Sahâbîler, Kur’an’ın ve Peygamberin bizzat yoğurduğu, bütün ümmetlerden üstün tuttuğu bir nesildir. Kimse onlara emsal olamayacağı gibi, İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin ölçülendirmesiyle: “Velilerin en büyüğü, Sahâbîlerin en küçüğünün atının burnuna kaçan toz bile olamaz.”

Sahâbîlerin büyüklüğü, Allah Resûlü’nün nuruna bizzat muhatap olmalarından geliyor ve bundan dolayı erişilmez oluyorlar.

Hâl böyle iken Sahâbîlerin kıymetinin devrimizde yeterli derecede anlaşıldığı söylenemez. Sahâbîler, kahramanlık hikayeleriyle tebarüz ederken onların Kur’an ve Hadisle içiçe mânâları maalesef gözden kaçıyor. Bir bütün olan Sahâbîlerin bu fonksiyonunun idrak edilememesinden istifade ile sapık kollar da fitne ve imansızlık tohumlarını ekmeye devam ediyorlar. Sahâbîleri bir bütün olarak idrak edip sevenler ise Kurtuluş Yolu’na eren Müslümanlar olmaktadır.

“Sahâbî”, Allah’ın Sevgilisini, Müslüman olarak, Resûllüğüne inanmış bulunarak, bir kere gören, yahut O’nun tarafından bir kere görülen… “Sahâbî” kavramı Allah Sevgilisine mahsus olup Kur’an’da tanımlanmıştır. 

Allah’ın nurundan yaratılan Allah’ın Sevgilisi ve O’nun nuruna muhatap olan Sahâbîler, İslâm’ın ilk şahidleri ve ilk tatbik fikridir. 

Gaye İnsan-Ufuk Peygamber “fert hakikati”nin zirvesi olurken, Allah Resûlü’nün yetiştirdiği Sahâbîler ise “topluluk hakikati”nin tecelli merkezidir. Sahâbîler, İslâma muhatap anlayışın en üstün örnekleridir.

 Tamamen Peygambere özgü bir sınıf olan ve Resûl’ün kefil olduğu Sahâbîleri sevmek, Allah’ı ve Resulü’nü sevmek demektir. Çünkü Allah, “Allah’a itaat, Resûlü’ne itaatle mümkündür” buyuruyor. Hadisler Sahâbîler eliyle geldiği gibi, Resûle vahyolunan Kur’an’ı Kerimi birinci derecede doğru anlayıp doğru uygulayan da onlardır, Kur’an’ı hıfzedip ve daha sonra yazarak muhafaza eden de onlardır. Kur’an ayetlerinin Sahâbîlerin hayatlarıyla direk temasını ve onların mutlak örneklik oluşlarını ise bir çok ayet ispatlamaktadır. Yani, Sahâbîlerin hüccet oluşu Kur’an’la da sabittir. Bir çok ayet Sahâbîlerin hal ve davranışları için inmiş, onlara geri dönüşler yapılmıştır. Kur’an’ı Kerim, Resûl ve Ashabının yaşayışı üzerine tekemmül etmiştir. Allah’ın Kadim Kelamı “Örnek Nesil”in tatbikatına göre parça parça inmiştir, Müslümanlara kolaylık ve kendilerinden bir misal olarak…

Sahâbîlere bir bütün olarak imanı da ihtar eden şu meşhur Hadisi hatırlatalım:

“Sahâbîlerim gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine tutunursanız kurtulursunuz!”

Resûlün bu buyruğu üzere Ehli Sünnet ve tasavvuf bağlıları Sahâbîlerin hepsini sevmiş ve saymıştır. Şiilik, Haricilik, reformcu ve mezhepsizlik gibi sapkın kollar ise Sahâbîlere saygıda kusur etmişler ve Ehli Bidat diye etiketlenmeyi hak etmişlerdir. Sahâbîlerin aralarındaki ihtilaflar ise içtihad farkındandır. Mesela: Hazreti Ali haklıdır ama Hazreti Muaviye’ye dil uzatılamaz. Çünkü içtihadında hata yapan da sevap kazanır.

En İleri Toplum

Asrı Saadet-Saadet Çağı’ndan bahsediyoruz. Üstadın destansı eserindeki çarpıcı ifadede olduğu gibi, “Çöle İnen Nur… Bütün Zaman ve Mekana”.

Nasıl ki Allah Resûlü’nün şeriatı kıyamete kadar bâki ise, O’nun şâhidi, sünnetinin tatbikçisi ve topluluk hakikati’nin temsilcisi  Sahâbîler de kıyamete kadar bâki örnek ve en ileri ümmet modelidir. Yani kronolojik olarak ileri olmak bir mânâ ifade etmez…

Şu ân hangi çağda yaşarsak yaşayalım, her devir için Sahâbîler en ileri ve en üstün nesildir. Ahlakî üstünlüklerin zirve yaptığı o çağ olduğu gibi, kültür ve medeniyet, ilim ve idare olarak kısaca insanlığın bütün meselelerinin çözüm çekirdekleri Asrı Saadet-Saadet Çağ’ında mevcuttur. Aksini düşünmek Allah Resûlü’nün en üstün insan olduğundan şüphe olur ki, bu Müslümanlıkla bağdaşmaz. Allah Resûlü hükmü bildiriyor: “İnsanların en hayırlısı benim çağdaşlarımdır”.

Kur’an bütün zamanlara hitap eder ve Resûlün çağı da bütün zamanların zirvesidir. Asrı Saadet bunun için deniyor. Allah’ı doğrulamanın zirvesi olarak Asrı Şehadet de deniyor. Allah Resûlü’nün Veda Haccı’nda buyurduğu üzere İlahî berat zamanı:

“İşte zaman yaratıldı yaratılalı devrini yapa yapa nihayet gaye noktasına erişti!”

Bütün zamanların muradı O ve O’na sımsıkı perçinli Sahâbîler.

Şahsiyet ve Bağlılık

Picasso, “ressamın şahsiyeti, eserinden daha mühimdir” diyor. Resime bakarız, belki bize bir şey ifade etmez, ama ressamın hayatını illâ ki merak ederiz. Dolayısıyla, Sahâbîler, hayatı sanatkârane yaşayanlar olarak, yaşadıklarını kendi hayatlarına katarak zenginleştirenlerdir. Sahâbîler her biri ayrı bir şahsiyet olarak, eşyanın hakikatine yaklaşmış ve onu tasarrufuna alarak nesneleştirmişlerdir. Sahâbîlere yakınlık kurabildiğimiz miktarda eşyaya ünsiyet kesbetmiş ve âlemlerin Rabbini bilmiş oluruz. Sahâbîlerin hayatı bizim için dikkat çekici ve ibret misâlidir. Onların hayatından kendi hayatımıza yakın örnekler bulmak durumundayız. Bizler için Sahâbîlerin her biri, hayata güzel bakmak ve güzel görmek için vesiledir.

Şunu da vurgulayalım ki, bizler ancak şahsiyet olabildiğimiz kadar Sahâbîlerin hayatına sanatkârane bakabiliriz. Yoksa Hazreti Ebubekir’i “aciz”, Hazreti Ömer’i “kelle koparan” olarak algılayabilir, aralarındaki ihtilaflardan dolayı-Allah korusun-, Sahâbîlerin yarısına dil uzatanlardan da olabiliriz. Mensubu olduğumuz fikir sistemini (BD-İBDA) ne kadar bünyeleştirebiliyorsak o kadar şahsiyet olabilir, Sahâbîlerin mizaç hususiyetlerini anlayabilir ve onların şahsiyet derinliklerine nufuz edebiliriz.

Sahâbîler vesilesiyle Peygamberin ve O’nun davası etrafında nasıl halkalanılacağını gördüğümüz gibi, cemiyet halinde yaşamanın problemlerini ve güzelliklerini de onların hayatlarından tablolar halinde görebiliriz. Hadisle sabit olduğu üzere Sahâbîlerden herhangi birinin himmetine sığınabiliriz. Çünkü onlardan her biri bizi Allah Resûlüne ulaştırır. 

Bir fikre bağlanmak onu içselleştirerek bağlılıkta kendini ortaya koymakla mümkün. İBDA’nın İslâma muhatap anlayış ve kendinden zuhur ilkesi de bunu ifadelendirmek içindir. Halbuki bizler takım tutar gibi bağlanıyoruz veya dilimizle bağlanıyor ve fikriyatımızı içselleştirmediğimiz için de kendi bildiğimiz gibi yaşıyoruz.

İşte Sahâbîler, büyükler büyüğünün  yoluna nasıl düşüleceğinin ve bağlılıkta kendini ortaya koymanın örnek şahsiyetleridir. İslâmiyetin emir subaylığı olan Büyük Doğu’ya bağlılıkta kendini ortaya koymanın çağımızda bir misali olarak İBDA Diyalektiğinden şu ifadeleri vermek istiyoruz: “İslâm ruhunun eşya ve hadiseler karşısında “nasıl” tavrını temsil eden Büyük Doğu gövdesine mukabil İBDA, onun taşıyıcı “niçin” kanatlarıdır, onun içindir, onun gayesidir, gayesi odur!..”

Hiç Birine Dil Uzatılamaz 

Sahâbîler, bizzat Peygamberin müjdesiyle ümmet kadrosu içinde imtiyazlı olmuştur ve ümmetin buna itikadı şarttır. Peygamber sevgisinin tabiî neticesi O’nun Ashabını da sevmektir. Aksi şüphe doğurur. Şiilerin Sahâbîlere söverek Peygambere bühtan etmelerinde olduğu gibi. Mezhep tanımaz müçtehid taslakları kuru akılcılar ise birbirlerini tekzip ede ede, fakat edepsizlik yapmada müşterek ola ola Sahâbîlere, ruhaniyete, mucizelere, miraca ve kadere dil uzatmaktalar.

Sahâbîlerin kendi içlerinde derecelenmesi söz konusu olsa bile, Sahâbî olduğu için Hazreti Vahşi’nin bile ayağını öpmek zorundayız. Çünkü Resûlü bir kere gören çoban, en üstün veliden bile üstün oluyor. Hep O nura göre hesap etmek zorundayız.

Kainatın Efendisi ve Sahâbîler… Merkez ve çevre… Bizzat O’na bağlanabilmenin usul şartı olan Sahâbîler… Merkeze nisbetle çevrenin tayini ve çevreye göre merkezin tesbiti… Usûl olmadan esasa ulaşamayız. Sahâbîleri doğru tanımak, Allah’ın Sevgilisini doğru tanımayla eşanlamlı hâle geliyor, olmazsa olmazı haline geliyor.

Merkez ile çevre arasında en ufak bir nisbetsizlik kurmak, merkez hakkında şüphe beslemek olur. Allah ve Resûl sevgisi bizi böyle bir şüpheden korusun. Çünkü bu durum bizim imanımız için tehlike arzeder. Şu Hadiste işaret edildiği üzere, her günahtan kötü görülen bir hale düşeriz:

“Ben her günaha şefaat ederim, ille Sahâbîlerime dil uzatana etmem!”

“Sahâbîlerden bazısına bağlanmanın faydalı olabilmesi için, öbürlerine inkâr gözüyle bakmamak lazımdır. Bazısı inkâr ve bazısı kabul edildikçe, yekpâre bir bütün olan Sahâbîler çerçevesine uyulmuş ve onların tek dava ve istikamet üzerinde toplu bulundukları kabul edilmiş olmaz.” Bu tesbitleri mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ndan önemine binaen buraya aldıktan sonra, Allah Resûlü’nün Sahâbîlerine kefaleti ve onlara laf söylemenin nereye varacağının uyarısını Hadisin metninden verelim:

“Sahâbîlerim mevzuunda daima Allah’tan hazer edin… Onları sevenler beni sevenlerdir. Onlara düşmanlık duyanlar, bana ezâ ederler. Bana ezâ etmekse, Allah’a ezâ etmeye kalkışmaktır; ve Allah’ın azap eli böylelerini yakar.”

Erişilmez Seviye

Said Nursî Hazretleri Sahâbîlerin üstünlükleri hakkında üç sebep sayıyor. Özetleyerek veriyorum. Birinci sebep: Veliler ancak velayeti Ahmediye nuruyla temas edebilirler. Nübüvveti Ahmediye nuruyla ise yalnız Sahâbîler sohbet ederler. Nübüvvet velayete üstündür. Bir anda yüksek seviyelere çıkılabilir. Peygamber nuru apayrı bir şey. İkinci sebep: Küfür ve imanın zirvede olduğu dönemde geldiler. İman edenlerin en şereflileridirler. Hak kelimesini bütün mânâsıyla söyler ve bütün letâifiyle hisse alırlardı. Şerler bütün zulumatıyla tecelli ederken, iman kutbu taze ve genç bir surette ifade edilir. Üçüncü sebep: Allah ve Resûlü ile o kadar yakın idiler ki, içtihad ve istinbâtta onların derecelerine hiçbir veli ve âlim ulaşamaz. Sahâbîlerdeki ilim ve aşk vehbîdir. Kısa yoldan cezb-i Rahmanî’dir, çok halistir ve gölgesizdir. Kesbî ise uzun yoldan ve gölgelidir. Kesbî olanda önce ilim sonra hâl vardır. Sahâbîlerin nefslerinin tezkiyesi de kısa yoldandır.

Her şeyin şerefi ilklere aittir. Kök olmadan gövde, dal ve yapraklar olmaz. “Sebep olan fail gibidir” hükmünce bütün ümmetin hasenatından Sahâbîlere hisse çıkar. İslâmîyetin doğuş anında ve Peygamberin sadık dava arkadaşlarıdır onlar… Salih Mirzabeyoğlu’nun “Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı” isimli eserinde belirttiği üzere, “Sahâbî, ümmetin temel taşı ve temel yapısı…”dır.

Sahâbîler bir ayeti ezberleyip hayata geçirmeden diğerine geçmezlerdi. Peygamberi soluksuz takip ediyorlar ve öğrendiklerini hemen tatbik ediyorlar. Başlarında kuş konmuş gibi O’nu dinleyen ve her sözünü ve davranışını âdeta emen ve içen Sahâbîler…

Necip Fazıl Allah Resûlü’nün edası hakkında şöyle der: “İnsana kan nakleder gibi damla damla ve bölüm veriyorlar.”

Sahâbîler Allah Resûlü’ne öyle raptolmuşlar ki, O’ndan bir an ayrı yaşamak istemiyorlar. Rabıtanın en ileri derecesi… Vefatından sonra da, Resûl’den görmediğimiz şeyi yapmayız, diye tirtir titreyen Sahâbîler. Evindeki malı tasadduk etmeden uyuyamayan Sahâbîler.

Kur’an’la Direkt Temas

Kur’an ayetleri Sahâbîlere ilk olarak inmiştir. Sahâbîler Kur’an’la adeta canlı yayın yaşamışlardır. Sahâbîlerden sonraki ümmetler için böyle bir şans yoktur. Kaynağın başından içen Sahâbîler. Bizler ancak nazil olmuş ve tamamlanmış Kur’an’a muhatabız. Sahâbîler ise Kur’an ayetlerinin ruhlarını ve bedenlerini doğrudan şekillendirdiği ve onların hallerine göre parça parça indiği bir nesildir. Allahu Teala Resûlü’ne indirdiği ayetlerle Sahâbî neslini yoğurmuş, onları örnek nesil kılmıştır.

Kur’an’la yoğurulmuş Sahâbîler… Öyle ki, Allah Kur’an’da Sahâbîlere Peygambere nasıl davranacaklarını öğretti. Allah Resûlü’ne karşı seslerini yükseltmeleri, has ismiyle (ya M…….) nida etmemeleri, evlerinin dışından, çıkmalarını beklemeden seslenmemeleri ve her türlü edep hataları dahi uyarıldı, ikaz edildi, düzeltildi. Sahâbîler Kur’an ve Resûlün terbiyesi ile terbiye edildiler. Allah Resûlü’nün bütün mucizelere üstün olan Kur’an mucizesi ile zaman ve mekana örnek gösterildiler.

Kur’an’ı Kerim’in Sahâbîlerle canlı temasına misaller:

Hazreti Ebubekir hakkında birçok Kur’an hükmü var. “Leyl” sûresinde itikâdda en ileri ve bundan ötürü en keremli, en faziletli ümmet ferdi olduğuna dair delâlet mevcut… Yine “Leyl” Sûresinde, Bilâl-i Habeşi’yi satın alıp azad etmesinden dolayı İlahî medh… “Tevbe” Sûresinde ayrı bir medh…

Ahzâb Sûresinde ise, Hendek Cengi’nde Sahâbîlerin o gün yaşadıkları büyük sıkıntılar anlatılıyor ve “imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğradıkları” ifade ediliyordu.

Yine Azhâb Sûresinde, münafıkların neler söyledikleri ve Hendek Cenginde bozgunculuk yapmak istedikleri tek tek anlatılıyordu.

Akabe’de biat edenlere hitap eden Allah, onlardan razı olduklarını beyan etmiş ve onları yakın bir fetihle müjdelemiştir. (Fetih Sûresi).

Hudeybiye dönüşü Allah Resûlü ve Sahâbîlerin hüznünü giderecek ayetler nail oluyor ve “şüphesiz biz sana açık bir fethi ihsan ettik” buyuruluyordu. (Fetih Sûresi) Uhud cenginde ısrarla karşısına çıkın müşrik babasını öldüren Sahâbî, Mücadile Sûresinde övülüyordu… Aşını yoksullara verip kendi aç kalan Sahâbî ailesi övülüyor ve yalnız olmadıkları vurgulanıyordu.

Bu misalleri çoğaltmak mümkün. Ayrıca Allah Cebraili göndererek sevdiği ve razı olduğu Sahâbîlere müjdeler vermiştir. Mesela: Malının fazlalığını dert edinen ve hepsini elden çıkarmak isteyen Abdurrahman bin Avf için Cebrail Resûle, ondan razı olduğunu ve malları elinde tutmasını ve yeri geldikçe tasadduk etmesini söylemiş ve ayrıca onu cennetle de müjdelemiştir.

Açıkça görülen o ki, Allah âlemlere rahmet olarak gönderdiği Resûlü’nden razı olduğu gibi O’nun arkadaşları olan Sahâbîlerden de razı olup, onları özel bir makam ile kutsamıştır. Çünkü Sahâbîler Allah’ın Sevgilisinin sadık dostlarıdır, ve topluluk olarak ümmetlerin en şereflileridir. “İnsan benim en büyük sırrım” diyen Allah, Kur’an’ı Kerim’i Sahâbîlerin hayatıyla beraber inzal etmiştir. Kur’an’ı Kerim 23 yılda tamamlanmıştır. Yani, Allah Kur’an’ı birden indirmemiş, hayatın zorlukları ve oluş içerisinde tamamlamıştır. Allah Resûlü nasıl ki “Yürüyen Kur’an’dır”, aynı şeyi Sahâbîler içinde söyleyebiliriz. Zaten Sahâbîler Resulden ayrılamaz, Sahâbîler Resûlün mütemmin cüzü gibidir. Fert ve topluluk hakikatidir; Resûl ve Sahâbîler…

Kur’an Sahâbîlerin sırdaşıdır; hüzün ve sevinçleriyle ân be an beraberdir. Allah, Sevgilisinden dolayı Sahâbîlere çok yakındır. Kur’an Sahâbîlerle hemhâl olarak parça parça ve birebir hayatlarının içinden inerken, ondan sonraki nesiller için böyle bir şey söz konusu değildir. Çünkü Kur’an bir kez inmiştir…

Kur’an’ı En İyi Anlayan Nesil

Kur’an adeta Sahâbîlerin nabzını tutmuş onların oluş ve fetihleriyle ikmal olmuştur. Bunun için Kur’an’ı hiç kimse Resûl kadar, hiçbir nesil de Sahâbîler kadar bilemez. Kur’an’ın yedi mânâsı olduğu ve sonraki âlimlerin ancak bir mânâsını bildiği rivayetlerde vardır. Hiçbir nesil Sahâbîler kadar derinlikte Kur’an’ı ve Hadisleri anlayamaz ve yorumlayamaz.

Herhangi bir Sahâbînın yeri kıyamete kadar doldurulamaz. Cennet’le müjdelenen Sahâbî Said bin Zeyd’in sonraki nesile hitabı: “Resulullah ile birlikte bir hadiseye katılarak birisinin yüzünün tozlanması, sizden birinin Nuh kadar da yaşasa amelinden daha üstündür.” Bu minvalde bir çok Hadis vardır.

Hadisler bize Sahâbîler eliyle ulaştığı ve Hadisler olmadan Kur’an anlaşılamayacağı gibi, Kur’an’da bize, Resûle itaat ve Sahâbîleri örnek almamız sık sık hatırlatılır. “Bize Kur’an yeter, Hadise gerek yok!” diyen ahmakların yaptığı ise, din tahribidir. Sahâbînin rolü ve mânâsını red, Hadislerin reddini, Hadislerin reddi ise Allah Resûlü’nün reddini doğurur, bu da Kur’an’ın reddi demektir.

İkinci Nesil (Tabiinden) büyük Hadis alimi İbn Hazm şöyle der: “Bize Kur’an yeter, Hadislere gerek yok diyenler icma-ı ümmete göre kafirdir.”

Bir Hadis-i Şerif: “Sizden hiçbirinizi koltuğuna oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, bize sadece Kur’an’dan bahsedin, Kur’an’dan başka bir şeye ihtiyacım yok, derken görmeyeyim”.

“Bize Hadisten değil, Kur’an’dan bahset” diyenlere âlimin cevabı: “Maksadımız Kur’an’ı bizden daha iyi bilenlerin sözünü aktarmaktır.”

Sahâbîlerin hayatının sadece kahramanlık menkıbeleri olmadığını, Kur’an’ın ve Hadislerin bir numaralı tatbikçisi olarak, Kur’an’ı en iyi anlayan nesil ve esasen Kur’an’ın tefsirinde Hadislerle beraber birinci kaynak olduklarını ve Hadislerin maksat ve muradını doğrudan bilenler olduğunu vurguluyoruz.

Sahâbîlerdeki ayrılıkların da kendi mizaç hususiyetleri içinde “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadisince bizlere rahmet olduğunu ve esasen Hak mezheplerin de buradan doğduğunu ve Hak mezheplerin ayrılık değil bir zenginlik ve “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabiriyle de bir birlik ifadesine kavuştuğunu belirtelim.

İBDA Mimarının Sahâbîler hakkındaki eserinden, kendilerini Kur’an’a muhatap görüp hiçbir ölçü ve usul tanımayanların akıbeti:

“Şimdi sormak lâzımdır ki, Sahâbînın rolünü ve mânâsını reddeden, Hadisi inkâr eden adam böylece anlasa da anlamasa da Allah Resûlü’nü inkâr etmiş adam, Vahye nasıl muhatap olabiliyor ki hüküm çıkarıyor?..”

Hepsi Sadık, Adil ve Müçtehid İdi

Sahâbîler hepsi güvenilir insanlardı. Çünkü onlar Sahâbîlik şerefi ile müşerref idiler. Sahâbîlerin hepsi adalet üzerindedir. Bu nokta, Kitap ve Sünnetin şehadetiyle sabittir. Allah Resûlü’nün tek nazarının değmesiyle en cahil bedevî bir anda ruhunu hikmet ve ilim kapladığını hisseder. Ve Sahâbîlerin rivayet ettiği Hadislerin hepsi, işin tekniği açısından sınıflandırılsa da, güvenilirdir. Hadisler din açısından olmazsa olmazdır. Ve onları nakleden Sahâbîlere Allah Resûlü kefildir. Resûle güvenmeyenlere ise söylenecek söz yoktur.

Allah Fetih Sûresi’nde Sahâbîlerin ahlâkını, “Kafirlere karşı sert, aralarında yumuşaktırlar” diye övmüştür.

Sahâbîler Peygamberden aldıkları solukla 30-35 sene zarfında İspanya’dan Çin’e kadar İslâm’ı yaymışlardır. İki büyük imparatorluğu (Sasanî ve Bizans) yenmişlerdir. Sahâbîler 100 kadar savaş yapmışlar ve hepsini de kazanmışlardır.

“Dünyanın en büyük hadisesi çölden çıkan bir avuç kişinin 30 sene zarfında dünyanın yarısını ele geçirmesidir” diyerek Amerikalı bir yazar (Stuart) hayretini ifade eder. Bu hususun temelinde Batılıların anlamadığı Peygamberin nuruna bizzat muhatap olmak vardır.

Allah Resûlü’nün, kıyamete kadar sizden üstün topluluk gelmeyecektir, dediği ve Peygamberler hariç en üstün topluluk olan Sahâbîler. Dört büyük Sahâbî: Merhamette Hz. Ebubekir, adalette Hz. Ömer, hayada Hz. Osman, ilimde Hz. Ali… Ve her biri bir yıldız olan Sahâbîlerden örnekler: Kılıç ve kalemi birleştiren Zeyd bin Sabit, Resûle diken batmasındansa ölümü tercih eden Zeyd, hakikat arayıcısı Selman-ı Farisi, hem davetçi hem şehid Musab bin Umeyr, güzel üslup Caferi Tayyar, bereket ve dünyalığa hakimiyet Abdurrahman bin Avf, ilim, cesaret, gayret ve bereket Abdullah bin Mesud, sırdaş Huzeyfe, gençlik, zeka ve tedbir Seleme, gerilla Ebu Basîr ve hepsi ayrı bir pırıltı örnek nesil…

Kur’an Allah Resûlü’nün nefsi olup, Allah Resûlü “Yürüyen Kur’an’dır.” Allah Resûlü Kur’an’ın tatbikini Sahâbîler eliyle bize göstermiştir. Kur’an’da öğretildi ve Sahâbîlere gösterildi. Demek ki Sahâbîler Hadisleri ve Sünnetleri sadece nakleden değil, dini yorumlayan ve uygulayandır. Yemene vali olarak gönderilen Muaz bin Cebel’in içtihad etme yetkisi hatırlanmalı. Nasıl ki Allah Resûlü Kur’an’ı nakleden bir postacı derekesinde değilse, Sahâbîler de postacı ve nakilci derekesinde olmayıp tatbikçi ve ölçü koyan seviyededir. Sahâbîler, fikir, ahlak, sanat ve aksiyonun bir numaralı örnekleridir. İslâm’ın Kur’an ve Sünnetten sonra üçüncü temel kaynağı Sahâbîlerin umumi görüşü olan “İcma-ı Ümmet” olup Sahâbîleri delil görmemek dinin kaynağını yıkmak demektir, Hadis Müessesesi’ni tartışmaya açmak da dini yıkmaya matuftur. Bütün bu kaynaklar (Hadis ve Sahâbîler) en emin delillerle çerçevelenmiş iken, oryantalistler ve yerli reformcular eliyle devamlı bir tartışma çıkarılmakta, Ehli Bidat mezhepler uyandırılmak istenmektedir. Ehli Sünnet çizgisinin fikir sistemi hâli olan BD-İBDA dünya görüşü sapkın kollara karşı cemiyet meydanında tutarlı ve sistemli bir karargahımız olmaktadır. BD-İBDA İslâma muhatap anlayışı, Resuller Resûlüne bağlılıkta ve cemiyet modelinde Sahâbîleri tek örnek tanıyarak ideolojisini ve aksiyonunu heykelleştirmektedir. Peygambersiz İslâm hedefi güden ve Sahâbîlere dil uzatanların İBDA’ya düşmanlıkları da buradan gelmektedir.

Resûlullah sevgisinde derinleşmek istiyorsak, Sahâbîlere hiç doymamacasına eğilmeliyiz! Nasıl ki eşya birbirine mukayese ile biliniyorsa, insan da yakınlarına nisbetle tanınır. “Kul-Peygamber” vasıflı Allahın Sevgilisi ve O’nun en ileri dostları… Peygamber Efendimizin bizzat yetiştirdikleri olması hasebiyle Sahâbîlerin bize daha yakın örnek olması onlarla daha kolay iştirak noktaları kurmamız bizi onlar vasıtasıyla Peygamberi ve Allahı anlamaya ve sevgide derinleşmeye yol açar. Çünkü sevmek için bilmek gerek ve bunun bir yolu da Sahâbîlerdir.                 

           

Baran Dergisi 393. Sayı...