rüya, hayal, tahayyül gerçektir. Bunlar da hürriyet alanıdır. Fakat bundan fantazi anlaşılıyor, Walt Disney, çizgi filmi gibi. Onlar da hürriyet. Kuantum tarafından hürriyet alanına Alice Harikalar Diyarınca demeye başlıyorlar.(…) Hayatta ne varsa hayal maddesinden yapılmıştır.”
Kumandanın dışımızdakilere yaklaşımı da adaletli ve fikir haysiyetince. “Kimsenin imanına karışmıyoruz!” diyor. “Dönüşebilmenin şartlarına uyulsun!” diyor. “Düşüncelerini reel hale getirenler kendi Mutlaklarını ortaya koysun. Herkes istediğini ortaya koysun” diyor. Kimsenin karşısında olmadan itici değil, çekici bir dille, aklımıza ve kalbimize tesir edici estetik bir dil kullanıyor Mirzabeyoğlu. Fikrini verirken hem kuvvetli, hem de nazik.
Konferansta yanımda oturan kişi dikkatimi çekti. Elinde kağıt kalem not alıyordu. Arkadaşımdan selpak istedim, yoktu. Elinde kağıt kalem olan kişi selpak paketini uzattı, bir tane çekip aldım. Teşekkür ettim. Bana kendini tanıttı: “Sol kesimden geldim sosyalist dergi yazarıyım. İsmim İlyas Akkuş. Salih Mirzabeyoğlu duruşuyla örnek olan biri, zulme karşı duruşuyla her zaman ışık oldu, fazlasıyla ışık oldu. Bizim cenahtan onu takip edenler var. sizler de onu parlatmalısınız… Papanın Clio istemesi mesajdır anlayana… Aramızda yeterli köprü kurulmalı.”
Bu bilgileri ben de paylaştım kendisiyle… Toplumumuzun fikir geleneği zafiyetinden olsa gerek, İBDA’cıların bile İBDA’yı yeterli anlayamamasını ve bazı fikir ve sanat müesseselerinin kurulmasının geciktiğini ifade edeyim. Gezi’den kısaca bahsettik ve Gezi’nin neden tıkandığını konuştuk. Fikir eksikliğine geldi dayandı mesele. Emperyalizme karşısın ama, ya sonrası? Kapsayıcı dil ve dünya görüşü?
Fikriyatı meselelerde işleyemeyen ve yaşamayı fikir bilmeyen İBDA’cıların da “fikir lazım” derken bizzat kendileri de fikir eksikliği ile malul olduğunu da belirtelim. “İBDA harici İBDA’cılık mevzu…
Konferansta Mirzabeyoğlu’ndan sol cenah ile ilgili değerlendirmeler: “Sol’un itibarı militanlığıdır, yoksa cepleri boştur. Birbirimizi nefyederken bile birbirimizden bir şeyler alırız. İnsan düşmanından bile bir şeyler öğrenir. Sovyetlerin çöküşünden 40-50 sene önce çökmüştü komünizm. Ancak siyasî olarak devam etmiş. Ecevit’le devrimciliği ölçmedik biz. Önce büyültücü oldu, sonra tutucu. Biz solu kötü örnekleriyle değerlendirmedik. Adam olumsuz tipi Müslüman diye masaya oturtuyor ve onun üzerinden eleştiriyor. Eğer sol fikirle dolu olsa Roger Garaudy gibi olur.”
Putperestliğe farklı bakış getirerek içinde bulunduğumuz modern put durumlarına da işaret etmiş olan Mirzabeyoğlu’nun şu tesbitlerini de verelim ki, maksadımız, düşüncelere ufuk açılması ve özgürlük alanımızın putlardan temizlenmesidir: “Putperestlik ile kendi fikrini beğenmek arasında fark yoktur. Putperest put yapıyor. Aslında putperestlik bunu yapan düşüncesidir... Biz hikmeti hikmet için sevmiyoruz Allah için seviyoruz”.
Solun yanında ülkücülere de dönülür. Haklı refleksleri varken, polise yardım ettim diyor. Olur mu? diye sorar.
Ön sırada oturmak istemedim. Yine sağolsunlar beni bırakmak istemeyen gönüldaşlar rahat bir yere yerleştirdiler. Tevafuk bu ya sol yanımda sol cenahtan bir kişi varken, sağ yanımda da Tekirdağ-Hayrabolu’dan gelen gönüldaşlar vardı. 1991-1995 yılları meşhur Taraf dergisine ateşli ve cesaret verici mektuplar yazan, Süleyman Efendi cemaatinden rahmetli Kemal Kaçar’ın kâtibi, vali Ayhan Çelik’in akrabası rahmetli Mustafa Çelik Amca’nın hemşerileri bugün yanımda idiler. Üstelik girişte beni tanıyıp “Kâzım abi!” diye kucaklayan Tekirdağ-Hayrabolu’dan ve 1987 Tavır dergisinden beri İBDA takipçisi olan Ersan Çelebi’nin arkadaşları idiler. Hayrabolu eski belediye başkanı Şener Çelikkaya ile avukat Fehmi Sürü. Şener bey şunları söyledi: “Salih Mirzabeyoğlu bu milletin çilesini çekmiş biri. Niye daha büyük salon tutmadınız? Millet dışarda kaldı. Kumandanın 30-40 sene önce söyledikleri yapılsa idi, bugün biz ve dünya Müslümanları bu durumda olmazdık. Kumandanın söylediklerinin hepsi çıkıyor. Milletin ihtiyacı var. Anlamakta geciktik. Biz anlayacağız ki anlatacağız.”
Bazı şahsî anılarıma da yer vereyim: Adem Özköse ve Yeni Şafak’tan Yusuf Kaplan’la selamlaştım ve kısaca görüştüm. Kaya Balaban ve Mevlüt Koç’la da. Gaziantepli avukatlar ordusuyla da. Samsun, Kayseri, Konya, Maraş vs. den gelen gönüldaşlar, bir kısmını hemen hatırladığım bir kısmını yardımla hatırladığım. Konferans çıkışı pırlanta gibi bir genç yanıma geldi. “Abi ben Maraş’tan Muhammed Raşit Alan. Size selam vermek istedim” dedi selamını aldım, el ele tutuştuk ve gitti. Baran ve Aylık dergilerinin yazıişleri müdürü M. Taha İnci ile zaruri sebeplerle görüşmemiz ve hasretle kucaklaşmamız ve bana takdim ettiği yanındaki gençlerin temiz ve kendine güvenen yüzlerini gecenin son hatırası olarak hafızama nakşetmek istedim. Cemaatte olabilecek parsa peşinde koşan ve hizipçilik yapan haset tiplere muhabil Muhammed Raşit ve bu üç genç bana sembol oldu. Tabiî ki salondaki mukaddesatçı gençliği sembol olarak söylüyorum. Kumandanla refleks bütünlüğüne girebilen genç gönüldaşları kastediyorum. Pazarlıksız ve samimi dinleyenleri ve pazarlıksız İBDA’cıları kastediyorum. Salondaki talep ve heyecan yüksekti. Üstadın dizelerinde olduğu gibi: “Biz geldik bilen bilsin / Gönül gönül girilsin / İnsanlar devşirilsin / Sonsuzluk destesinden.”
Uzman bir doktora Kumandan’ın konferansını sordum. Arabada iken ailesi ile radyodan canlı dinlemiş. Feyz aldım dedi. Suratına sorar gibi bakınca, “bir kan, enerji vardı” dedi. Doktorun tanımlaması da böyle. Hem de radyodan aldığı cereyanla.
Salonda medyadan ve aydın kesimden de bir çok isim vardı. YeniŞafak’tan Merve Şebnem Oruç ve Yusuf Kaplan, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Aydın Engin, televizyonlardan da tanıdığımız Sevda Türküsev, Tuğrul Türkeş’in danışmanları, şair Sıtkı Caney, gazeteci Esra Elönü ve diğerleri. Konferans başlarken Fransa Poissy cezaevinde olan bir devrin gurur kahramanı, Filistin davası adanmışı gönüldaş Carlos (Salim Muhammed) ile kısa bir telefon görüşmesi yaptı Kumandan Mirzabeyoğlu.
Konferans öncesi görüştüğü medya mensuplarına Salih Mirzabeyoğlu’nun söylediği ve konferansta işlediği şu sözü hatırlatalım: “Silahlar sustuğu zaman gazetecinin konuştuğu mevzu kalmıyor. Hangi düşünceyi teklif ediyorsun? O zaman kendine düşman arıyor. Düşman yok, kendi yok.” Ülkemizin fikir zaafiyetini gösteren bir tesbit. Televizyonlardaki kısır tartışmalar da böyle değil mi?
“Hocamız iyidir, Allah Razı olsun!” diye birbirlerine övgüler yapılıyor. Ne onda fikir var, ne öbüründe!” mealindeki sözler üzerine salonda alkış yükseliyor.
Demokrasi eleştirisi yapılıyor ve şöyle hitap ediliyor: “BD-İBDA’da (Başyücelik Modeli) Halk Şurası var. Aksaklıkları duyuracak(…) Mutlak Fikir’e karşı ama kendi başa geçince kendi Mutlak oluyor. Seçme kurallarını da o belirliyor. İslâm’da ise Allah önünde hepsi eşittir. Halkçılık mücadelesi diyorsun ama başa geçince halkla yine kavga ediyorsun, kendini dayatıyorsun. Basın yoluyla yönlendirilenler seçiliyor. Urfa’da Einsteini ve bir şarkıcıyı aday yap. Einstein 3 oy alır. Herşey halka sorulmaz.” Burada salonda alkışlar yükseliyor. Devam ediliyor: “Demokrasi hedef değil, gayeyi gösteren yoldur. Herkes kendine reel olarak ortaya koyacak. Kapışacaklar. Gayemiz demokrasi dersen olmaz.”(…) “Evrensel ilkeler palavrası var. Hakim olanın koyduğu kurallar var. Uymazsan uydururlar. Koydukları kural bu. “Demokrasi için zorlama” diye yazdım ben” diyor Kumandan. Tankla topla getirilen Demokrasi hikayesi…
“Fikirde aslan payı bizdedir!” sözleri üzerine de salonda alkış kopar. “Başka bir şans yoktur!” diye ilave eder Mirzabeyoğlu. Son ve tek kıvılcım İBDA, Üstadın Akıncı Güç dergisini ve Kumandanı bu ifadelerle karşılayışında olduğu gibi. Kumandan gençlere şöyle sesleniyor:
“Hepinize Allah nasip eder, dünyayı feth edersiniz!”
“İslâm tasavufu ile Batı tefekkürü arasında kurulan İBDA, bir ucu Mutlak’a bağlı bir insanî hakikat. Başkalarının fikrine hesaba çekebilmek. Ve, ben doğru olduğumu nereden bileyim? Mutlak olmalı! Her fikir kendinden olmayanı hesaba çekmeyi denesin! Hangi fikre mensup olursan ol! Başkasının nefsiyle ilgilenmekten rahat bulmak. Birbirimizle temasımız bu. Eşyayı kendimizleştiriyoruz. Graudy, Marksizmde İslâm’ı hesaba çekerken Müslüman oldu.” Bu sözler Mirzabeyoğlu’ndan, tabiî ki benim notlarımdan. Aktarma hatası olabilir.
İbda Mimarı Mirzabeyoğlu’nun konferansa Bismillah kelimesiyle başlaması. Bismillah’ın fikir ve aksiyon halinde metodolojiyi göstermesi, BD’nın takdim lafzına tevafuk etmesi ifade edilir. “Buluşmak kelimesi aramızdaki asgari müşterek” dedikten sonra “Aşk” şiirinden bir kıta okuyarak gönlünü dinleyicilere açar. Bismillah, Buluşmak ve Aşk. Gönül başka ne ister, kahve bahane!…
Talebe hareketlerinin, “biz mevcuda inanmıyoruz. Yerine ne koyacağımızı bilmiyoruz. Onu da bulmak siz yöneticilerindir.” sözündeki haklılığa işaret eden Mirzabeyoğlu, müesses nizama karşı olduğumuz için bizi gömmek istediler. Fakat hatadan dönenlere de altından köprüler inşa etmeli” der… Gömmek isteyenlere duyulan nefret salonda refleks halinde ve çok derinden tezahür etti. Demek ki bazı şeyler unutulmamış ve unutulması mümkün değil.
Kumandanın tüm insanlara hitap edici ve herkesi oluş yoluna davet edici sözleri:
“Hangi fikirde olursan ol, bendeki sen ve sendeki ben meselesinde bir nisbet sahibi ol. Kuru sıkı olma. Neyi değerlendirirsen o sende tezatsız bir bütünlük göstersin.”
Ve İbda’nın kapsayıcı dili ve çözümü: Hatırlatalım, konferansın alt başlığı “Yaşanmaya değer hayat için…” idi:
“İnsandan çıkmış olan her şey muhakkak insanı ilgilendirir… Bütün insanlığa sunulan bir ideolocyan yoksa senin fikir haysiyetin yoktur. Meseleleri önce düşünce ile çözeriz. Fikirde derinliğe doğru. İnsan topluluğu için küll (bütün) fikir varsa herkes tekamül eder. Herkes çözümlerini sunarken… İslâmcıların durumu. Bu memleketten çıkmış tek orjinal fikir Büyük Doğu. Adam çıkmış başka yerden getiriyor. Talep piyasasına değil, arz piyasasına sunmaya çalıştık. Biz hiç kimsenin emeğini zayi etmeyeceği bir sistem sunuyoruz.”
Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun konferansından kısa kısa mevzu başlıkları verelim. Tabiî bütünle bağlantı koparılmadan anlaşılmak üzere:
Salih Mirzabeyoğlu, tefekkür, ilim ve teknik mevzularının muhasebesini yaparken, şöyle der: “Aklımızın kabul ettiği tecrübe. Hz. Ali, tecrübe fayda ile ilimdir, diyor. Deney ve gözlemi Hz. Ali söylüyor.”
“Anadolu, tarihî bir mekan ve Anadolu olmadan Ortadoğu olmaz Anadolu daha işlektir… Osmanlı enternasyoneldir.”
“Dünyaya birbirimizle didişmeye gelmedik! Fikirlerimizi sunarken tekamûl etmeliyiz!”
“Ezber bozmak için ezber bozmuyoruz, insan ve toplum meselelerini çözüm için yapıyoruz… Her devrin nasları var.”
“Herkes kendini sahici ifade etse, Kürt de sonuna kadar ifade etsin. Meselesinin ne olduğunu söylesin. Asıl sual: Kürd’ün, Türk’ün meselesi ne olmalı?”
“Aydınlar, aydın tabakası oluşturmalı. Aydın tabaka, insanların kendilerinden örnek alması gerekir. Herkesin kendi çapınca katılacağı. Yoksa kendini imtiyazlı görmek değil.”
İmamı Gazalî’den örnek vererek yeni bir şey ortaya koymanın zarureti hatırlatılıyor. Imanın selameti için kendi çağındaki tüm fikirleri kritik eden İmamı Gazalî. Sistemli şüpheciliği getiren.Batıda ondan faydalanmayan yok!..“Eskiler size yetmiyor mu?” diyenlere. “Biz eskilerin halinde değiliz” diye cevap veren İmamı Gazalî. “Tedavide yeni şeyler çıkıyor, “İslâm’da yok mu?” diyeceksin diye hatırlatıyor Mirzabeyoğlu. “Ya sonrası?” na açık olmalı, diyor.
Adli Tıp mevzuunda ise yıldızlara kadar çevrecilik açılımlıları yapılıyor.
Abdülhakîm Koltuğu’nun ebcedi ahlaka geliyor, fikrin gayesi ahlak.
Haliç Körfezi ebcedi, naka-i Salih-Futuhî hikmet ve kendinden zuhura denk geliyor… “Tasavvuf ancak tecrübe ile bilinir. Senin tecrübe edememen bunun olmaması değil..”diyor ve bunu yalın misallerle izah ediyor.
Peşin Fikir hikmeti ve irfan kavramı işleniyor. Yediklerimizden misal vererek. Insan yediklerini hatırlamaz. Yeni çıkan problemleri ise, yedikleri (burada irfana teşbih ediyor) baki olarak çözer, yeni çıkan problemleri çözer. Her fikir peşin fikirle başlar. Misal: 18 yaşında komünist oluyor. Bütün eserleri okumadı ki!..
Ahlak-hukuk-adalet ilişkisi yanında, insan-teknoloji-ruh bağlantısı üzerinde durulur ve “I. ve II. Dünya Savaşları teknolojiye bir ruh aramak içindi, olmadı” denir… Not: Aktarırken doğan hatalar bize aittir. İnşaalah konferansın tam metnini okuruz.
Tarihî bir günde bir fikir ziyafeti yaşadık. Her şeyiyle farklı bir atmosfer oldu. Yapmacıksız ve yeniliğe açık. Kafamızdaki kalıplardan ve düzenin verdiği düşünce miskinliğinden kurtulabilecek miyiz? Ayrı bir mesele. Fakat herkes kendi oluşundan mesul… Dünyaya birbirimizle didişmeye gelmedik. Allaha ve Allah dostlarına şahitliğe geldik. İşte fırsat, işte yol!
Baran Dergisi 412. Sayısı